. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“Türkçenin geçirdiği ‘dil budaması devrimi’nden üz

 

"Türkçenin geçirdiği dil budaması devrimi nden üzüntü duyuyorum."

 
Elif Şafak, 1997 yılında Pinhan adlı romanıyla edebiyat dünyasına adım atmıştı. Ardından gelen Şehrin Aynaları (1999), Mahrem (2000) ve Bit Palas (2002) adlı romanlarıyla devam etti serüvenine. Kullandığı dil, anlatımındaki özgünlük, ele aldığı konular, yansıttığı gerçekliklerin değişkenliği ile dikkatleri üzerine topladı. Romanlarının merkezine çoğu kez kadını, modernizmi, acıyı, masalı yerleştirdi.
       Eserlerinde eski ve şiirsel bir dil kullanarak tarihsel fantezi tarzında yazmayı tercih eden Elif Şafak, geçmişle gelecek arasında bir köprü kuruyor ve kahramanlarını bir şekilde İstanbul da buluşturuyor romanlarında. Örneğin ilk romanı Pinhan, hem kadın hem erkek olan dervişin, kendini keşfetme amacıyla Denizli deki Dürri Baba tekkesinden yola çıkarak İstanbul a varması ve kendi gibi iki başlı olan şehri kurtarmasıyla sonuçlanıyordu. İkinci romanı Şehrin Aynaları ise engizisyon mahkemelerinden kaçan Miguel, Isabel ve Andres in İspanya da başlayan ve aynalar şehri İstanbul da devam eden öyküsünü anlatıyordu.
       Elif Şafak, yeni romanı Araf’ta ise farklı ülkelerden, sınıflardan gelip yolları Boston da kesişen bir grup gencin yaşadığı olaylar çerçevesinde, çokkültürlülüğün, modern dünyadaki bölünmelerin, çelişkilerin ve yabancı olmanın hikâyesini anlatıyor.
       Elif Şafak la yazıyla buluşma noktalarını, roman ve yazı yolunun belirlenmesindeki durakları, yazmanın anlamını ve tabii ki yeni romanı Araf’ı konuştuk.

 
Bildiğim kadarıyla yalnız bir çocukluk dönemi geçirdiniz. Bu yalnızlığa, yurtdışına gitmenizle birlikte bir de dilsel-dinsel-kültürel yabancılaşma eklenmiş olmalı. Bir sınıftan bir başka sınıfa, bir mekândan bir başka mekâna, bir kültürden bir başka kültüre geçişler var hayatınızda. Hep bu kesintiler ve kopukluklarla bir sürükleniş söz konusu. Çocukluğunuzun yurduna uzanacak olursak, bu karmaşanın içinde yazı ve edebiyat sizin için ne anlam ifade ediyordu?
 
Bu karmaşanın içinde yazı bir nevi zamk . Dağınık parçaları bir arada tutan, kopuk parçaları birleştiren doku. Yazı, hayatımdaki tek süreklilik. Nereye gidersem gideyim benimle birlikte gelmiş.
 
Peki, neler okuyor ve kimleri yol arkadaşı olarak görüyordunuz?
 
Uzunca dönem Rus edebiyatı ve Latin Amerika edebiyatı. Fransız edebiyatçılarının ve akademisyenlerinin bende etkisi büyük, bilhassa belli bir retorik geleneği açısından. Amerikan edebiyatı içindeki ayrıksı gelenekleri çok severim. Hayyam, Şeyh Galip, Maimonedes, İbn Arabî, Mevlâna peşpeşe büyük iz sahibi düşünce yapımda ama bilhassa Şems-i Tebrizi, illa ki Şems-i Tebrizi.
 
Sizi Pinhan’la tanıdık. Şehrin Aynaları geldi sonra, Mahrem ve Bit Palas’la romancılık serüveninize devam ettiniz. Roman üzerine düşünmeye ne zaman başladınız, sizi roman yazmak düşüncesine,duygusuna götüren neydi?
 
Roman benim anti-tezim. O kadar sabırsızımdır ki ben gündelik hayatta, mutfakta bir kap yemek bile pişiremem sabırsızlıktan. Oysa roman her şeyden evvel sabır ister. Ben gündelik hayatta uzun vadeli düşünmeyi sevmem, âna odaklanırım hep dem içinde yaşarım, Bektaşi nin dediği gibi. Oysa roman yazmaya başlayınca uzun soluklu düşünür olurum. Gündelik hayatta esprili biri değilimdir ama mizah romancılığım içinde hep önemli bir alt akıntı. Yani ben ne isem, öteki ucumdur romanlarda ortaya çıkan. Görünmeyen yüzüm.
 
Roman, hem bir anlatım biçimi, hem de bir okuma eylemi olarak sizin için ne anlam ifade ediyor?
 
Roman kosmos demek, yani bir düzen, bir sistem, bir çerçeve. Benim için hayat ve benim geçmişim hep kaos olageldi. Romanın kosmosundan aldığım besini kaosuma, kaostan aldığım enerjiyi romanın kosmosuna aktarmayı seviyorum. Köprüler kurmak gibi, iki ayrı yöne akan nehir arasında.
 
Bir romanın kuruluşu, gelişi ve yazılış süreci nasıldır sizde?
 
Ben her gün memur gibi oturup, düzenli bir ritimle hep aynı miktarda yazmam. Sarkacım var. Sarkacımın iki ayrı ucu var. Bazı dönemlerde çok yoğun olarak yazıyorum, neredeyse yazıdan başka bir şey görmüyor gözüm. Yazı kaplıyor hayatımı. O zaman gündüz ya da gece ilham ne vakit gelirse yazıyorum.
       Romanın içine çekildikçe o döngünün dışına çıkmak imkansızlaşıyor. Bunlar benim için en sancılı dönemler. Dış kabuğumun eridiği, inceldiği dönemler. Tamamen içime dönük oluyorum bu dönemde. Çok üretken ama bir o kadar yıpratıcı bir süreç bu. Daha sonra fiziksel ve ruhsal etkileri o kadar büyük oluyor ki, roman bitince hızla uzaklaşmak istiyorum ondan. Elimi yakan bir ateş gibi atıyorum refleksle. Öteki uca geçiyorum, sosyalleşiyorum normalleşiyorum. Ancak aylar sonra, mesela kitap piyasaya çıkarken, ben de yeniden romanımı elime alıp ne yazmışım diye bakabiliyorum.
 
Araf’ı yazma sürecinden söz eder misiniz?
 
Araf temel olarak eşikte kalmışlık duygusundan hareketle yazılmış bir roman. Herkesin ya evinde ya gurbette olduğu bir dünyada, kendi evinde de gurbet hayatı yaşayanlardan bahseden bir roman bu. Arada kalmışlara, göçebe ruhlara, ebedi yabancılara seslenen bir roman.
       Yazma süreci hayli sancılı oldu. Amerika ya gelirken İngilizce yazmaya başlamak gibi bir düşünce yoktu zihnimde. Yazdıkça devamı geldi. Roman yazdıkça şekillendi. Ama bu benim için büyük bir riskti bir o kadar. Türkçe benim kendi denizim. Onun içinde ne yöne yüzeceğimi biliyorum, kıyı nerede, ne kadar açılabilirim, nerede akıntılar var... Tanıdığım bir deniz. İngilizce tamamen buradan çıkıp bilmediğim sulara dalmak demekti. Büyük bir riskti. Ama roman kendini yazdırdı, o riski almamı sağladı.
 
Kitabınızın orijinal adı: "The Saint of Incipient Instanities". İki dilde yazan bir yazar olarak, İngilizce ile Türkçenin dilsel yapısını, olanaklarını karşılaştırmanızı istesem... Örneğin, bu romanı yazarken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
 
İki dilin yapıları o kadar farklı ki, ister istemez düşünce sistematiğiniz de farklı oluyor, bunların içinde yüzerken. İngilizcenin kelime hazinesi muazzam ve bir o kadar ayrıntılandırılmış. Türkçenin geçirdiği dil budaması devrimi nden üzüntü duyuyorum. Lisede okuyan bir öğrenci İngilizce konuşuyorsa 70 bin civarında kelime biliyor. Türkiye de bu sayı 5-7 bin arasında. Aradaki farkı acı verici buluyorum.
       Ama ben Türkçeyi çok seviyorum. Benim için İngilizce yazmaya başlamak katiyen Türkçeden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Her iki dilde de solumak istiyorum. Çok dilliliğin mümkün olduğuna inanıyorum.
 
Amerika da edebiyat çevresinin oldukça muhafazakar bir yapıya sahip olduğunu biliyoruz. Belli kültürlerin edebiyatına ilgi gösteriyorlar, ancak onun dışında yerel kalmayı tercih ediyorlar. Bir Amerikan yayınevinin romanınızı basmaya karar vermiş olması, hem büyük bir olay hem de inanılmaz gururlandırıcı. Kitabınızın yayınlanma hikâyesini anlatır mısınız?
 
Belirttiğiniz gibi buradaki edebiyat dünyası hayli içine kapalı. Avrupa gibi değil. Amerikan okuru açıkçası daha çok kendi derdinde. Çok az sayıda kültürün, çok az sayıda yabancının yazınına ilgi var. O da sınırlı düzeyde. Böyle bir ortamda benim romanımın burada hayli önemli bir yayınevi tarafından basılacak olması tamamen romanın kendi kudreti. Yayınevi romanı okuyup bitirene kadar benim kimseyle yüz yüze görüşmem olmadı. Okuduklarında beni aradılar. Yani roman araladı o kapıyı, kendi yürüdü gitti, ben peşinden seyrettim, o kadar.
 
Romanınızın orada da basılması sizce Türk okurları nasıl etkiler? Çünkü, genellikle, Batı nın öngördüğü ya da öne çıkardığı kitaplara yöneliyoruz. Yani neyi okuyup okumayacağımızı buna göre tespit ediyoruz. Siz ne dersiniz?
 
Doğru, Batı nın kriterlerine göre tanımlıyoruz kendi kriterlerimizi. Ama tersi de geçerli, çünkü sırf buna tepki olsun diye okumayanlar, diş bileyenler de çok oluyor. Yani hangi tarafta olursanız olun, Batı hayranları için de, mekanik tepkiseller için de bir roman hakkında karar verirken en son önemli olan şey, o bizzat konuştukları romanın niteliği. Bizde maalesef edebiyat dünyası yazı odaklı değildir. Yazar odaklıdır. O yüzden ya fetişleştiririz yazarları ya da karalarız tepeden tırnağa. Her halükârda yazarları tartışırız, yazılanı değil. Bu durumu üzücü buluyorum.

 

 

Dünya Gazetesi, 21 Nisan 2004

İzlenme : 4103
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us