. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Kızımdan sonra kendimi de doğurmam gerekiyordu

 

Yazar Elif Şafak hamilelik ve doğumla birlikte değişen yaşamını ve hemen her kadının yaşadığı doğum sonrası depresyonun etkilerini Siyah Süt adlı romanında anlatıyor.

 

Bu otobiyografik romanı için Şafak ‘Doğum yaptıktan sonra belki kendinizi de doğurmanız gerekiyor. Kendimizi yeniden dünyaya getirmeden anneliğe başlayamıyoruz’ diyor.

Yaklaşık bir yıl önce, kızı Şehrazat Zelda daha dört aylıkken uzun bir söyleşi yapmıştık yazar Elif Şafak’la. Bir kadın olarak henüz alışamadığı anneliğini, iyi bir yazar olarak da yazamama endişesini samimiyetle anlatmıştı Şafak. Ancak Siyah Süt ortaya çıkana kadar bu sürecin yarattığı travmanın şiddetini pek de hissetmemiştik. Meğer dünya üzerinde anneliği tadan hemen her kadının yaşadığı bu depresyon dönemini, yazarlığının yüklediği endişelerle katmerlemiş, içindeki kadınları bir bir göz hapsine almış Elif Şafak. Kimler çıkmamış ki karşısına: Asıl ben dediği Sinik Entel Hanım, anne olunca tanıştığı Anaç Sütlaç Hanım, sabır öğütleyen Can Derviş Hanım, gündelik hayatını kolaylaştıran Pratik Akıl Hanım, kariyer diye tutturan Hırs Nefs Hanım ve onu en çok şaşırtan, ille de ‘beden’ diyen Saten Şehvet Hanım... Tüm bu kadınların hesaplaşmasından da dili ve hikayeleri zengin, samimi bir otobiyografik roman çıkmış ortaya. Kadınları kadınlara, kadınları erkeklere ve hatta bizzat kendilerine anlatan bir edebi rehber... ‘Doğum yaptıktan sonra belki kendinizi de yeniden doğurmanız gerekiyor’ diyen Elif Şafak ile kızının ardından kendisini de yeniden doğurma sürecini anlattığı Siyah Süt’ü konuştuk.

SÜTÜMÜ MÜREKKEP ETTİM

·  Anaç Sütlaç Hanım’la mı yoksa Entel Sinik Hanım’la mı konuşuyorum şu anda...

Bunların hepsi aynı çemberin içinde. Hepsine eşit davranmayı öğrendim. Kitapta hep böyle değişen dengeler var. Çok sevdiğim Sinik Entel Hanım da Anaç Sütlaç Hanım da aynı şeyin parçası...

·  Saten Şehvet Hanım’ı ne kadar süre bastırabildiniz?

Beni utandıran bir karakter. Hep beyin, beyin, beyin derken o; yo beden, beden, beden diyor. Ama aynı zamanda kadınlığıyla çok barışık bir ses o. Bana kızan bir ses. Çünkü benim daha farklı giyinmemi istiyor, bedenimi daha farklı taşımamı, daha çok önemsememi istiyor. Ama benim için önemli olan nokta şu. Kitabın sonunda o yüzden; demokrasi geldi içime diyorum. Ne zamanki her bir parmak kadını eşit ve haklı görmeyi öğreniyorum o zaman bir denge sağlanıyor. O noktaya kadar birini seçip diğerlerini yok sayarak ilerlemişim. O bir çözüm değil. Hepsinin varlığını kabul etmek ve o çoğulculuğu sevmeyi öğrenmek kitabın anlattığı hikaye.

·  Neden siyah süt?

İki sebepten siyah süt. Doğumdan sonra gelen postnatal depresyon diye adlandırılan döneme okuru yönlendiren bir isim. Bir de belki şunu vurgulamak istedim. Annelikle özdeşleştirilen süt her zaman sanıldığı kadar beyaz, pür-ü pak değil. Onun da kendine göre siyahlıkları, çelişkileri var. Ama belki daha da önemlisi ben o süreçten bir mürekkep elde ettiğime inanıyorum. O bunalımdan bir kitap, bir eser çıktı. Onun için sütten mürekkep elde etmeye bir gönderme.

HEM REÇEL HEM KİTAP

·  İçinizdeki farklı kadınları ilk kez bu kadar net biçimde ortaya koydunuz. Kitabı tamamladıktan sonra ‘Keşke şunları yazmasaydım’ dediğiniz yerler oldu mu?

İlk defa otobiyografik bir kitap yazdım. Meğer çok zormuş. Bu benim sekizinci kitabım. Bugüne kadar yazdığım her şey hayal ürünüydü. Başkalarının hikáyelerini kurgulamak üzerine kuruluydu. Oysa şimdi ilk defa kendi hayatımdan hareketle bir kitap yazdım. Bence bir yazarın kendi hayatıyla ilgili üretebileceği eser sayısı çok da fazla olamaz. Sınırlıdır yoksa kendinizi tekrar edersiniz. Bir yanıyla benim hiç denemediğim bir tür olduğu için zorlandım. Aslında biraz kabuklu, perdeli, saklanmayı seven bir insanım. Bu kadar sansürsüz ve yer yer kendimle dalga geçerek yazmak kolay bir şey değildi. Beni sarstı ama zaten o süreçte o kadar sarsılmıştım ki iyi geldi bana. Bunu yapmaya ihtiyacım vardı.

·  Herkesin içinde farklı şeyler isteyen taraflar vardır. Ama sizin içinizde birbirinden keskin çizgilerle ayrılan karakterler var. Korkuttu mu bu sizi?

Altı tane var ve kitabın bir yerinde belki daha da var diyor. Bunun bana özgü bir şey olduğunu düşünmüyorum. İnsan zaten çok başlı, çok sesli bir varlık. Hepimizin içinde parmak kadınlar, parmak erkekler var ve devamlı konuşuyorlar. Belki ayrıldığımız tek nokta içimizdeki seslere nasıl davrandığımız. Ne kadar barışık yaşıyoruz bu seslerle, ne kadarını bastırıp yok sayıyoruz. Ben de anaç yanımla barışık değildim. Hatta onun varlığından belki biraz utanıyordum da. Çünkü kitapta anlatılan Sinik Entel Hanım benim için daha başat bir karakterdi. Onun arzusu kitap yazalım, kitap okuyalım, hep kitap düşünelim. Anaç Sütlaç Hanım’ın ifade ettiği, temsil ettiği daha evcimen, evine ailesine düşkün, gidip reçel pişiren, kurabiye tarifleri alan bir kadın yapısıyla dalga geçerdi. Benim de yüzleşmeye hazır olmadığım sesler vardı. Mesela Saten Şehvet Hanım da öyle. Varlığı en geç ortaya çıkan ve benim en rahatsız olduğum o.

·  Hamilelik döneminizde zaten bebek dünyaya geldiği zaman yazamayacağınızı tahmin ediyorsunuzdur. Sizi bu kadar şaşırtan ne oldu?

Zannediyorum insan kendi kendine şunu çok soruyor; Niye bu kadar mutsuzum? Çünkü çok mutlu olmanız gereken bir dönem. Çocuğunuz dünyaya gelmiş, Allah’a şükür mutlu olmalısınız. Ama açıklayamadığınız bir hüzün var üzerinizde. Her şeye ağlıyordum, her şey hüzünlü ve acıklı geliyordu. Tabii bundan çok da utanıyordum. Çünkü müthiş bir eksiklik duygusuyla el ele gidiyor bu. Herkes ne güzel başarıyor, ben neden yapamıyorum diyorsunuz.

·  Zor bir süreç olacağını tahmin ediyordunuz ama bu kadarını beklemiyordunuz galiba...
Böyle bir şeye çok hazırlıksız yakalandım. Zaten bilsem daha az sorgular, daha az hırpalardım kendimi. Çünkü önceleri başıma ne geldiğini anlayamadım. On ay boyunca ağladım. Sürekli bir duygusal enkaz halinde dolaştım.

UNUTULSUN İSTİYORUM

·  Nasıl başladınız tekrar yazmaya?

Doğumu takip eden 10 ay, değil yazmak, okuyamadım bile. İlk defa kitaplarla olan ilişkim zedelendi. Ben hep yazarak kendini toparlayan bir insanım. Gündelik hayatımın vazgeçilmez bir parçası. Bu demek değil ki; her gün roman yazıyorum. Ama yazıyla ilgili bir şeyler her günümün içinde var. Not almak, düşünmek, okumak, hayal kurmak... O on ay bana çok değişik geldi. Ne zamanki depresyon dönemi geçti, o zaman iki buçuk ay süren, aralıksız, gece gündüz süren bir yazma dönemi başladı. Deli bir tempoyla yazdım.

·  Hem unutulmasını istiyorsunuz hem de kitap haline getirip uzunca bir süre hatırlanmasını sağlıyorsunuz.

Ben öyle bakmıyorum. Bir şekilde kitabı yazdıktan sonra sizden çıkıyor. Şu anda kitapla ilgili konuşurum, çünkü daha çok yeni. Ama bundan sonraki aşamada kitap artık okurla baş başa. Her kitap okunması için yazılır. Ama ben bunun okunduktan sonra unutulmasını arzu ediyorum.

·  Siz ne zaman unutacaksınız?

Aslında unutma süreci başladı bile. İçimden çıktı artık. Şimdi daha çok akılla konuşuyorum. İçime demokrasi geldi ama kitabın sonunda Lord Poton (Demokrasi cini) bana şunu söylüyor: ‘Demokrasiyi gül bahçesi zannetme, onun da dikenleri vardır’ diyor. Ama muhakkak ki en iyi sistem.
Artık kalemimin değiştiğini söylüyorlar

·  O dönemde sizin yazdığınız gibi bir kitap olsaydı önünüzde, daha mı kolay olurdu her şey?

Kesinlikle. Bizde bu konuyla ilgili yazılmış çok fazla bir şey yok. Avrupa’da İngiltere’de daha yaygın bir konu. Ama onlarda da daha popüler, farklı bir tarzda ele alınıyor. Edebiyat tarihinde olan kadınların isimlerini vererek başka bir şey üretmeye çalıştım. Biraz hayalimdeki kitabı yazdım.

·  Bu süreç sizden ne aldı, size ne kattı?

Bunu zaman gösterecek. Kararı da belki okur verecek. Çünkü insan kendine nesnel bakamıyor. Birçok okur bana anne olduktan sonra kalemimin değiştiğini söyledi. Ama eğer benim hayatımda, kişiliğimde bir değişiklik olduysa kalemimde de değişiklik olmuştur.

·  Genelde İstanbul’dan uzaklaşıp yazdığınızı söylerdiniz ama bu kez burada yazdınız...

Doğru ben daha göçebe bir insandım. Hala bir yanım öyle. Yaşadığım zorluklardan biri de buydu galiba. Çünkü annelik, evlilik, aile... Bunlar daha yerleşik olmayı gerektiren şeyler. Oysa benim ruhum her an kalkıp gitmeye daha alışkındı. Biraz bunları nasıl dengelerim sorusu da kafamı kurcaladı.

Erkekler neler olup bittiğini anlayamıyor

·  Kadını anlatan bu kitaba erkek okurlarınızın ilgisiz kalabileceğini düşündünüz mü hiç?

Aslında erkekler çok okuyorlar bu kitabı. Çok olumlu eleştiriler alıyorum erkeklerden. Özellikle baba olanlardan. Mesela ‘Keşke bu kitabı 8 sene önce okusaydım. O dönem eşimi daha iyi anlar, yaşananları daha kolay atlatırdık’ diyen çok erkek oldu. Bunu duymak beni hem mutlu ediyor hem heyecanlandırıyor. Çünkü neyi kastettiklerini biliyorum. Çocukları dünyaya geldiğinde evde ne olup bittiğini anlayamamışlar, eşleriyle sürekli tartışmışlar. Şimdi atlatılmış ama orada çözülmemiş bir şey var. O dönem eşinin postnatal depresyon yaşadığını bilmeyen ve kendisi de benzer bir depresyondan geçen erkekler var.

·  Eşiniz kitabı okuduktan sonra sizi daha iyi anlamıştır herhalde...

Eşim aynı dönemde askere gitti ve yaklaşık altı ay yoktu. O tabii bendeki bunalımı daha da derinleştirdi. Çünkü Eyüp beni gündelik hayatta çok dengeler. Yanımda olsa belki daha kolay atlatabilirdim. Kafamdaki zanlarla çok baş başaydım. Eyüp dönüp de yazdıklarımı okuduğunda kendinin de yaşayamadığı, ortak olamadığı bir boyut olduğunu gördü.

·  Onun için de zor olmuş...

Kesinlikle...Bir erkeğin ağzından da bu sürecin anlatılması gerek. Onun için de kitabın sonunu ‘Peki ya erkekler...’ diye bitiriyorum. Çünkü karınızı tanıyamıyorsunuz, o gidiyor yerine bir yabancı geliyor. Evin içinde devamlı ağlayan bir kadın ve onunla ağlayan bir bebek. Belki önceden alışık olmadığınız bir kaynana ya da dadı. Kokular, evdeki sesler, kimya değişiyor. O süreç bence erkek için de oldukça yabancılaştırıcı, onun da kendisini yalnız hissetmesini sağlayan bir dönem.

Keşke daha mükemmel bir anne olabilseydim ama...

·  Dünyayı algılamakla bu kadar uğraşmasaydım bu dönemi daha kolay atlatabilirdim dediniz mi hiç?

Kitapda da var. Eyüp bana ‘Çok fazla düşünüyorsun. Düşünme’ diyor. Ben de cevap olarak ‘Peki bunu bir düşüneyim’ diyorum. Alıştığım bir hayatla ilişkilenme biçimi var. O da düşünce üzerine kurulu. Ama okuyan yazan, işi kitaplarla olanların hayatı kol emeğiyle yaşayanlara göre daha zor değil bence Kol emeğiyle yaşayan birinin hayatının zorlukları da çok katmerli. Belki o zorluklar da onların yaşadığı postnatal depresyonları daha değiştirebilir. Doğum yaptıktan sonra belki kendinizi de yeniden doğurmanız gerekiyor. Ben denilen bütünü yeniden kurmak için yerinden oynayan taşları görmeniz gerekiyor.

·  Sürekli çocuğunu anlatan kadınlar sizi rahatsız eder miydi?

Birilerinin çocuğu olur, sürekli anlatırlar ve hiç sevmezdim bunu. Annelerin biz diye konuşmalarından da rahatsız olurdum. Geçenlerde ‘Susadık mı?’ dedim. İnanamadım kendime ama artık sinirlenmiyorum. Bunlarla dalga geçiyorum kitapta.

·  Yazdıklarınızı çocuğunuzun da okuyacak olması sizin suçluluk duymanızı sağlamıyor mu?

Gerçek bunlar ve bunları samimiyetle anlattım. Keşke daha mükemmel bir anne olsam. Ama mükemmel anne diye bir şey de yok zaten. Hiç işime gelmeyen, beni zor durumda bırakacak şeyleri anlatırken de samimi davrandım. Kızımın bunları okurken aynı samimiyeti hissedeceğine inanıyorum.

ESRA CENGİZ

 

02.12.2007

 

http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=39730

 

 

 

İzlenme : 14175
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us