. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
40 metrekare dünya

 

Gazetelerde iç burkan, yürek karartan bir haber: Almanya´da gencecik bir Türk anne dördüncü kattan ölüme atladı. Biri 3 aylık, diğeri 4 yaşında iki çocuğunu da yanma alarak. Bebek Esma Nur oracıkta vefat etti. Küçük oğlan ise hayatta kalma mücadelesi vermekte. Öyle bir yaşam hikâyesi ki onlarınki, yazmaya kıyamıyor insan. Olur da yanlış bir kelime yazarım, narin ruhlarını incitirim diye çekiniyor, ürküyor yazıya uzanan parmaklarım. Ama bir yandan da şefkatle düşünmek istiyorum Krşehirli Züleyha Hanım´m öyküsünü. Yazılması gerektiğine inanıyorum, bilinmesi gerektiğine. Çünkü nice kadın var benzer tecrübelerin eşiğinden dönen. Çünkü kadınların kapıldığı nice karanlık hâller var; bir türlü konuşamadığımız, anlamaya dahi çalışmadığımız hâller...

İnsanın göğüs kafesine gece çöker bazen. Gece öyle bir çöker ki ruhuna, olanca ağırlığı bütün katmanlarıyla, bir türlü gelmez sabah, gün ağarmaz. Kalbinin atışı değişir. Ritim bozuluverir tâ derinden bir yerden. Kalbin tekler. İncecik bir pamuk ipliğine tutunarak yaşarsın hayatla ölüm arasında. Kimse bilmez. Bilmek istemez. Gece bir yılan gibi kıvrılır çörekleniverir bazen kadınların üzerine. Ve buna en "eğitimli", en "Batılı", en "modern" gibi görünen kadınlar da dahil; en "geleneksel", en "kırsal", en "Doğulu" görünenler de. Post-natal depresyonun sınıfı yok. Milleti, dini, dili, bölgesi, eğitim seviyesi yok. Ne tuhaf ki depresyonun insanları eşitleyen bir özelliği var. Herkesin depresyona girme sebebi farklı olabilir ama her depresyonun özü bir ve aynı. Kabuğu kaldırdın mı ince ince kanar. İnsan hep aynı yerden kanar. Hep yüreğinden.

Merak ediyorum tıp ve eczacılık fakültelerinde, üniversitelerin psikoloji bölümlerinde "post-natal depresyonun boyutları" üzerinde yeterince duruluyor mu? Ya peki bürokrat ya da "aydın" erkeklerimiz bu meseleyi yeterince anlamaya çalışıyor mu? Annelik şüphesiz dünyanın en güzel hediyelerinden. Ama bu demek değil ki her yeni anne kolaylıkla yaşıyor geçiş dönemlerini. Hayatın kimi virajları öyle sert ve hızlı alınıyor ki, toparlanamıyor ruhumuzun direksiyonu. Bir de bakmışız ki çıkmışız yoldan, uçuruma doğru gidiyoruz tam gaz bodoslama. Züleyha Hanım´ın iç dünyasının derinliğini oturduğumuz yerden ahkâm keserek anlayamayız elbette. Ama hiç olmazsa şunları anlamaya gayret edebiliriz. Başka Züleyhalar olmasın diye.

1. Gurbette kadın olmak ne demek?

Gurbette erkek olmak da çileli şüphesiz ama gurbetteki kadınların yaşadıkları içsel yalnızlık bambaşka. İster doğma büyüme "oralı" olsun, ister sonradan göç etmiş. İster Almanya´da yetişmiş bir genç kız olsun, ister oraya gelin gitmiş... Camdan bir getto içinde; kapalı bir ev, kapalı bir mahalle, kapalı bir kültürde; kutular içinde kırk metrekare* bir kutucukta; iki arada sıkışmışlık duygusuyla yaşamak ve her daim üzerinde hissetmek abinin, babanın, konu komşunun gözlerini.... Türkiye´de köyünden ya da kasabasından kalkıp Fransa´ya, Almanya´ya, Avusturya´ya sıfırdan bir yaşam kurmak üzere giden gencecik kadınların gözünden bakınca ne görüyorsunuz? Hayatın tüm renklerini mi görüyorsunuz yoksa sadece griler, bejler, kahverengiler mi?

2. Gurbette yeni anne olmak ne demek?

Her yeni annenin yardıma ihtiyacı var. Kocadan, akrabalardan, dostlardan, komşulardan ve kimi zaman sosyal yardım kurumlarından yardım ve destek şart. Lohusa ne kadar çok yardım alabilirse etrafından, o kadar iyi. Türkiye´de geleneksel birçok ailede kadınlar bu boşluğu akrabalarının desteğiyle dolduruyor. Daha "modern" bir hayat tarzı sürenler ise dadılar, bakıcılarla idare ediyor. Ama gurbette kendi başına kalan genç Türk anneleri tüm bu mekanizmalardan yoksun. Bir başına.

3. Annelikle gelen bunalım ne demek?

"Hamilelik bir nehirdi" diye yazmışım Siyah Süt´te. "Lohusalık ise bir denizmiş. Lohusalık öyle engin bir denizmiş ki kıyının ne tarafta olduğunu anlayamıyorsun. Uyandığında okyanusun ortasında bir salda tek başına buluveriyorsun kendini. Suların mavisi öylesine ele geçirmiş ki ruhunu, bir daha karaya dönebileceğini, bundan böyle eskisi gibi olabileceğini sanmıyorsun."

Eskiler boş yere sıkı sıkı tembihlemiyor. "Lohusayı yalnız bırakmamak lâzım" diye. "Yoksa cinler dadanır. "Bilhassa bir cin var ki beter. Adı Alkarısı. Anadolu´da kuşaklardır gayet iyi bilinen bu cin yeni doğum yapan kadınların odasına gelemesin diye yatak örtülerine çengelli iğneler takılıyor, kırmızı kuşaklar sarkıtılıyor, çörekotları serpiliyor. Hurafe deyip geçmeyin. Her hurafenin altında yüzyılların bilgi ve sezgi birikimi var. Çünkü eskiler biliyor ki yeni anne olan kadınların derileri zar gibi inceliyor, zırhları kalmıyor. Neye dokunsalar, parmak uçları sızım sızım sızlıyor. Neye dokunsalar iki kat güçlü ve keskin hissediyorlar. Buz her zamankinden daha soğuk, ateş her zamankinden daha sıcak, hüzün her zamankinden daha ağır lohusalık boyunca.

İlk doğumdan sonra on ay boyunca post-natal depresyon yaşamış bir kadın olarak bunları biliyor ve unutmuyorum. Anneliğin güzellikleri kadar zorluklarını da konuşabilmemiz gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde bir şeyler hep yapay kalacak. Annelik parlatıla parlatıla doğallığını yitirmiş kıpkırmızı, ışıltılı, plastik bir elma gibi raflarda duracak. O kadar kutsal ki hakkında konuşamıyoruz bile tüm boyutlarıyla. Margarin ya da sosis reklamlarının çizdiği mutlu aile tablolarının, reklamlarda seyrettiğimiz mutfakta yemek pişirip habire tebessüm eden annelik hâllerinin dışında gerçeklikler var hayatlarımızda. Yeni anne olan her kadın sevinçten havaya uçmuyor hemen. Kimisi de bocalıyor, panikliyor, yardıma ihtiyaç duyuyor. Bu bir rüzgârlı, fırtınalı mevsim. Her mevsim gibi geçecektir elbet. Ama geçebilmesi için evvela varlığını tanımamız ve anlamamız şart.

* Tevfik Başer´in çarpıcı filmi Kırk Metrekare Almanya´ya dost bir selamdır.

 

30.08.2009

 

İzlenme : 3669
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us