. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Giz göze geldi

 

Elif Şafak, Mahrem de irikıyım şişman bir kadın ile cüce bir adamın göz lere ziyan (!) evliliğini kurgularken, modern/görsel kültürün insanları birkalıp olmaya zorlamasını anlatıyor.

Modern insan bilmeliydi; modern toplum görmeli. Bilmek ve görmek kaydıyla inşa edildi, modern site. Site sakinleri, her haliyle bilindi ve görüldü. Bil(in)meyen ya da gör(ül)meyen her şey, ‘öteki’ olmakla yazgılandı. Bilin(e)meyenin ve görül(e)meyenin tehlike ol(uştur)duğu düşüncesiydi, ‘beriki(!)’nin zihninde nüvelenen. Teknolojinin de yardımıyla, her şeyin görünür kılındığı bir toplumda ‘mahrem’; modernist ritüelin zıddına olarak, bir başka ‘giz’i imliyordu. Her şeyin ‘bil’inemeyeceği ve ‘gör’ülemeyeceği gizini. Son kitabı ‘Mahrem’de Elif Şafak da bu gizin peşinde dolaştırıyor, okuru. Moderniteye ve beraberinde gelen ‘gör—sel’ kültürün dayatmacılığına bir şerh olarak da düşünülebilecek olan Mahrem, ‘göz’ün bir silaha dönüştüğü ve imaj kültürünün yaygınlaştığı günümüzde, kişinin/öznenin iç ve dış bağlamında yaşadığı şizoid durumu anlatan ‘şizofren bir roman’. Nasıl olmasın ki ve de nasıl olmayalım ki, onlarca gözün üzerimize çevrildiğini bile hissede! Söyleşimiz de izlendiğimiz hissinin sonucu olan bir ‘ürkek’liğin dümen suyunda seyrediyor.


Görmeye ve görülmeye dair
Elif Şafak için yaşamsal bir önem taşıyor, Mahrem. Peki, gözün her şeyi görmeye koşullandığı, ülkenin en bildik insanlarının hayatlarının en ince ayrıntılarına kadar pembe dizi kıvamında ekrana yansıdığı bir ülkede ‘Mahrem’le amaçladığı neydi: “Aslında başlangıçta görmek ve görülmek üzerine bir hikaye yazmak istiyordum. Bu başlangıç aslında kadını ön plana çıkardı. Moderniteyle birlikte gelen bir seyirlik dünya var. Bunun odak noktası kadın. Daha somutlaştırırsak, kadın bedeni. Bir şekilde erkek gözüne göre şekillenmiş, bu gözün ürettiği estetik kalıplar var. Çok küçük yaştan beri bu kurallara uymamız bize öğretiliyor. Ve işin en zor yanı bu erkek gözünü biz de çok içselleştiriyoruz. Bu somut bir şekilde bana dayatılan bir şey olmaktan çıkıyor, soyut bir şekilde benim de kendi kendime dayattığım bir kalıp oluyor. Ve ben kadınların hem kendilerine aynada hem de birbirlerine bu göz aracılığıyla baktıklarını düşünüyorum. Bu gözle birbirlerini yargıladıklarını düşünüyorum. Sorun görmek olduğu için kadın bu kadar önemli. Romandaki kadın kahraman çok çok şişman bir kadın olduğu için, hem görülmekten mustarip hem de görülmemek gibi bir şansı yok. Hem kadın olması, hem seyirlik malzeme olması, durumunu ağırlaştıran faktörler.”

 

Kadın, depresyona daha yakın

Mahrem’de, görsel kültür karşısında erkek ve kadın tepkisini de görmek mümkün. Romandaki cüce erkeğin, fotoğraf makinesi kullanmakla bu kültürün silahıyla silahlandığını düşünürken, yazdığı Nazar Sözlüğü ile de bu kültüre karşı yazılı olarak karşı çıktığını görüyoruz. Şafak, kadın tepkisinin daha depresyona ya(t)kın olduğunu düşünüyor: “Romanda, cüce olan erkek, daha yapıcı ve Nazar Sözlüğü yazıyor. Kadın ise daha protest. Görsel kültürün baskısına, daha fazla yiyerek ve kilo alarak karşı koymaya çalışıyor. Kadınlar bu anlamda depresyona biraz daha yatkın. Biyolojik bir şey değil bu, kültürel bir şey. Sonradan edindiğimiz bir özellik. Mümkün olduğunca özel bir alana kapanmaya çalışıyor, kadın. Mahrem alan o. Mümkünse evden çıkmamaya çalışıyor. Evden dışarıda geçirdiği her dakika onlar için bir bunalıma dönüşüyor. Ama sonuçta hem şişkonun hem de cücenin tepkileri birer hayatta kalma stratejisi. Hayatta kalma taktikleri geliştirmeye çalışıyorlar. Kadınınki de öyle.”

Aslında ‘mahrem’ kelimesi, doğrudan ya da dolaylı olarak kadını çağrıştırıyor. Bu anlamda da, Elif Şafak’ın ‘Mahrem’de, olayları daha çok kadın gözüyle anlatması doğal. Buna, görsel kültürün ağırlıklı olarak kadını tükettiği gerçeğini de eklerseniz sorun yok gibi. Ancak, Şafak’ın kendi gerekçelerini merak ettim. Bir de feminizme bakışını: “Erkek hegemonyası ile dayatılan sistem çok fazla içselleştiği için ikisini birbirinden ayıramıyorum. Ataerkil kültürün sorgulanmasını istiyorum. Ama bunu tek bir özne olarak ve onun açısından sorgulayamazsınız. Tek bir kadın ya da tek bir erkek modeli yok. Ve bu çeşitlilik içerisinde sorunlar da birbiriyle elbette kesişiyor. Açıkçası mevcut cinsiyet tanımlamasının erkekler üzerinde de ciddi bir baskı oluşturduğunu düşünüyorum. Bu ilişkiyi kadın ezilen, erkek ezen konseptinde ele alırsak hiçbir yere varamayız. Feministlere çok kötü bakan insanların yanında kendimi feminist hissediyorum; fakat feministlerin yanında da böyle hissedemiyorum. Belki de böylesi daha sağlıklı bilemiyorum. Sadece tek bir kadın tanımının yaşadığı sorun değil bu.”

 

Sizin görmediklerinizi görüyorum...

Elif Şafak, iki yıldır yerleşik olarak yaşıyor, İstanbul’da. İstanbul a ve çağrısına karşı bir zaafı var. Ve belki biraz da ‘yabancı’lığının kendisine, biz yerleşiklerin görmediği birçok şeyi görme imkanı verdiğini düşünüyor: “İki senedir yerleşik yaşıyorum İstanbul’da. Ondan önce gelip gidiyordum. Ama İstanbul benim hep var olmak istediğim bir yerdi. En sonunda dayanamayıp yerleştim. Belki yabancı olmanın birtakım avantajları var. Sizin kanıksadığınız ve gör(e)mediğiniz şeyleri ben görüyorum. Aslında Türkiye’de yaşayan insanlar kendi kültürlerine o kadar yabancılaşmışlar ki, hâlâ birçok şeyi görebilirler. Batı’nın ürettiği ve popüler hale gelen bir terminoloji var.”

Merak ettim ve sordum, acaba Elif Şafak’ın gördüğü Türkiye’nin hudutlarında neler vardı?: “Türkiye’de belli temalar hiç tartışılmıyor. Keşke otursak ve küreselleşmeyi farklı açılardan tartışabilsek. Küreselleşme, ciddi olarak üzerinde durulması gereken bir süreç. Sorgulama yetimizin yeterli olmamasını ve unutkanlığımızı Türkiye açısından çok zararlı buluyorum. Israrla unutan ve unutturulan bir kesim ve ısrarla hatırlayan bir başka kesim var. Burada bence tehlikeli olan, geçmişle aramızda sürekliliğin olmaması. Bu çok zarar veriyor. Bir tarafta gerçekten takıntılı olarak Batıcı bir bakış açısı var, diğer yanda ise gözlerini tamamen geçmişe dikmiş ve geleceği unutmuş bir kesim var. Yani geçmiş Osmanlı ise bu geçmişi görmeyen, yoksayan bir kesime tepki olarak; bu geçmişte eleştirilecek hiçbir şey bulmayan bir başka kesim var. İkisinin birbirinden çok farklı olmadığını düşünüyorum. Bu ikisinin dışında üçüncü bir göz, üçüncü bir yoldan yanayım ben. Geleneğin tutucu ve bağnaz bir şey olduğunu düşünmüyorum. Gelenek nerden geldiğini gösterir insana. Geleneğin de dönüştürülebileceğini hissettiğimiz anda sanırım daha sağlıklı bir şey ortaya çıkacak.”

Mahrem’in parçalı kurgusu içerisinde, görsel devrim karşısında Türk modernleşmesinin durumu da ustalıkla yerleştiriliyor. Özellikle 1880’lerin Pera’sına neden atıfta bulunduğunu şöyle açıklıyor, Şafak: “Modernitenin her şeyi görünür kılmasına ve görselliğe gereğinden fazla vurgu yapmasına bir tepki, bu roman. Bu yüzden 1880’ler Osmanlı’sına kadar uzanıyor. Osmanlı geç döneminde birtakım kırılmalar var. Görselliğin yeniden tanımlandığını düşünüyorum. Ama bu sadece bize özgü bir şey değil. Fransız ve Rus modernleşmeleri de var. Modernleşmenin kendisi böyle bir şey. Görselliğin kazandığı önem açısından Rus modernleşmesi ile Türk modernleşmesinin birbirine çok benzediğini düşünüyorum. Batılı oryantalistler Doğu’yu kadınlaştırırken; bizim o dönemki entelektüelimiz de Batı’yı kadınlaştırma yoluna gittiler.”

 

Gizem kayboluyor

Gizem, bu hayatın neresindeydi? Geleneksel saklantı mekanlarının da giderek önemini kaybettiğini düşünürsek. Hangi mağara saklayacaktı bizleri, sinek gözlerden? Çetrefil bir soruydu: “Gizem, büyü biraz daha güncel hayattan çekiliyor. Ve ben kaybolmasını istemiyorum. Sonuçta aslında kayboluyor derken, yüzde yüz kaybolması mümkün değil. Görmek aslında masum bir şey değil. Ele geçirmek, sahip olmak anlamına da geliyor.”

Tam da öteki nin trajik konumuna değinecektik ki, aslında durumun bu kadar da trajik olmadığını söyledi. Aleyhte işleyen bir öğütme mekanizmasının içselleştirilerek bir diğerine karşı kullanıldığından hareketle: “Kadın bu toplumda tabii ki ötekileştiriliyor. Fakat, sorgulanması gereken bir şey, ötekinin de bir diğerini ötekileştirdiği. Öteki’ni kurban olarak düşünüyoruz. Fakat, durum acıklı değil. Aynı mekanizmayı o da başkası adına işletiyor.”

Doğruydu. Her ne kadar iç/dış çatışması yaşıyorduysak da, söylem/edim tutarsızlığında boğulduğumuz da bir gerçekti. Ve, hangimiz masumduk ki?

Onca tercih içerisinde hiçbiri’ni işaretlediğinizi duyar gibiyim. Doğru tercih! Biz de onu işaretlemiştik, söyleşi sonunda...

 

 

 

Zaman, Hüseyin SORGUN, 02.10.2000

 

 

 

İzlenme : 5932
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us