Elif Şafak ın hakkında son derece sivri dilli dediği romanı "The Bastard of İstanbul" Amerika da Penguin tarafından yayımlanıyor. Kitabın, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü raflarda olacak Türkçe çevirisi "Baba ve Piç" tatlı dilli.
Onun babasından uzak olduğunu, oradan oraya dolaştığını hayatı boyunca, kitapları ne çok sevdiğini bilenler her karakterde yazarın izini sürebilir. Kitapta yazar ın ne işi var diyenlere ise unutmak önerilir; bildiğini unutan aradığını bulacaktır. Ne kadar iyi unutulursa, o kadar kolay hatırlanır kökler, başlar, sesler...
- Berliner Zeitung a verdiğiniz bir röportajda, roman yazmanın size kendinizi klonlama şansı verdiğinden bahsetmişsiniz. Neden kendinizi klonlamak ihtiyacı içindesiniz? Aslında ben zaten çoğul olduğuma, sekiz ayrı ses barındırdığıma inanırım. Bence insan denilen mahluk zaten çoğul ve çok başlı. Ama bunu sansürlüyor, bastırıyoruz. Bir bedende birden fazla insan barınır. Ne var ki sosyal ilişkilerde, hayatın başka başka alanlarında hep bir yanım ya da birkaç yüzüm dışarıda kalır hissine kapılırım. Romancılık işte o bütün BEN lerin birlikte olabildiği tek zemin. O zaman sekizimiz birden aynı anda konuşur aynı anda var olabiliriz.
- Tepeden yazanlar ve içerden yazanlar olmak üzere iki tip romancı vardır diyorsunuz. Okurken, sizin gibi içerden yazdığını hissettiğiniz yazar(lar) kim? İçerden yazan yazar ile tepeden yazan yazar arasındaki ayrımı okur hemen fark eder. Metnin dokusuna, karakterlerin yapısına kadar sinmiştir bu ayırım. İçerden yazan yazarlara pek çok örnek vermek mümkün. Virginia Woolf, Jeannette Winterson ya da Gombrowicz. Bizden de çok isim var, mesela: Hüseyin Rahmi Gürpınar, Sevgi Soysal, Leyla Erbil, İhsan Oktay Anar. Bu yazarlar içerden yazanlar.
- "Baba ve Piç"te karakterler, yaşadıklarının bir sonucu/toplamı olarak kendi isimlerini seçmiş gibiler... Bu bağlamda Asya nın, anlatının piç i olması konusunda ne söylersiniz? Piçlik bizde, bizim kültürümüzde daha sert bir çağrışıma sahip. İngilizce de öyle değil. Bastard kelimesinin kültürel anlamı piç kelimesinin kültürel anlamı kadar keskin değil. Bizde, nasıl söylendiğine de bağlı olarak, piç bir hakarettir, incitir. Oysa piçlik aynı zamanda köksüzlük demek. Piç, geçmişi olmayan demek, tarihi olmayan. Roman hafıza üzerine kurulu. Asya nın merkezde olması ise bilerek oynanmış bir oyun. Hafızanın hikayesini geçmişi olmayan bir piçten daha iyi kim anlatabilir.
- Yazmak oldukça mantıksız bir tutkudur diyorsunuz... Yazmak mantık dışı bir akış diyorum aslında ve aynı zamanda bir tutku. Eğer ortada tutku yoksa sürdüremezsiniz. Ama eğer her şeyi akıl ve mantıkla kurmaya çalışırsanız o zaman da hiçbir risk almazsınız. Yazar yazarken risk almak durumunda. Ne yazdığını tam olarak bilmeden yazacaksın ki metin seni de şaşırtsın, karakterler seni de gafil avlasın.
- Öğrencilerinize ne vermek istiyorsunuz? Öğrencilerime vermeye çalıştığım iki temel şey var: eleştirel düşünme ve bunu ifade yeteneği. Bizdeki eğitim sistemi bireyselleşmeyi teşvik etmez. Başkalarına benzemezsen cezalandırılırsın. Vasat olanı kutsar bizim eğitim müfredatımız. Ezberciliği kutsar. Bunun tam tersini hedeflemekten yanayım: özgür ve eleştirel düşünebilen bireyler...
- "Araf" bir romanınızın da adı. "Baba ve Piç"te de sıkça kullandığınız kelimelerden biri bu. Yazarın bilinç altında veya üstünde ayrı bir yeri var gibi bu kelimenin. Biraz konuşabilir miyiz bu konuda? Eşikler benim için önemli yerler. Eşiklere cinlerin meşveret yeri denirmiş Osmanlı da. Yani insana ait yerler değil. Basmayacaksın eşiklere. Kalmayacaksın arada. Ya orada ya burada olacaksın. Benim edebiyatım ve kişiliğim ise tam tersine arafta kalma üzerine kurulu. Tekinsiz ama alabildiğine zengin ve derin bir haldir eşik.
- Dünya tarihiyle, ülkeler tarihiyle ilgilenmeyen fakat kendi tarihini, bugününü, görülebilir geleceğini en ince ayrıntısına kadar düşünüp tartışan birinin dünyanın işleyişi ile ilgili sağlıklı bir fikri olabileceği düşüncesine katılır mısınız? Sadece kendi kültürünü bilen, sadece kendi doğrularını yankılayan insanlarla arkadaşlık eden birinin sağlıklı düşünmesi mümkün değil. Ne öğrenirsek yabancıdan öğreniriz aslında. Yani bize benzemeyenden. Odur zihnimizi açacak olan. Mesele şu, yabancıyı evrenine buyur etmeye hazır mısın? Pek çok insan bu konuda kapalı ve korkularla dolu. Kendi doğrularının dışına çıkan bir şey duymaya tahammülü yok.
- Siz nerelisiniz? Ben Türkiyeli ve Dünyalı yım. Strasbourg da doğdum, çocukluğum Madrid de İspanya da geçti. Ardından Ürdün ve Almanya dönemleri oldu. Derken İstanbul, derken Boston, Michigan, Arizona ve gene İstanbul. Ben İstanbul a çok bağlı hissediyorum kendimi ama aynı zamanda birden fazla kültürden besleniyorum.
- Yazmadığınız, öğretmediğiniz, okumadığınız ve araştırmadığınız zamanlarda ne yapmaktan keyif alıyorsunuz? Sizi besleyen diğer var olma biçimleri nelerdir? Yazı hayatımın her anında benimle. Ama roman biter bitmez uzaklaşıyorum ondan, bünyemden atmak istiyorum. Kalırsa zehirliyor artık. Roman mevsimi bitince daha sosyal, daha dengeli biri oluyorum. Dostlarımı, dostluklarımı önemserim. Çok seyahat ediyorum, yalnızlıktan ve dostlardan ve aşktan ve seyahat etmekten ve sinemadan ve müzikten ve bilhassa tasavvuftan beslenirim her zaman.
- Giydiğiniz boğazlı kazakların ve sizi süsleyen ağır aksesuarların hep, havalanmamak için tercih edildiği hissine kapılıyorum... Bazen de sizi hapsettiklerini düşünüyorum... Ayrıntılara düşkünüm. Kıyafetlerden ziyade ayrıntılar önemli benim için. Boğazlı kazak da aksesuar da çok seviyorum galiba. Gani gani takıntısı olan biriyim. Beyaz koltuğa oturamam, yutar diye. Çikolata yiyemem, ağzıma sürsem zehir gelir. Gündelik hayatı zor biriyim ve en yakınımdakiler için de zorlaştırıyorum. Ama sevdiğimi de çok severim.
Seda Arıcıoğlu, Cosmopolitan, Mart 2006
|