. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Ölüm ve Virgül

Kadim gel-git. Serapa mânâsızlık. Daimi tekerrür. Daha önce de olmuştu, sonra gene ve gene, yüzyıllar içinde onlarca kere. Mesela 1700 lerin Portekiz depreminin ardından. Derken 20. yüzyılda, Auschewitz den sonra. Gölcük depreminin yıkıntıları kalkmadan daha. Ya da ikiz kulelerin içlerinde binlerce insanlar birlikte çöküşünü izlerken televizyonda.

 

Diyelim ki roman yazıyorsunuz ve bir katliam haberi geliyor yakınlardan ve belki de çok daha büyüğünün eli kulağında. Ya da bir doğal afet yaşanacak, ölümcül bir salgın hastalık yayılacak ya da savaş çıkacak; öyle müphem bir gelecekte değil, şimdi, hemen birazdan. Diyelim ki siz oturmuş roman yazıyorsunuz, birinci-yüzüncü-beşyüzüncü sayfasında. Malûm sorudur ya, şu günün yaşadığımız en son gün olduğunu bilseniz ne yaparsınız? Cevaplar kişiden kişiye değişebilir ama kimsenin "roman yazmaya başlarım" diyebileceğini sanmam. Eğer zaten bir tane yazmaktaysanız ve bunun da en son sayfasının en son kısmına gelmişseniz, yani bir adet kapanış cümlesi ya da paragrafıyla işi bağlayacaksanız, hadi belki. Ama romanın başlarında, ortalarında, orasında şurasındaysanız ve birden ne kendiniz, ne etrafınızdakiler için yarının, ertesi günün garanti olmadığını tüm benliğinizle hissederseniz; yani zaten her halükarda farkında olduğunuzu sandığınız, ama işte hep uzaktan düşündüğünüz, gıyabında bildiğiniz o "hakikat", şimdi, aniden, pattadak midenizin, yüreğinizin beyninizin içinde nüksederse, işte o zaman, meymenetsiz bir soru başlar ruhunuzu çıtır çıtır kemirmeye: "şu yaptığım, uğraştığım şey anlamlı mı?"

 

Eğer bunun yaşadığınız en son gün olduğunu biliyorsanız, oturup roman yazmazsınız. Sıralama kişiden kişiye değişse de sevişir, koşar, coşar, ağlar, sızlar, yemek yer, dua eder, nedamet getirir, isyan eder, hatta belki de şiir ya da öykü de yazarsınız, ama roman değil. Tamamlayamayacağınızı bile bile, hiçbir yere varamamayı içinize sindire sindire oturup da bir romana başından, ortasından dalmazsınız. Yapacak çok daha anlamlı işler vardır. Roman anlamsızlığa en yakın edebi türdür.

 

Daha önce de olmuştu. 1700 lerin Portekiz depreminden sonra Aydınlanma düşünürleri. Aushewithz den sonra Frankfurt okulu mensupları hep aynı soruyla cebelleşmişlerdi: "tartıştığım konu, yazdığım yazı hâlâ anlamlı mı?" Sonra daha pek çok kişi, "esas şimdi daha da anlamlı" diye cevaplandıracaklardı aynı suali. Ama felaketlere rağmen değil de, tam da felaketler sebebiyle sanatın da felsefenin de her zamankinden çok daha anlamlı olduğunu söylemekte o kadar da acele etmeyin. Yazılan yazı bittiğinde sonradan dönüp bakınca pek bir anlamlı görünebilir gözünüze. Ama daha oralara varmadan bakalım bir de meseleye. Kıyametleri kıyam eylerken yahut eylemek üzereyken, oturup filanca kelimenin yerine falanca kelimeyi mi koysam diye düşünerek saatlerini harcamak anlamlı mı mesela? Oscar Wilde sıradan bir yazı gününü anlatırken şuna benzer bir ifade kullanmıştı: "sabah yerini değiştirdiğim virgülün yerini bütün gün çalışıp akşam tekrar değiştirdim." İkiz kulelerin son sürat çöküşünü bizim gibi ekranlardan değil de bizzat gözleriyle izleyen bir romancının o gün veya ertesi gün, virgülünü ağır aksak fıstıki makam o satırdan o satıra taşımakla işgal etmeyi sürdürmesi, diyelim ki sürdürdü, yaptığını anlamlı bulması mümkün mü? Peki onun için neredeyse imkansız olan bu rehavet bizim için nasıl mümkün olabilir? Televizyonu kapatıp virgülle dans etmeye devam etmemizi sağlayan ne? Ölüme uzak olduğumuz zannından başka bir şey değil.

 

Çünkü roman yazabilmek için kendi kendini kandırma yeteneği güçlü kuvvetli olmalı insanın. Önce kendini ikna edebilmelisin yaptığın işin ne kadar anlamlı, ne kadar mühim olduğuna. Kendini matah, yaptığın işi de olmazsa olmaz zannedeceksin ki yazabilesin. Zira yazmak sıkıcı bir iştir. İnsanı bağlar zorlar bunaltır sıkar. Tüm bunların üstüne sıçrayabilmek için kendi kendini kandırabilmelisin. Sanatın ölüme isyan, bir nevi ölümsüzlük arayışı olduğu çokça yazıldı. Kanımca pek de öyle değil kazın ayağı. Yazabilmek, ölüm korkusuyla boğuşmaktan ziyade, ölümün varlığını unutmakla bağlantılı. Unutup yeniden hatırlamak, hatırlayıp yeniden unutmakla... Kadim gel-git. Serapa manasızlık. Daimi tekerrür.

 

 

E Dergisi, Sayı 31, Ekim 2001

 

İzlenme : 6516
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us