. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“70’leri hatırlarsak, bu ileri bir adım”

 

Romanındaki ifadeler yüzünden yargılanan ve beraat eden ELİF ŞAFAK her şeye rağmen iyimser

 

“70’leri hatırlarsak, bu ileri bir adım”

 

Yazar Elif Şafak, aleyhine dava açanların, Orhan Pamuk gibi kendisini de kullandıklarını düşünüyor, esas hedefin AB sürecini baltalamak ve Türkiye’yi daha korkularla dolu bir ülke halinde tutmak olduğuna inanıyor. Şafak, “Milliyetçi kanat da bu toplumla beraber evriliyor, değişiyor. Onlar da şimdi hukuk yoluyla mücadelelerini sürdürüyorlar. 70’lerdeki Türkiye’yi hatırlarsak, bu epey bir ileri adım” diyor.

 

Türk yargısı, 21 Eylül’de Elif Şafak’ın Baba ve Piç romanındaki bir karakterin ifadeleriyle, Türklüğü aşağılamadığına dair kararı açıkladı; ancak karardan mutlu olmayanlar, mahkeme çıkışında Elif Şafak’ın posterini yırtıp yaktılar. Elif Şafak ise bu dakikalarda, birkaç günlük annelik heyecanını yaşamak yerine TV’de posterinin yakılmasını izliyordu. Aslında ona kalsa mahkemeye gidecekti; ama hem annelik yanı hem doktorunun kesin yasağı yüzünden evinden çıkmadı.

Öte yandan, öncesinde ve sonrasında çok tartışılan mahkeme süreci, dünya medyasında da geniş biçimde yer alırken, Şafak’a sorulan sorular, “Türkiye AB’ye girmek istiyorsa niye bunları yapıyor ve bir roman karakterini niye yargılıyor?” ekseninde gelişti. Şafak ise bu tür tepkilere olumlu bir açıdan bakılabileceğini de düşünüyor ve “Milliyetçi kanat da uzayda yaşamıyor, bu toplumla beraber evriliyor, değişiyor. Onlar da şimdi hukuk yoluyla mücadelelerini sürdürüyorlar. 70’lerdeki Türkiye’yi hatırlarsak, bu epey bir ileri adım hepimiz için” diyor. Elif Şafak’la yargı süreci, romanını ve henüz on günlük bebeği Şehrazat Zelda’nın geleceğini konuştuk.

Not: Şehrazat Zelda gibi bir ismin Elif Şafak ve eşi Eyüp Can’ın aklına nereden geldiğine dair merak varsa, hemen bunu da giderelim ve Şafak’ın cümleleriyle aktaralım: “Şehrazat, Eyüp’ün fikri. ‘Binbir Gece Masalları’na bir atıf aynı zamanda ve daha Doğulu. Zelda ise hem Batılı hem ABD’li yazar Scott Fitzgerald’ın eşinin adından geliyor. Çok enteresan bir kadındır aynı zamanda. Ben doğuma girerken Fitzgerald’ın ‘Muhteşem Gatsby’sini sayıklamışım, ince ince anlatmışım anestezi uzmanına. Uyanınca dediler ki ‘Anestezi altında bunları anlattın.’ Bunu duyunca Zelda’yı da kızımızın ismine ekledik.”

 

 

 

Edebiyat ve yazarlık yeteneğiniz de sorgulanmaya başlandı. Bu niye oldu?

Buna okur karar verecek. Benim izlenimim biraz daha farklı. Ben kişilerin çok fazla konuşulduğunu düşünüyorum. Başından beri bu davayı şahsi bir mesele olarak görmediğimi söyledim. Bu, bir düşünce ve ifade özgürlüğü davasıydı. 301’den yargılanan bir sürü insan var ve bunlar bizim davalar kadar duyulmuyor. Yani bunu Elif Şafak, Orhan Pamuk, Perihan Mağden davası olmaktan çıkararak, düşünce özgürlüğü davası haline getirmeliyiz.

Bu tür davalar neden şahsileşiyor?

Türkiye’de yazar odaklı bir ortam var. Bir de çok duygusal bir toplumuz. İfrat ve tefrit arasında çok rahat gidip gelebiliyoruz. Nefretimizde de aşkımızda da… bunlar yansıyor. Dolayısıyla kişiye bakıp kişiyi konuşuyoruz. Bu yüzden de mesela benim davamda en az konuşulan şey ‘Baba ve Piç’ oldu. Beni çok eleştirenlerden birinin bile kitabı okuduğundan emin değilim.

Ve bu süreçte kitabınız edebi eser olmaktan çıkarıldı. Siz bunu niye yazdınız? Yani bir edebi eser olarak mı, yoksa başka bir amacınız var mıydı yazarken?

Bu bir edebi eser. Ben bir edebiyatçıyım. Ama bana göre Türkiye’deki edebiyatçı hiçbir zaman tamamen apolitik kalamaz. Kaldı ki, benim tercihim de bu değil. Bu topraklarda yazar, politikaya da bulaşır. Ama benim burada esas vurgum edebiyat ve sanattır. Ne yazık ki işin bu boyutunu çok az kişi konuşuyor. Sonra atlanılanlardan biride kitapta epey bir kadın vurgusunun bulunması.

Mahkeme süreci boyunca en çok korktuğunuz an hangisiydi?

Hamilelikle çakışmasından çok etkilendim. Avukatım aracılığıyla erteleme talebinde bulunduk, ama reddedildi. “Sağlık raporu alsın” dendi. Hamilelik zaten endişeli bir süreç ve daha da hassaslaşıyorsun. Üzerine bir de internette neredeyse linç çağrısına denk düşecek yazılar dolaşmaya başlayınca endişelerim arttı. İkinci olarak fiziksel şiddet kullanma ihtimalleri de vardı. Üstelik sadece kendini düşünemeyeceğin bir durumdasın. Ağrıma giden bir başka şey, bir köşe yazarının yazdığı yazı. Mealen, “Tesadüfe bakın ki mahkemeyle bebeğin doğumunu aynı haftaya denk getirmiş” diyordu.

Böyle bir komplo kimin aklına gelebilir?

Biz komplo teorileriyle yaşayan bir milletiz; kimileri de kitabı yazarken bunları da hesapladı diyor. El insaf…

Romanı yazarken asıl niyetiniz neydi?

Çok büyük amaçlarım yoktu. Ermeni meselesi üzerine kalın çerçeveli, büyük büyük laflı amaçlarım yoktu. Ben, bir hikayeyi kovaladım, o kadar. Eğer geçmiş hüzünlüyse, deşmek iyi bir şey mi, yoksa geleceğe odaklanmak mı daha iyi sorusuna cevap aramaktı. Bunu kendi kendime de çok sık sorarım zaten. Ama ulusların da hem kolektif hem bireysel olarak bunu kendilerine sormaları lazım. Diaspora Ermenileri fazlasıyla hafıza, Türkiye’deki kimi çevreler de fazlasıyla amnezi odaklı. Bu ikisini karşılaştıran, yer yer tartıştıran, ama açıkçası yüzde yüz de taraf tutmayan bir kitap yazdım. Çünkü bu sorunun cevabının kolay verilemeyeceğini düşünüyorum. Kitap konusunda ise bir tek merci var: Okur.

Romanda o dönem Ermenilere yapılanlar kadar, Ermenilerin de Türklere yaptıklarına dair cümleler var… Bu cümleler niye Türkiye’de dikkate alınmadı?

Bir Ermeni de çıkıp beni dava edebilir bu yüzden. Çünkü oradaki bazı Türk karakterler de Ermeniler hakkında çok olumsuz şeyler söylüyor. Mesela Ermeniliği aşağılamaktan da mahkemeye gidebilirim. Bunun sonu yok. Ama ben bunun çok kasıtlı yapıldığını düşünüyorum.

Ne anlamda?

Gerçek hedefin de biz olmadığımızı düşünüyorum. Benim hedef olarak seçilmem, yurtdışında ses getirecek bir şey, Orhan Pamuk için de böyle. Esas hedefin AB sürecini baltalamak ve Türkiye’yi daha zenofobik (yabancı korkusu), daha korkularla dolu bir ülke halinde tutmak olduğuna inanıyorum.

Bunun getirisi nedir?

Kemal Kerinçsiz, AB sürecine karşı olduklarını, bunun kölelik olacağını söyledi. Ama Türkiye’de son beş yılda çok önemli değişimler yaşandı. Hem devlet aygıtında ve siyasi elitte hem sivil toplum içinde bence çok olumlu adımlar atıldı. AB sürecinde bunun çok önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum ve bu süreci destekliyorum. İhtiyacımız olduğuna da inanıyorum. Ben bunu karşı tepki olarak görüyorum. Karşı tepki ise milliyetçilik üzerine kurulu. Sonra bir de korku siyaseti var. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, her tarafımız düşmanlarla çevrili, bir de o düşmanlarla işbirliği yapan iç mihraklar var” diyen ve cadı avına çıkmaya çalışan bir linç kültürü var. Ne kadar korkarsan o kadar korku siyaseti üretirsin.

Bütün toplum böyle mi sizce?

Bana kalırsa çarpışan iki toplum tahayyülü var. Birincisi daha demokratik, açık bir toplum, geçmişiyle barışık, kozmopolit bir toplum isteyen, gocunmayan, kendine güvenen, dünya ile entegre bir Türkiye var. Bunu ben de paylaşıyorum. Bir de bunun tam karşısında; içine kapalı, kozasına çekilmiş, Avrupa’ya tepkisel, biraz daha erkeklik söyleminden destek bulan, yani “onlar bizi istemiyorsa, biz onları hiç istemiyoruz” diyen, ulus devletin sınırlarını yeniden çizmeye çalışan ve en kötüsü toplum içindeki farklı sesleri bastırmaya çalışan, ülkeyi bir kütle halinde algılamak isteyen bir Türkiye var.

Birinci tahayyül, 301’den yargılananların yanında yeterince saf tutuyor mu?

Bu sefer, muazzam destek geldi. Birinci olarak okurlardan çok destek aldım. Yolda görüp çevirenler oldu. Nazar boncuğu bile hediye eden çıktı. Gençler, yaşlılar, Kemalistler, muhafazakarlar, sosyalistler, Kürtler, Alevilerden çok destek geldi. Kendimi hiç yalnız hissetmedim. Buna ek olarak akademisyenler ve aydınlardan destek geldi. Ben en çok tepkiyi ABD’de yaşayan Türk okurların bir kısmından aldım. Bu arada Türkiye’de okur anlamında ters tepkileri hiç almadım diyebilirim. Üçüncü olarak hem sağ hem sol basında 301 aleyhine yazılar çıktı. Mahkemede bile 301’i eleştiren kesimin sayısı karşı taraftan daha çoktu.

İkinci tahayyülün sesi mi daha çok çıkıyor da ortam bu hale geliyor?

Evet, sanırım öyle. Ama yabancı basın bile bir canlanmadan söz ediyor. En önemlisi insanlara artık gına gelmiş olması. Birçok insan ilk başta bulaşmak istemedi. Ama sonunda, bu şahsi bir dava değil, düşünce özgürlüğü davası diyerek ortaya çıktı. Bu anlamda İpek Çalışlar davasına da destek verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Diaspora Ermenilerinden tepki ya da destek geldi mi?

Dava sürecinde destek tepkileri aldım. Ama Türkiye’deki Ermenilerden daha çok destek aldım.

Yabancı medya dava sürecinde size en çok neyi sordu?

“Türkiye AB’ye girmek istiyorsa niye bunları yapıyor?” ve “Roman nasıl yargılanır?” sorusunu sordular. Zaten yabancı medya içinde de önyargıyla bakanlar var ve bu onların da önyargılarını pekiştirdi.

Siz yabancı basına nasıl anlattınız?

Türkiye’de hiçbir şey değişmiyor sanmayın: hem de ileriye yönelik olarak değişiklik olduğu için bunlar yaşanıyor. Ayrıca Türkiye’yi yekpare, tek renkli sanmayın, Kemal Kerinçsiz bu ülkenin ne çoğunluğunu ne tamamını temsil ediyor. Hatta sayıları az; ama sesleri çok çıktığı için dikkat çekiyorlar.

Bu grubun sahip olduğu düşünce eskiden eleştirirken daha fazla şiddet kullanıyordu. Ama şimdi dava açıyorlar. Bu da bahsettiğiniz ilerleme içinde değerlendirilebilir mi?

Tabii, buna inanıyorum. Milliyetçi kanat da uzayda yaşamıyor, bu toplumla beraber evriliyor, değişiyor. Onlar da şimdi hukuk yoluyla mücadelelerini sürdürüyorlar. 70’lerdeki Türkiye’yi hatırlarsak, bu epey bir ileri adım hepimiz için.

Diaspora Ermenileri, “Soykırım yoksa konuşmayalım”; Türkiye’deki milliyetçi kesimler de “Soykırım varsa konuşmayalım” diyor. Bu iki tavır arasında benzerlik var mı sizce?

Ben her türlü milliyetçi ideolojinin aynı mantıktan, “biz ve onlar” ayrımından beslendiğini düşünüyorum. Bu anlamda tabii çok benzer bir zihniyeti taşıyor katı Ermeni ve katı Türk milliyetçileri. Mesela Türk milliyetçiliğinin en yoğun olduğu yerler Boston ve Los Angeles’tır. Ne tesadüf ki buralar aynı zamanda Ermeni milliyetçiliğinin de en keskin olduğu iki bölge. İki söylem de karşıtını doğuruyor; biri öbürünü besliyor. Ben her iki söylemin de dışında bir ortak payda, ortak bilinç yaratılabileceğini, birbirimizi işitebileceğimizi düşünüyorum. Bence ‘Baba ve Piç’ de bu sularda gezinen bir roman.

“Bebeğimi nasıl bir dünyaya getiriyorum?” diye düşündünüz mü siz de?

Düşünmez miyim? Mahkemeyi hastanede izledim, medya bombardımanı altında kaldım. Kendimi malzeme gibi hissettim. Beni en çok etkileyen mahkeme sonrası yaşanan arbedeydi. O zaman tabii ki sordum. Ama biliyorum ki Türkiye’nin başka bir yüzü de var. O da bana enerji veriyor.

Çocuğunuzu nasıl yetiştirmeyi düşünüyorsunuz?

Çevremde, büyük planlar yapıp, kendi laflarını geri alanları çok gördüm. Onun için beni tükürdüğümü yalar duruma getirmeyin lütfen. Ama bir tek şeye çok dikkat edeceğim. Onu, bana ait bir mal gibi görmeyeceğim. Bütün varlığınla kendini bebeğe adamak, onun üzerine kavanoz gibi kapanmak ve bebekten de aynısını beklemek, uzun vadede sağlıksız anneler ve sağlıksız çocuklar yaratıyor.

Türkiye’de yaşayacak mısınız?

Bunu yabancı gazeteciler de sordu. Burası benim de vatanım. Vatan üzerinde kimsenin hak sahibi olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz eşit olarak sahibiz vatana. Ayrıca ben seyahat eden bir insanım. Ama İstanbul’a âşığım ve burası benim de vatanım. Ben kozmopolit kültürü seven, kendimi Türk ve dünya vatandaşı gibi gören biriyim. Hem buralı kalabilmek hem dünya vatandaşı olduğunun farkına varabilmek gibi iki uca açık olmasını arzu ederim çocuğumun.

 

 

 

Söyleşi: Enis Tayman

Tempo, Sayı: 39/982, 28 Eylül 2006

 

 

İzlenme : 12743
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us