. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Başörtülülerin ‘kara koyun’ olmaları gerek

 

ELİF ŞAFAK

Edebiyatçı-akademisyen

ODTÜ’de Uluslararası İlişkiler okuyan ve kadın çalışmaları üzerine yüksek lisans yapan Elif Şafak Strasbourg doğumlu. Bir süredir ABD’de yaşıyor ve Michigan Üniversitesi’nde ‘Ortadoğu’da marjinal kimlikler’, ‘kadın ve edebiyat’ dersleri veriyor. Zaman gazetesinde köşe yazıyor. Pinhan, Şehrin Aynaları, Mahrem, Bit Palas ve Araf adlı yayınlanmış romanları ve bu romanlardan aldığı pek çok ödülü olan Şafak, kimlikler, ötekilik, aidiyet, yabancılık, göçebelik, çok kültürlülük gibi alanlar üzerine çalışıyor.

Kendisi yurt dışında olduğu için mail yoluyla yaptığımız bu röportajda Şafak, başörtülülerin hem karşıtları hem de yandaşları tarafından; başörtüsü mücadelesinin ise düşmanlarından çok dostları tarafından tek tipleştirildiğini söylüyor. Bunun değişmemesi halinde Kemalist kadınların başına gelenlerin başörtülü kadınların da başına geleceği uyarısını yapıyor. Şafak’a göre başörtülülerin, kültürel tarih boyunca tekrar eden hegemonik koyu kestane tonuna karşı durması ve hem kendisini dışlayan devleti, hem kendi kesimini sorgulayan kara koyunlar olmayı göze almaları gerekiyor.

 

Başörtülülerin ‘kara koyun’ olmaları gerek

Türkiye’deki başörtülü kadınların başörtüleri nedeniyle yaşadığı en önemli sorunun ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Hem karşıtları hem de yandaşları tarafından tek-tip-leş-ti-ril-mek. Sözde onlar adına eylem yapanlar da, onları sonuna kadar engellemeye çalışanlar da aslında ortak bir noktaya sahip. Her iki kesim de başörtülü kadınları tek tip, yekpare bir kimlik olarak algılıyor ve bunun içindeki farklılıkları, bireysellikleri görmüyor, göremiyor.

Kullanılan örtü başörtüsü ve türban olarak iki ayrı tanımlamaya tabi tutuluyor biliyorsunuz. Sizin bir başörtüsü türban ayrımınız var mı?

Benim başörtüsü-karşıt-türban diye bir ayrımım yok ama türban, eşarp, başörtüsü, yemeni, çarşaf,… diye düzinelerce ayrımım var.

Kendilerini başörtüleri ile var edebilmek için çaba harcayan kadınların/genç kızların mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bence iki aşamadan geçti bu süreç. İlk aşama çok önemli bir hak ve varolma talebiydi. “Farklılık talebi” diyorum ben buna. Kemalist öğreti bize kadınların yeterince eğitim gördükleri takdirde asla kapanmak istemeyeceklerini öğretmişti. Oysa bu genç kızlar hem eğitim almak hem örtünmek istiyorlardı aynı anda. Kalıpları sarstılar ve kendilerine bir alan talep ettiler. Bunu önemli bir özgürlük mücadelesi olarak algılıyorum. Fakat arkasından gelen ikinci aşama ne yazık ki tam tersine bir daralma aşaması. Bir kez başörtülü eğitim talebi dile getirildikten sonra bu talep İslamcı kesim diye addedilen kesime mal edilmiş bir slogana dönüştü. Başörtülü genç kızlar adına kavga verdiğini iddia eden ve bu hareketi himayesi altına alan erkeksi bir söylem çıktı ortaya. Kadınların kendi özerk alanları kalmadı. Başörtüsü mücadelesi tek tipleştirildi, üstelik düşmanlarından çok dostları tarafından. Şimdi bu tek tip elbiseyi kırmak zorunda başörtülü kadınların mücadelesi. Aksi takdirde Kemalist kadınların başına gelen onların da başına gelecek. Yukardan yönlendirilen, babalarının himayesinde, üniforma giymiş, bireyselliklerini boğmuş, yaratıcılığı cezalandırmış bir kadın hareketi!

Türkiyeli başörtülü kadınların farklı donanımlara sahip olmalarına rağmen sadece başörtüleri ile görülmesini/gösterilmesini neye bağlıyor, nasıl yorumluyorsunuz?

Hem “dostların” hem “karşıtların” tek tipleştirici yaklaşımlarına ve maalesef nice başörtülü kadının da bu tektipleştirmeyi içselleştirmesine bağlıyorum. Daha çok ayrıksı ses lazım. Hem başörtülü, hem ayrıksı!

Başörtüsü sorunu kimin sorunu sizce, başörtülü kadınların mı, tüm toplumun mu, devletin mi, kimin?

Hepimizin sorunu. Senin özgürlüğün benim sorunum çünkü ve benim özgürlüğüm de senin sorunun. Bunu öğrendiğimiz zaman daha demokratik bir ülke olacak Türkiye. Herkes sadece kendi özgürlüğünün peşinde.

Bu konunun sorun halini almasının altında yatan asıl nedenin ne olduğunu düşünüyorsunuz?

Başörtüsü tek başına değerlendirilebilecek bir konu değil. Türkiye’nin geçirdiği modernleşme, Batılılaşma ve laikleşme süreçleri içinde ele alınması gereken bir konu. Tabi bir de Türk toplumunun ataerkil süreklilikleri ve kırılmaları içinde düşünülmeli.

Türbanın siyasi simge olarak yorumlanışına nasıl bakıyorsunuz?

Kamusal alana çıkma talebi zaten siyasi bir taleptir. Görünür olma talebi siyasi bir taleptir ve siyaseti dönüştürmeye taliptir. Bu kamusal alanda sesini duyurmak isteyen her kesim ve her kimlik için geçerli.

Türbanın bir rejim tehlikesi içerdiğine inanıyor musunuz?

Türbanın değil tahakkümperver zihniyetlerin tehlike içerdiğine inanıyorum.

Türban, kültürel, sosyolojik ve siyasal boyutları olmakla birlikte ontolojik boyutu da olan bir olgu. Ve bu konu şimdiye kadar hep sosyolojik ve siyasal boyutları ile tartışıldı, ontolojik boyutu ıskalandı. Başörtüsü kullanan kadınlar da başörtüsünü siyasi bir simge ya da içinde doğdukları bir kültürün devamı anlamında değil, dinin bir emri olduğu için ve kendi özgür iradeleri ile kullandıklarını söylemelerine rağmen, bu açıklama çok fazla karşılık bulmadı. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?

Doğru, başörtüsünün arkasındaki ontolojik dinamikler gözden kaçtı. Ama bu sadece başörtüsü ile açıklanabilecek bir süreç değil. Türkiye’de, Osmanlı’nın son döneminden itibaren, modernleşme-Batılılaşma sürecinin her aşamasında, kadınların kıyafetleri ve bedenleri ideolojik tartışmaların sahası olagelmiştir. Giydiğiniz eteğin uzunluğu, başınıza taktığınız şapka ya da örtü, daha az kadınsı görünmenizi sağlayacak kıyafetler… Zaten hep kadınların giysileri ve bedenleri üzerinden yapıldı tartışmalar ve orada düğümlendi en uzlaşmaz ideolojik bölünmeler. Osmanlı son dönem aydınları da kadınların nasıl giyinmesi gerektiği konusunda mürekkep harcamakla meşguldü; Kemalist aydınlar da aynı meseleyi yazıp çizdi. Özneler değişti ama çerçeve çok da değişmiyor. Kadın kıyafetleri politiktir bu memlekette. Bu yaşanan süreç aynı tarihin bir parçası.

Türban üzerine iki farklı tez vardır. Biri, türbanın kadını ikinci cins konumuna ittiğini ve geleneksel roller içine hapsettiğini, diğeri tam aksine kadını özgürleştirdiğini savunur. Sosyolojik anlamda bu tezler ne kadar doğrudur?

Öncelikle tartışmayı bu kutuplaşmış çerçeveden çıkarmak gerektiğine inanıyorum. Bir tarafta türbanla karşılaşınca ezilmiş kadın gören bir zihniyet. Öte tarafta ona tepki duyan ve türbanı neredeyse romantikleştiren, özgürlük sembolü olarak gören bir başka tepkisel zihniyet. Her ikisi de türbanlı kadınları yekpare görmekte. Türban kimi durumlarda baskıcı olabilir, birçok durumda da tam tersine kadınların kamusal alanda daha rahat, daha özgür hareket edebilmelerine yol açar. Ben baskı ile başını örtmek durumunda kalan kadınlar da tanıyorum, kimse darılmasın, bu reddedilecek bir gerçek değil. Ama öte yandan hiçbir baskı altında kalmadan kendi özgür iradesiyle örtünmeyi seçen kadınlar da tanıyorum. O da büyük bir gerçek. Gerçek entelektüelin görevi bence her iki tarafa da unuttuğu bu kesimlerin varlığını hatırlatmaktır.

Şimdiye kadar türban sorununun kaynağı türbanlı kadınlar, sorun da onların sorunu gibi algılandı ve biraz da öyle sunuldu. Sizce bu sorun kimin sorunu?

Hepimizin sorunu, ama bunu “türban tartışması” değil, “kamusal alan” tartışması, “sivil toplum” tartışması ve “hegemonik kültürel doku” tartışması yapabildiğimiz ölçüde.

İslamcı erkekler başörtüsü mücadelesinde, başörtülü kadınların yanında hakkıyla yer alabildiler mi sizce?

İslamcı erkekler başörtüsü mücadelesinde fazlasıyla yer aldılar bence. Gerek var mıydı? Başörtülü kadınların ağbiye, hamiye, korunmaya ihtiyacı olduğunu hiç sanmıyorum. Bağımsız bir başörtü mücadelesi olmalı kadınların. Başörtülü kadınların kendilerini daha bağımsız bir platforma taşımaları son derece önemli bu düğümlerin açılabilmesi için. Aksi takdirde türban meselesinin böyle dar politik zeminlere sıkışmasına mani olamazlar.

Kadın kuruluşları, feministler türban sorunu yaşayan hemcinslerine nasıl yaklaştı?

Feministler türban dersinin ilk sınavından geçemedi. Kendileri ile başörtülü kadınların arasında ortak bir dil gelişebileceğine ihtimal vermediler. Feminizmden ziyade Kemalizme yakın durdular bu noktada. Pek çok feminist aktivist, türbanlı kadınları “öteledi”, “öteki”leştirdi, kendinden uzak görmeyi tercih etti. Değişik kadın grupları ile başörtülü kadınlar arasında diyaloglar gelişememiş olmasını bir talihsizlik olarak algılıyorum. 1980 sonrası sivil toplum tartışmalarında sağ ve sol entelijensiyanın erkekleri bunu başardı; bir araya gelip beraber sorgulayabildiler sistemi, güçlü devlet geleneğini. Oysa sağ ve sol entelijensiyanın kadınları bunu yapamadılar hâlâ.

Bizler hâlâ ortak bir dil geliştirebilmiş değiliz. İki sebepten ötürü. İki tarafın da ciddi hataları var. Birincisi sol entelijensiya ya da feminizm ya da laik cenah içindeki kadınlar, türban meselesinde çok önyargılı oldukları için. İkincisi, sağ ya da muhafazakar ya da İslamcı entelijensiya içindeki başörtülü kadınlar İslamcı erkeklerin hareketinden bağımsız bir hareket geliştiremedikleri için.

Türkiye’de devlet başı açık olmayı norm olarak ortaya koyuyor ve başörtüleri de norm dışı olarak adlandırıyor. Sizce başı örtülü olmak mı yoksa konulan yasaklar yüzünden başı örtülü olduğu için toplumsal hayatın dışına itilmek mi onu kullananları marjinal kılar?

Ben “marjinallik”ten “ötekinin ötekisi” olmayı anlarım. Yani başı örtülü olduğu için hareket alanı kısıtlanan kesimin içinde olmak tek başına kişiyi marjinal yapmaya yetmez. O kesimin de içindeki kara koyunlardır marjinaller. Hem kendisini dışlayan devleti hem “kendi” kesimini sorgulayan kaç tane başörtülü kadın var? Esas zor olan ve marjinal olan ötekinin ötekisi olabilmektir.

Türban ve türbanlı kadınların yaşadıkları edebiyatımızda ne kadar işlendi sizce?

Türbanlı kadınlar Türkiye’deki hakim kültürel elitin “kapsama alanı” dışında kaldıkları için edebiyatta uzun süre ihmal edildiler. Unutmamalı ki bilhassa roman, modernleşmenin belli bir aşamasında burjuvazinin, modernitenin, batılılaşmanın ifade aracı, mecrası olarak gelmiş ve “eski” ile “yeni”yi birbirinden koparmada başat araç olarak kullanılmıştır. Bizde Diyonizyak yazma biçiminden ziyade Apolloncu yazma biçimi gelişmiştir. İlla ki bir mesaj vereceksin, illa ki metni kontrol edeceksin yazarken, illa ki romandaki her karakter bir şeyin sembolü olarak konacak oraya, illa ki okuru yönlendireceksin. Romancılarımız belli bir misyon ile yazdılar çoğu zaman. Bizde “romancı-baba” figürü hakimdir. İslamcı entelijensiya da şimdi aynı şeyi yapıyor.

Adeta her kesimin bir gettosu var. Kimin hangi temalarla ilgilenip hangi dili kullanacağı baştan belli, kültür gettolaşmış. Bence ben türbanlı kadınları anlatayım, türbanlı bir kadın yazar da mesela türbansız bir kadını anlatsın. Herkes olduğu şeyi değil, olmadığı şeyi anlamaya çalışsın. Edebiyat hayal gücü ve aşkınlık ise eğer, kendi kimliğimizin dışındaki kimlikleri de anlayabilme yeteneği olmalı.

Sizce türban sorunu nasıl çözülür, bir çözüm öneriniz var mı?

Elbette bazı şeyler kültürel doku değişmeden değişemez. Ama şu aşamada daha çok köprüye ihtiyacımız var. Başörtülü kadınlar ile feministler, Kemalistler ya da sol entelijensiya arasında daha çok köprü olmalı, olabilmeli. Bizde herkes kendi evini temiz tutar, sokaklar pislik içindedir. Ortak bir kamusal alanı ve ortak bir kültürü paylaştığımızı idrak edene kadar bu böyle olmaya mahkum.

AB’ne giriş sürecinin sorunun çözümüne bir katkısı olacak mı sizce, nasıl olacak?

Elbette olacak ama bu birkaç katmanlı bir süreç. 1980 sonrasında giderek hızlanarak yaşanan bir süreç var. Eskisinden daha çok siyasi ve kültürel aktör var Türkiye’nin kamusal alan sahnesinde. Bu hem iyi bir gelişme ama hem de hayli kaygan bir zemin çünkü kimileri için kaygı verici bir durum. Eski kalıplaşmış merkezi sistemin çatlaması, o çatlaklardan içeri yeni yeni kimliklerin, aktörlerin sızması demokrasi adına son derece sağlıklı bir adım olabilir eğer demokrasi adına panikleyip yeniden tepeden inme, merkezci, belli bir elitin kontrolünde gelişen sisteme dönmeye çalışılmazsa. AB süreci bu noktada anlamlı. Hakim devlet geleneğinden gelen bir ülkede merkezi ulus-devletin sınırlarını çizmesi, sınırlılığını göstermesi bakımından çok önemli bir açılım.

Türbanlı genç kızlar ve kadınların (kimliklerinde, görünüşlerinde, duruşlarında ve genel anlamda hayata bakışlarındaki) teslimiyet ile bireyselleşme yorumlarının, Türk toplumunun modernleşme sürecindeki yeri ve anlamı nedir?

Kahramanları seven bir toplumuz, kahramanları, kültürel ikonları, kültleştirmeyi seviyoruz. Bu toplumun pek çok kesimi için geçerli olduğu gibi, bilhassa başörtülü genç kızların yeni yeni filizlenmekte olan alanı için de geçerli. Ne yazık ki birçok genç kız tesettürü bir “üniforma” gibi taşıyor bu aşamada, bir kolektiviteye ait olmanın göstergesi olarak. Kemalizmin ilk dönemlerinde çekilen 19 Mayıs gösterilerinin fotoğraflarını anımsayın. Genç kızlar ve erkekler beyaz şortlar giyerek gösteriler yapıyorlar. Kolektivitenin üniformasıdır o şort. Başörtüsü de taksanız, şort da giyseniz bunu bir üniforma gibi taşıyıp kendinizi kolektivite üzerinden tanımladığınız ölçüde bireyselliğinizi, yaratıcılığınızı geliştiremez, marjinal olamazsınız. Bir keresinde Fatih Üniversitesinde bir konuşma veriyorum, tam da başörtüsü tartışmalarının alevlendiği, iplerin gerildiği dönemeç, genişçe bir salon ağzına kadar dolu, çoğunluğu kız öğrenciler, gencecik, başörtüsü yasağından ötürü peruk takmak zorundalar, dolayısıyla bir salon dolusu peruklu genç kız, baktım hemen herkes aynı peruğu takmış, ne uzun ne kısacık illa ki orta uzunlukta, omuz hizasında, ne dalgalı ne kıvırcık illa ki düz, ne sarışın ne esmer ne kızıl ne kuzguni ne kınalı illa ki kahverenginin aynı sabit tonu, aynı kestane. Ben diyorum ki başörtüsü bir yasağın, baskının tahakkümün sembolü olarak görülmemeli. Ama işte o koyu kestane var ya, o sabit aynı aynılaştırıcı kestane tonu, işte onu kırabilmek lazım.

Metafor olarak alın bunu. Kemalist kadınlar da koyu kestane tonunda birleşmişlerdi Cumhuriyet’in bilhassa ilk aşamalarında. 1970’lerde sol hareket içindeki kadınlar da koyu kestanede birleşmişlerdi. Kadını daha az kadınsı gösterecek, cinselliğinden ve cinsiyetinden arındıracak, tek tipleştirecek kostümler, renkler, beden dilleri… Yani tekrar eden bir kalıp var kültürel tarihimiz boyunca. Başınızı örtseniz de örtmeseniz de, Türkiye’de kadınların mücadelesi o hegemonik, hakim koyu kestane tonuna karşı olmalı.

 

 

 

Yemenimde Hâre Var, Fadime Özkan, Elest Yayınları, İstanbul, 2005.

 

 

İzlenme : 15240
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us