. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Evliliğe de çocuğa da karşıydım ama tükürdüğümü ya

Evliliğe de çocuğa da karşıydım ama tükürdüğümü yaladım!

 

"Hayatı yazı üzerine kurulu ben; doğumdan sonra 10 ay hiçbir şey yazamadım, çok ağladım ve sorguladım kendimi. Ve bu depresyondan Siyah Süt adında bir kitap çıktı. Bunu yazmam gerekti; cin çıkartmak gibi..."..

 

Göründüğü kadar naif, kırılgan ve evet, hüzünlü... Telefonla konuşmamızdan buluştuğumuz ana kadar her onaylama cümlesinde Eyvallah, diyor. Bunu bile o kadar kırılgan bir sesle söylüyor ki... Hoşuma gidiyor; karşı karşıya gelir gelmez sormak zorunda kalıyorum; neden? Gülüyor: "Evet Eyvallah ı çok kullanıyorum, çok ilginç tepkiler de alıyorum bundan ötürü. Bindiğim taksinin şoförleri, bunu kadınların söylemesine alışık olmadığını söyleyenler, Çok harbisin, diyenler oluyor. Seviyorum bu kelimeyi..." Elif Şafak, zor günler geçirdi. Malum; Baba ve Piç romanında Türklüğü aşağıladığı gerekçesiyle ünlü 301. maddeden yargılandı. Beraat etti ama gelin görün ki, o günden sonra hayatı eskisi gibi olmadı. Israrla 301 i konuşmak istemediğini, bunu geride bırakmak istediğini söyledi. Eyvallah! Birkaç soru sadece; ne hissettiğiyle ilgili... Öte yandan o zor günleri atlatmaya çalışırken hamileydi, tabii sonrasında doğumu da çok konuşuldu. Zira çocuk doğurmaktan kaçan, korkan bir kadın olduğunu söyledi hep. (Referans gazetesi yayın yönetmeni Eyüp Can ile evli) Nitekim her kadının hafif ya da ağır geçirdiği, doğum sonrası depresyondan o da geçirdi. Ne yaptı? Tabii ki oturdu bununla ilgili bir kitap yazdı; adını da Siyah Süt koydu. Kendini sorgulayan, kendiyle hafif dalga geçen, ilk kez kendini de anlattığı bir kitap. Kasımda çıkıyor, Latif Demirci nin çizgileri eşliğinde... Toplumun bir anneye ezberlettiği değerleri, pompalanan annelik imgesini, yazar bir annenin iç savaşını anlattığı kitabı eminim yine büyük ses getirecek. Bizde çıkmadan önce kitabı, anneliği, kadınlığı masaya yatırdık...

Şirin SEVER


- Anneliğe sıcak bakmayan biriydiniz, sürpriz bir hamilelik yaşadınız ve bir sene önce Şehrazat Zelda yı doğurdunuz...
- Ben, evliliğe çok sıcak bakmayan biriydim, tükürdüğümü yaladım (kahkahalar). Anneliğe sıcak bakmayan biriydim, yine tükürdüğümü yaladım. Hep şunu düşünürdüm; benden anne falan olmaz, benden iyi bir üvey anne olur, çünkü iyi arkadaş olurum çocukla. Bir de açıkçası yazarlık çok bencilce bir uğraş, özellikle romancılık o kadar benmerkezci bir iş ki... Dostların seni arayabilir, birisi seninle görüşmek isteyebilir, eşin seninle yemeğe çıkmak isteyebilir... Envai çeşit şeyi atıyorsun kenara ve sadece romanı çıkarıyorsun ön plana ve bu haftalarca, aylarca böyle...

- Edebiyatla yazarlık çatıştı yani!
- Yazarlık dediğim gibi bencilce bir şey, annelik ise bencilliğin ölümü! Çocuğunuzun okulda çok önemli toplantısı var diyelim ya da doktora götürmeniz lazım, Ben roman yazıyorum, kapalıyım diyemezsin. Bir de ben çok göçebe bir insandım, bir ayağım hep kapının dışındaydı; gitmesem de kapının açık olduğunu bileceğim, gideceğim, geleceğim, hayatım bunun üzerine kuruluydu. Fakat sonra şunu fark ettim, ben çocukla da dolaşabilirim!

- Madem bu kadar bencildiniz, edebiyatla evliliği nasıl örtüştürdünüz?
- Eyüp (Can) olmasa ben örtüştüremezdim.

- Nasıl bir kolaylık sağladı size?
- Tamamen onun mahareti. Beni o kadar özgür bıraktı ki, daha çok bağlandım. O beni bağlamaya çalışsaydı kaçardım.

- Derviş gibi bir adam olması lazım!
- Kesinlikle öyle, derviş gibi bir adam...

- Sizi nasıl anlayabildi? Daha doğrusu, bencil biriyle nasıl evlenebildi?
- Bilmiyorum, o da onun imtihanı herhalde (kahkahalar), o da bu imtihanla sınanıyor bu dünyada. Şaka bir yana; yazar çizer, gazeteci, kültürel bir elit, bu gibi çevrelerde aslında erkek egemen zihniyet zannettiğimizden daha derine işlemiş durumda. Sokakta karısını hırpalayan adamı görüp saptamak kolay da; dışı çok modern, eşitlikçi görünen ailelerdeki erkek egemenliğini saptamak, onu eleştirmek, onu dönüştürmek daha zor. Çünkü kabuğu o kadar cilalı ki, imajı o kadar güzel ki... Ama içine baktığında aslında aynı. Ben birçok entelektüel erkeğin, sevgilisi ya da eşi kendilerinden bir adım öne çıkmasın diye çaba sarf ettiklerini gözlemliyorum, hoşlanmıyorlar! Dönüştürmesi en zor olanı da bu zaten. Tabii ki ben çok şanslı hissediyorum kendimi.

 

 

Osman Sınav la film senaryosu yazıyoruz

 

Menekşe ile Halil dizisinin senaryosunu yazmak o kadar keyifli bir süreç ki. Bir edebiyatçı için yeni bir tecrübe, inanılmaz hayranlık ve saygıyla izliyorum oyuncuları, yönetmenin yaptıklarını. Geçen sene de Osman Sınav la bir film senaryosu yazmaya başladık, henüz bitmedi. Konu aşk ve tasavvuf. İnşallah önümüzdeki sene çekilecek.

 

 

 

Her kadın için baskı var

 

 

- Mahalle baskısı denen bir şey var mı, bu gerçekten sanal bir tartışma mı?
- Mesela daha kapalı, daha muhafazakâr yerlere gittiğinizde, Anadolu yu gezdiğinizde, insanların içselleştirdiği bir yaşam tarzı var ve belki dışına çıkmakta zorlanıyorlar. Ama bu türbanla falan ilgili değil. Küçük bir örnek vereyim; ben dul bir anne tarafından yetiştirildim, küçük bir yaştan itibaren de bir çok şeyi gözlemleyerek büyüdüm, zor bir şey bu toplumda dul bir kadın olmak. Bunu türbanla falan açıklayamazsınız, bu ataerkillikle ilgili bir şey. Yani birtakım roller var bizlere öğretilen; kadınsan mütevazı ol, başını yerden kaldırma, şöyle giyin, böyle giyin, verdiğin mesajlara dikkat et. Bu baskı hepimizin üzerinde. Bu, türbanlı kadınların koyduğu bir baskı değil; türbanlı, türbansız bütün kadınlar etkileniyor bundan. Konuşacaksak bence bunları konuşalım. Bu düzlemden ben daha yaratıcı bir şeylerin çıkacağını düşünüyorum.

 

 

 

Doğum sonrası 10 ay depresyon yaşadım

 

 

- Doğumdan sonra İyi yazar kötü anne mi olur? Kariyer mi çocuk mu yazıları yazıp durdunuz. Neden bu sorgulama?
- Yanlış anlaşılmasın, tabii ki iyi yazar ve iyi anne olmayı başaran birçok kadın var ve onlara saygı duyuyorum ama şunu söylüyorum; bu çok kolay bir denge değil, erkeklerin de anlayamadığı bir sorun. Ve bunu sadece kadın yazarlar yaşamıyor, belli idealleri, hırsları, hevesleri olan her meslekten kadın bence bu dengeyi nasıl oturtacağını düşünüyor. Çünkü toplumun size biçtiği roller var: Bir, kendi özel hayatınızda yerine getirmeniz gereken roller, bir de kamusal alanda yaptığınız işler var. Bütün bunları dengelemeyi öğrenmek bir sınav.

- Nasıl bir denge kurdunuz peki?
- Doğum sonrası 10 ay kadar süren bir depresyon yaşadım. Uzun zaman herkes bu işi mükemmel kotarıyor, bir tek ben yapamıyorum zannettim. Sonra birçok kadınla konuştukça, okudukça yaygın bir durum olduğunu gördüm. Ama bunları konuşmadığımız için zannediliyor ki böyle şeyler yaşanmıyor.

- Depresyondan kastınız ne?
- Dışardan anlaşılabilen bir şey değildi belki ama hayatı yazı üzerine kurulu bir insan, ben; 10 ay boyunca hiçbir şey yazamadım. İnancım sarsıldı, bir daha yazamayacağımı düşündüm.

- Üzerinizden nasıl attınız bu depresyonu?
- Eşimin çok yardımı oldu tabii ki ama depresyon kendi sürecini doldurdu, ömrünü tamamladı ve o beni bıraktı!

- Yardım almadınız mı?
- Birkaç kanaldan yardım aldım ama bu şöyle bir şey; birden özgüveniniz zedeleniyor. Bir şey oldu ve ben dibe vurdum! Meğer dip esnekmiş, katı değilmiş, seni zaten yukarı çıkartıyor. Kendimi çok sorguladım, kendimi çok deştim, çok ağladım, Allah a şükür geçti. Ama oradan başka bir şey çıktı.

- Nasıl bir şey çıktı?
- Bu depresyon üzerine bir kitap yazıyorum; bitmek üzere. Zaten onun benden çıkması için benim onu yazmam gerekiyordu, cin çıkartmak gibi! Kitapta da bir cin anlatılıyor, lohusaya dadanan bir cin! Eskiden lohusa kadın yalnız bırakılmazmış, sürekli başında birileri beklermiş, çünkü kadının evhama, depresyona, bunalıma yakalanmak için en uygun, en açık olduğu dönem. İlginç olan; eskiler, anneanneler bunları biliyor zaten ve kendilerine ait önlemleri var.

- Nasıl bir kitap peki bu?
- Postnatal depresyon u anlatıyor. Bir tarafta müthiş kutsallaştırılmış bir annelik anlayışı var, öbür tarafta da biraz kadın dergilerinin pompaladığı başka bir şey: Süper dişi, süper anne imajı... Kariyer de yaparım, çocuk da, her şeyi mükemmel yaparım diyen ikinci bir söylem. Ne bu söylem, ne de öbürü bize anneliğin zaman zaman gölgeli başka yanları da olabileceğini gösteriyor. Sürekli cilalanmış, romantikleştirilmiş bir annelik mefhumu var. Yanlış anlamayın, annelik çok güzel bir şey, ben bunu sorgulamıyorum ama şunu söylüyorum, kadınları zaman zaman sarsabilen bir şey!

- Adı nedir kitabınızın?
- Siyah Süt!

- Ne demek siyah süt!
- Kadın literatüründe tartışılan, özellikle Fransız feminist kuramcıların sorduğu bir soru var: Süt mürekkebe dönüşebilir mi, kadınlıktan beslenerek kadın yazarlar ayrı bir edebiyat, ayrı bir yazın türü geliştirebilirler mi diye... O mürekkep imgesine de, depresyona da bir gönderme olsun diye bu ismi verdim.

- Otobiyografik özellikler var mı?
- Evet, kendimden yola çıkarak ilk kez yazdım. O yüzden bu kitap yazı hayatımda çok farklı bir yere sahip.

- Bir kadının bunları yaşadığını, bocaladığını görmek bir erkekte nasıl bir iz bırakıyor peki?
- Sanki Eyüp bana Delidir ne yapsa yeridir gözüyle baktığı için çok şaşırmıyor. Ama evde sürekli ağlayan, kendini toparlayamayan, en mutlu olması gereken dönemde sarsıntılar yaşayan birini görmek eminim erkekleri de tüketiyor. Bu işin bir boyutu ama ben babaların da doğum sonrası sarsıntı yaşadıklarını, fakat erkekliğe zeval getirmemek için bunu konuşmadıklarını düşünüyorum. Bence erkekler için de postnatal depresyon kitapları yazılmalı.

 

 

 

 

Şafak ın EN leri

 

 

- En son okuduğunuz kitap?
- Selim İleri nin Şimdi Seni Konuşuyorduk kitabı. Çok keyifli, zaten çok severim kendisini...

- En sevdiğiniz dizi?
- House. Yerlilerden Pusat, Bıçak Sırtı, Hatırla Sevgili, Binbir Gece.

- En sevdiğiniz mekân?
- 15 yıl önce kırmızı eti bıraktım. Her tür balık mekânı uyar bana...

- Yaşamaktan en zevk aldığınız şehir?
- İstanbul, İstanbul, İstanbul! Hiçbir şehre benzemiyor.

- En büyük pişmanlığınız?
- Pişmanlıkları olan, keşke lerle düşünen bir insan değilim. Ama yemek pişirebilmeyi isterdim!

- En sevdiğiniz yemek?
- Ekmek çok severim, ekmek yapmayı öğrenmek isterim. Birileri ekmek yaparken yazmak beni çok rahatlatır. Birkaç fırına gidip oturup yazı yazdığım olmuştur. O koku, o un, meditasyon gibi geliyor.

- En nefret ettiğiniz şey?
- Nefret etmemeyi öğreniyorum.

- En sevdiğiniz sanatçı?
- Müzeyyen Senar denince akan sular durur.

- En sevdiğiniz oyuncu?
- Yerli isimlerden Türkan Şoray.

 

 

 

 

Aynılaşmak türbandan kötü

- Üniversitede din ve kadınlar üzerine de çalışmalar yapan bir akademisyen olarak Türkiye deki yaşam tarzım elimden alınacak korkusunu paylaşıyor musunuz?
- Bu korkuyu anlıyorum ama paylaşmıyorum! Bana çok düşündürücü geliyor... Kafamızda genellemeler yapıyoruz; sanki orada bir yerde türbanlı kadınlar diye yekpare, tek renkli, tek sesli güruh var, öbür tarafta da onun karşıtı varmış gibi bir tablo. Bu çok yanıltıcı. Türkiye her anlamda sentezler ülkesi... Bununla övünmeyi bilirsek çok da pozitif bir özellik.

- Bu dini motifler ezelden beri vardı Türkiye de ama şu andaki korkunun nedeni bunun devlet eliyle kamusal alana çıkarılması değil mi?
- Anlıyorum ama korkularımızı yenmemiz gerektiğine inanıyorum. Sonuçta türbandan falan endişe etmiyorum, benim endişem, aynılaşmak.

- Aynılaşmaktan kastınız ne?
- Şunu kastediyorum, bireyselliğe izin verilmemesi, bireysel farklılıkların saygı görmemesi, bastırılması, insanların bir kolektif kimlik altında biçimlenmeleri ve ondan çıkamamaları... Herkes benim gibi olsun diye dayatmak; sol adına da, İslamcılık adına da...

- Türbanın anayasal güvence altına alınması peki? İnsanları korkutan bu mu aslında?
- Ben üniversitede ders verdim, veriyorum. Türban yasağı her şeyden önce bir kadın olarak beni rahatsız eden bir yasak, çünkü cinsiyet ayrımına yol açıyor. Aynı dünya görüşüne sahip bir erkek öğrenci elini kolunu sallayarak üniversite kapısından girerken kız öğrenci geri çevriliyor. Kızların zaten kolay okuyamadığı bir ülkede bu, iki kat ayrımcılığa yol açıyor. Açıkçası bu tür korkuların, kaygıların kültürel elitte daha fazla olduğunu düşünüyorum. Ben Zaman gazetesinde yazdığım için o kadar çok tepki aldım ki, Ne işin var orada? dediler. Sanki orası başka bir Türkiye, sanki orası kaf dağının arkası!

- Laiklerin korktuğu kadar vahim bir tablo var mı sizce ortada?
- Bence yok. Ama şunu yaparsak; kamplaşırsak, kutuplaşırsak, korku politikaları üretirsek o zaman tabii ki korkulacak şeyler çıkar. Yani biraz hem demokrasiye inanmak, hem kendi insanına inanmak, hem bu ülkenin tarihini, kültürünü, mayasını bilmek lazım. Bizim mayamızda baskıcı şeriat devleti yok.

- Kadınlar neden korkuyor o zaman?
- Aslında bu siyasi tartışmalarda aktif bir şekilde yer almaları çok hoş. Öte yandan baskıcı bir tavır olursa bundan en çok zarar gören, yaşam tarzlarını değiştirecek olan kadınlar tabii ki. Erkekler o kadar etkilenmeyecek ki. Ama bu korkuyu yenmemiz lazım. Türbanlı kadınla başı açık, modern bir kadının hiçbir ortak noktası yok gibi gösteriliyor. Bu yalan! Tahmin ettiğimizden çok daha fazla ortak noktamız var. Açıkçası ben; sanki iki ayrı kadın türü varmış gibi bir hava yaratılmasına karşıyım.

 

 

 

301 tartışmalarını hayatımdan çıkarmak istiyorum

 

- Abdullah Gül; 301 den yargılanan yazarların mahkûm edildiği gibi izlenimler bulunduğunu, bunun Türkiye ye haksızlık olduğunu söyledi Strasbourg ta. Bu sözlerin bir anlamı var mıydı?
- İnanın 301 konuşmak istemiyorum, o kadar bunaldım ki! Benim arzum bu ülkede fikir özgürlüğünün olması, insanların yazılarından, fikirlerinden ötürü yargılanmaması... Bunun ötesinde bütün 301 tartışmalarını geride bırakmak istiyorum, şahsen buna ihtiyaç duyuyorum.

- Siz geride bıraksanız da o sizi bırakmıyor! Uluslararası basın, sizlerin bu yönüne dikkat çekiyor, sizi bu anlamda gözlüyor...
- 301 den birçok insan yargılandı; sadece birkaç ismin öne çıkması doğru da değil, adil de... Konuşacaksak bunu bütün olarak konuşmalıyız.

- Yazdıklarından ötürü tepki görmek, yargılanmak apolitik hale getiriyor mu insanı?
- Başka insanlar bunu nasıl yaşıyor bilmiyorum ama ben çok etkilendim, çok sarsıldım. Roman karakterlerinin sözleri yüzünden suçlanmak yazarın o kadar elini kolunu bağlayan bir şey ki... Yani roman karakterlerimi konuşturamayacak mıyım?

- Yazarken kendinizi geri çektiğiniz, durdurduğunuz zamanlar oldu mu?
- Tabii, şunu fark ettim, kendime otosansür uyguluyorum. Onu fark ettiğim anda da yazmayı bıraktım zaten, bir sene hiçbir şey yazamadım.

- Bir yandan 301 den yargılanmak, diğer yandan devlet eliyle, kültür bakanının davetiyle 2008 Frankfurt Kitap Fuarı nın açılışında Türkiye yi temsil etmenizin istenmesi... İronik değil mi?
- Oradaki seremonide Türkiye yi temsil etmekten müthiş şeref duyuyorum. Ama bunu da şahsi olarak algılamıyorum, önemli olan bunun bir Türkiye senesi olması. Türk kültürünü tanıtmak için fırsat..

 

 

 

Bedenleriyle barışık kadınlara gıptayla ve saygıyla bakıyorum

 

- Araştıran, yazan, çizen, duyarlılıkları, farkındalıkları olan, entelektüel bir kadının fizyolojik ve biyolojik bir değişimi kabul etmemesi normal mi? Doğal olanı reddetmek?
- Belki de bu kadar çok okuyup düşünen insanlar bunu yaşıyor...

- Nedeni ne?
- Bence bizde cinselliği konuşmak çok zor! Çünkü çok bıyık altından gülünen, müstehzi bir ifadeyle karşıladığımız, olgun olmadığımız bir konu! Eğer bir kadın beyniyle kabul ve saygı görmek istiyorsa bedenini öldürüyor.

- Sizin yaşadığınız da bu muydu?
- Evet. Çünkü erkek egemen bir dünyada sürekli Ben de en az sizin kadarım, diyerek var olmaya çalışıyorsun. Bunu, kadınsılığını bastırarak ya da mümkün mertebe erken yaşlanarak yapıyorsun. Bu ne demek? Mesela 30 undasın, 50 nde gibi giyiniyorsun. Ben de böyle giyiniyorum. Kahverengiler, griler, siyahlar, lacivertler. Eşim çıldırıyor! Ama yapamıyorum, bir zırh taşıma gereği duyuyorsun. Öyle bir noktaya geldim ki, kendi kendimle dalga geçme gereği duydum. Bu mizahla yazılmış bir kitap o yüzden...

- Aslında siz bedeniyle barışık olmayan bir kadın mıydınız, böyle mi göstermek işinize geldi?
- Ben bedeniyle barışık olmayan bir kadındım. Bence Türkiye de bir; kadınsanız, iki; gençseniz saygı görmüyorsunuz. O anlamda kadınlar daha erken yaşlanır Türkiye de çünkü yaşlı kadının daha emin bir zemini vardır. Öbür kadın sürekli şunu kanıtlamak zorunda; Fotoğraflarım değilim ben, yazılarıma bakın, beynime bakın.

- O yüzden mi fotoğraflarınız hep aynı? Saçlar yüzü kapatıyor, boğazlı kazaklar giyiliyor, objektife bakılmadan pozlar veriliyor...
- Tabii... Hiç gülemem fotoğraflarda ama bunu farkında olmadan yapıyorum. Hiç çiçekli, açık, askılı elbiseler giyip edebiyat röportajı verdiğimi de hatırlamıyorum ben...

- Verseniz ne olacak?
- Elbette bir şey olmaz ama önce kendi içinizde bunun rahatlığını taşımanız lazım.

- Peki bu zırhlarıyla yaşayan siz le asıl siz arasında bocalamadı mı eşiniz? Siz evliliğe de karşı olan biriydiniz ama evlendiniz...
- İki değil biz en az altıyız! (kahkahalar) Bende bir koro var. Fakat şunu söylemem lazım; hep gizliden gizliye bedenleriyle barışık, cinselliklerini çok rahat yaşayan kadınlara gıpta etmişimdir, saygı duymuşumdur. Ama bunu doğal taşıyabilen kadınlardan bahsediyorum. Ben yapamıyorum...

 

 

 

Babama kırgınlığımı çocuğuma anlatmam

 

- İkinci kez evlendikten sonra diğer çocuklarına ilgi göstermiş ama sizi sahiplenmemiş dolayısıyla nefret ettiğiniz bir baba figürü... Bir dönem anne olmak istememeniz, doğum sonrası depresyon süreci babasız çocukluğun sonucu mu?
- Açıkçası ben böyle düşünmedim ama siz sorunca kabul ediyorum, muhakkak etkisi olmuştur. Çünkü bir aile ortamında büyümedim. Bir de çok fazla kültürel yolculuk oldu benim hayatımda. Yani başka ülkelerde kaldık; İspanya, Ürdün, Almanya, sürekli seyahatler... O anlamda ailenin verdiği kabuk, güven duygusu da hiç olmadı bende. Zannettim ki, ben böyle şeylere hiç ihtiyaç duymayan biriyim. Ne zaman ki anne oldum, çok değiştim.

- Babanızı hiç sevmediğinizi, hatta reddettiğinizi söylemiştiniz...
- Reddetmek değil de... Bende baba nosyonu yok, hiç olmadı. Ama bunun farklı izleri oldu bende, bir dönem öfke duydum, kırgınlık duydum, şimdi hiçbir şey duymuyorum. Kapattım artık bu konuları, kendi içimde helalleştim, barıştım. Şimdi başka bir mevsim... İnsanın mevsimleri oluyor demek ki.

- Çocuğunuza anlatacak mısınız bunu?
- Şuna inanıyorum; boşanmış aileler de dahil, anneler oturup ayrıldıkları eşleri hakkında bıdı bıdı yapmamalı çocuklarına. Ne yaşadıysanız, siz kendiniz yaşadınız, o sizin tecrübeniz. Çocuğun yaşadığı şeyler de kendi hikâyesi olacak. Yani bir hikâye öbür hikâyeyi bağlamaz, etkilemez. Oturup çocuğumun beynini yıkamam. Tabii ki benim babasız büyümüş olmam benim dünyaya bakışımı, her şeyimi etkiliyor ama öfkeli, olumsuz bir şey anlatmam.

- Yaşadıklarınızdan sonra nasıl bir baba-kız ilişkisi için çabalıyorsunuz?
- Bunu eşimle konuşmanız lazım ama şu çok önemli; karşıdaki insanın başlı başına birey olduğunu unutmamak. Ben her insanın dünyaya kendi özellikleriyle geldiğine inanıyorum. Yani çocuklarımız bize ait değil, bizim mülkümüz değil. Ama biz çoğu zaman onlar bizim uzantılarımızmış gibi davranıyoruz. Biz o hataya düşmemeye çalışıyoruz.

 

 

 

Aşk bütün fikirlerimi değiştirdi

 

- Babalarının kızları, çok rahat kocalarının karılarına dönüşüyor demişsiniz. Babasız kızlar veya annelerinin kızları makbuldü bir dönem, şimdi ne düşünüyorsunuz?
- Ben hep babasız kızım, o değişmez. Ama evet, babalarının kızları olanlar öbür role daha çabuk uyum sağlıyorlar. Kendi kızımın Eyüp le ilişkisini tamamen onlar kuracak, yani o yeni bir sayfa...

- Ait olmaya alerjisi olan, aidiyet duygusu olmayan biri olarak bir insana ait hissediyor musunuz kendinizi şimdi?
- Tabii daha sorumlu hissediyorum.

- Eşinizle başladı, kızınızla birlikte iyice yerleşti bu duygu, öyle mi?
- Doğru. Zaten bütün konuştuğumuz duygusal sarsıntılarda bu tür soru işaretleri var, Ben bütün bu rolleri nasıl dengeleyeceğim? Başına buyruk yaşayan içimdeki sanatçı ne olacak? Onlarla aile hayatını nasıl dengeleyeceğim? Bu tür kaygılarım vardı ama şunu anladım, illa da yüzde 100 denge diye bir şey yok. Bazen bazı şeyler ağır basıyor, bazen öbür taraf. Diğer rolleri engel gibi değil de, bütünleyici olarak görünce rahat ettim.

- Böyle zırhlar kuşanan bir kadının kalkanlarını indiren neydi peki?
- Aşk! Çok irrasyonel bir şey aşk... O kadar insanı sarsan bir şey ki aşk Eyüp hiçbir şey yapmadı. Zaten mesele de bu; bir şey yaparsanız ters teper. Aşkın yapmakla bir ilgisi yok bence. Aşk aklın değil; beyninizin başka bir yerinin veya kalbin devreye girdiği bir nokta. Ne değiştirdi beni evlilik konusunda? Aşk... Ne değiştirdi annelik konusunda fikirlerimi? Aşk...

 

 

 

 

SABAH
 

14 Ekim 2007, Pazar

 

 

 

Tasavvuf...

Dün yayımlanan yazar Elif Şafak röportajında tasavvuf sohbetini sayfaya sığdıramadık bir türlü. Bugün ufak bir ek yapıyorum... Şafak, 20 li yaşlarında kişisel bir arayış ve ihtiyaçla tasavvufa merak sarıyor, büyük bir açlıkla tasavvuf okuyor, okudukça cehaletinin arttığını, hiçbir şey bilmediğini düşünüyor giderek... Entelektüel bilgilenmenin ardından da kalpten bağlanıyor tasavvufa. Peki insanın hayatını nasıl değiştiriyor tasavvuf, günlük yaşamda insana ne katıyor? İşte anlattıkları: "Bir kere her şeye bakışın değişiyor; dünyayı farklı algılıyorsun. Eskiden iyi-kötü dediğin şeyler artık sıfatlarla adlandırılmıyor, anlıyorsun ki iyiyle kötüyü bir lemeyi öğrenmen lazım..." Tasavvuf, yazarlığını da etkiliyor tabii... "Yazarlık nefsin çok yüksek olduğu bir şey; kendinizi çok özel, çok matah, çok önemli biri zannedeceksiniz. Karakterler yaratıyorsunuz, karakterler öldürüyorsunuz, kendinizi tanrı zannediyorsunuz ve bunu zannetmeniz lazım ki, bu işi yapabilesiniz. Dolayısıyla edebiyat benim egomu alıp şişiriyor, tasavvuf da onu alıp yerle bir ediyor. Edebiyatta ben yazıyorum demeye alışmışım, tasavvuf sen yazmıyorsun diyor..." Sürekli ben ben diyenler, çok şey biliyorum cakası satanlar, egosunu şişirip duranlar biraz tasavvuf mu okusa acaba?

 

 

15.10.2007

 

 

http://arsiv.sabah.com.tr/2007/10/15/gny/sever.html

 

 

 

İzlenme : 20596
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us