. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Dalkavuk kulları

 

Ademoğulları Havvakızları temel ihtiyaçlarla donatılmış. Karın doyurmak ya da su içmek birer ihtiyaç. Uyku da öyle. Rüya âlemine yolculuklar yapmak da. Dostluk bir ihtiyaç, şefkat ve merhamet ve sevgi de. Keza âşık olmak yaşamın olmazsa olmazı. Aşk yoksa şayet, hayatımız eksik akçe. Değeri puldan düşük. Geçmez hiçbir yerde. Umut etmek bir temel ihtiyaç. Hayaller ve hikâyeler kurmak da öyle. Peki merak ediyorum, başkalarını aşağılamak, kınamak, uzaktan uzağa küçümsemek de temel bir ihtiyaç mı? Değilse eğer, nedendir böylesine ısrarla, adeta şartlanmışçasına, birbirimizi aşağılamalarımız? Niçin birbirimize karşı böylesine tahammülsüz ve bu kadar hırçınız?

Acaba içimizde bir yerde, ruhumuzun karanlık dehlizlerinde, başkalarını ezmek isteyen bir habis ses mi saklanıyor? Gün ışığına çıkmamış bir yarasa yanımız mı var mesela? Bu yüzden mi alkışlıyoruz durmadan başkalarına sataşıp saldıranları? Bu yüzden mi sokakta iki araç birbirine girdiğinde, bizler de kavga seyretmek için bir kenarda heyecanla bekliyoruz? Kavgacı, kırıcı ve patavatsız insanlardan bir yandan itinayla uzak duruyoruz; “aman bize bulaşmasınlar” diye etraflarından parmaklarımızın ucuna basa basa geçiyoruz. Bir yandan da böylelerinin başkalarına bulaşmalarını zevkle ve keyifle ve örtük bir takdirle izliyoruz. Televizyon ekranlarında gün geçmiyor ki patırtı dövüş olmasın. Artık stüdyolarda düello etmek için buluşuyor insanlar, biz ekran başındakiler de çekirdek çitleyerek izliyoruz. Gelin-kaynana kavgaları, karı-koca kavgaları, aynı meslekten insanların anlamsız kavgaları, magazin dünyasının bitmez kavgaları, farklı görüşten yazarların kavgaları, meclisteki milletvekillerinin yumruk hakaret kavgaları, bizim oylarımızla seçilen insanların hırçınlıkları… Aktörler değişiyor belki. Değişmeyen tek şey kavga ve aşağılama. Medyanın ve siyasetin beter hallerini izleyen bizler arenada kavga seyretmeye gelen seyircilerden farklı değiliz. Masum değiliz. Parlak insanların tepetaklak düşüşünü, başarılı erkeklerin kaybettiğini, güzel kadınların çirkinleştiğini, itibarlıların rezil olduğunu, birilerinin birilerini fena halde hırpaladığını görmek ve seyretmek istiyoruz. Bakan göz masum değilse bakılan resim ne yapsın?

Eskiden aşağılamanın ve alay etmenin temel bir ihtiyaç olduğu düşünülürdü. İnsanın içindeki o karanlık yana hizmet etsin diye bir de meslek icat edilmişti: Dalkavukluk. Şimdilerde bir karakter oldu çıktı. Ya da karakter bozukluğu demeli. Hayatın her alanında muktedir konumlara gelenler artık yanlarında paket taşır gibi dalkavuklarını taşıyor. Halbuki eskiden bugünkünden çok farklı bir anlama gelirdi dalkavukluk. Her şeyden evvel bir meslek idi. Tanzimat dönemine kadar dalkavukluklar köklü bir esnaf zümresinin temsilcileri sayılıyordu. Nizamnameleri ve kâhyaları vardı. Öyle her önüne gelen dalkavuk olamıyordu. I. Mahmud devrine ait bir arzuhal bu bakımdan son derece ilginçtir:

“Devletli, inayetli, merhametli efendim,

Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir. Her sene ramazan ayı geldiğinde davetli davetsiz iftarlara gideriz. Mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, süzme aşureler, ekmek kadayıfları, kaymaklı baklavalar, hoşaflar yer içeriz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır. Dalkavukluğun kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmasını niyaz ederiz.

Emir ve ferman devletli, inayetli efendim sultanım hazretlerinindir.

İmza: Dalkavuk kulları.”

Düşünce tarihimizin en güzel gönüllü, en tatlı dilli yazarlarından biri olan Reşad Ekrem Koçu, “Tarihimizde Garip Vakalar” isimli eserinde dalkavukluğu inceler. Aslında bir zamanlar dalkavuklar bulundukları meclise neşe vermek, kederi dağıtmak, insanların yüzlerine bir tebessüm kondurup içlerini hafifletmek gibi bir amaç taşırlardı. Mesleklerinin kaideleri böyleydi. Ama ne var ki insanlardaki “aşağılama ihtiyacı” yüzünden mesleğin uygulaması bambaşka bir hal almıştı. Tarihi kuru, soğuk ve sabit bir anlatı olmaktan çıkaran Koçu’dan öğreniyoruz ki, dalkavukluk aslında tehlikeli bir kariyerdi. İnsanlara başkalarını uluorta aşağılamak “zevk”ini tattırmak için geliştirilmiş seçeneklerle dolu bir meslek. Bu amaçla dalkavuklar sadece ruhlarını değil, bedenlerini de hizmete vermişti.

Diyelim canınız bir başka insanı hırpalamak, aşağılamak istedi, bir dalkavuğa gider, aranızda anlaşırdınız. Bu hizmetin bir nizamı vardı. İşte örnekler: Dalkavuğun burnuna fiske ile vurmak (fiske başına): 20 para idi. Yüzünü tokatlamak ise 30 para. Dalkavuğun kafasına okkalı bir yumruk indirmek için kendisine 40 para ödemek gerekiyordu. Liste uzun mu uzun. Akla hayale gelmedik aşağılama yollarıyla dolu. Ve listenin sonunda bir başka seçenek var ki akıllara ziyan: Dalkavuğu sakız dolabına bağlayarak su içinde bir müddet durdurmak şartıyla bostan kuyusunda döndürmenin bedeli 600 para. Şayet dalkavuk bu esnada boğulur ölürse masrafı müşteriye aitti.

Geçmiş zaman dalkavuklarından bugünün tartışmalarına değişmeyen tek şey içimizdeki o hırçın yan belki de. Medyada, siyasette, sokakta, trafikte, ailelerimizde, hayatın her alanında kimsenin kimseyi aşağılamadığı bir edepli dil tutturmak hâlâ elimizde.

 

17.01.2010

 

İzlenme : 3205
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us