. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Yeteneksiz bir çocuğun hikâyesi

 

Önce bir itiraf: Oldum olası nitelikli müziğe, yetenekli müzisyenlere hayranlık beslemişimdir. İçimden, kendimce. Her şeyin olduğu gibi bunun da bir arka planı var tabi. Bir hikâyesi. Beni Şafak Hanım yetiştirdi, annem. Her ne kadar evvela edebiyat öğretmeni, daha sonra uzun seneler diplomat olarak görev yapmış olsa da, aslında en büyük tutkusu müzikti hep. Üstelik Şafak Hanım bu alanda son derece kabiliyetli. Bir kere sesi çok güzel ve duru ve bir o kadar eğitilmiş, geliştirilmiş bir ses. Muazzam bir repertuvarı var, senelerce ve profesyonelce dersler aldı, korolara gitti; yani işi layıkıyla öğrenmek ve icra etmek yanlısı olan, hani şu damardan Türk Sanat Musikisi âşıklarından.

‘OLMUYOR, OLMUYOR! BEYLER’
1970’li yıllar. Ankara. Evde durmadan kaset çalardı. Öyle popüler müzisyenlerin kasetlerinden bahsetmiyorum. Her ne hikmetse Türk Sanat Musikisi Korolarının Haftalık Prova kasetlerini dinlerdi annem. Yani öksürükler, hapşırıklar olurdu içinde. Hataları, gülüşmeleri, baştan almalarıyla. Zaman zaman koro şefi elemanlarını azarlardı mesela. “Olmuyor, olmuyor! Beyler! Hanımlar!” Ya da solo alan bir kadının sesi titrer, detone olurdu. Tekrar alırlardı şarkıyı. Biz de evde oturur, yemek yerken, ortalıkta dolaşırken bunları dinlerdik. Annem bir de dizlerine vurarak şarkılara eşlik ederdi: ritim tutar, notlar alırdı. Patpata-pat-pata-pat-pat.

BENZEMEZ KİMSE SANA...
Günde yedi kere “Tuti-i Mucize Guyem”in provasını dinler yahut “Vücut İkliminin Sultanısın Sen”i ezberlerdim farkında bile olmadan. Dolayısıyla ben daha beş-altı yasında Dede Efendi’yi ismen de olsa biliyor, nice şarkıyı mırıldanabiliyordum. Benzemez Kimse Sana, Bir Kızıl Goncaya Benzer Dudağın, Bu Akşam Bütün Meyhanelerini Dolaştım İstanbul’un... Gözlerim kapalı sözlerini tekrar edebilirdim. Üstelik kelimeler farklıydı bu şarkılarda. Osmanlıca kelimeler, ifadeler, benzetmeler hoşuma giderdi.
Şafak Hanım’ın bana karşı şöyle bir yaklaşımı vardı o senelerde: “Ben kendim müziği bu kadar sevdiğim halde bu alana yönlendirilmediğim, yeterince teşvik edilmediğim için tutkum amatör düzeyde kaldı. Ama şimdi ben, sevgili kızım Elif’e destek olmalıyım. Kendim görmediğim desteği ona vermeliyim.”

BİR TUHAF ÇOCUK
Buraya kadar süper tabi. Şafak Hanım müthiş, gayet cömert gönüllü. Gel gör ki hikâyede minicik bir çatlak var. Hesapta olmayan bir durum. Bahsettiği kızı Elif’in müziğe kabiliyeti sıfır! Hatta sıfırın altında, eksi sekizlerde seyrediyor. Annem henüz bunun farkında değil ya da durumu kabullenmek istemiyor. O da her anne gibi evladının üstün meziyetlerle donanmış olduğuna inanıyor. Dolayısıyla şöyle bir an hatırlıyorum. Annem ve ben el ele tutuşmuşuz, bir pazar sabahı, Kızılay Meydanı. Şafak Hanım dönemin önemli bir müzik hocasından randevu almış. Beni ona götürüyor ki şayet derin bir kabiliyetim varsa bir an evvel ortaya çıksın, bir an evvel teşvik edilsin. Ben yedi yaşındayım. “Dünyanın En İçe Kapanık ve En Bunalım ve En Asosyal Çocukları Yarışması”nda dereceye girebilir, hatta birinciliği bile kapabilirim. O derece durgun, gözlemci, tek derdi kitap okumak olan ve durmadan ya kendi kendine ya da hayali kahramanlarla konuşan bir tuhaf çocuk.

MÜZİK HOCASI ŞAŞIRDI
Neyse, gittik. Hoca sağ olsun, son derece sıcak, sempatik davrandı. Müzik hakkındaki fikirlerimi sordu. Ben ona Huckleberry Finn’den bahsettim. O bana herhangi bir müzik aleti çalmak isteyip istemediğimi sordu, ben ona Oliver Twist anlattım.
Bu arada annem, endişeli bir şekilde kenardan tezahürat yapmaya başladı: “Elif’cim hani evde söylediğin bir şarkı var ya, onu söylesene evladım, hani ne güzel söylüyordun, aaaa.”
Uzun ısrarlar sonunda başlıyorum söylemeye. Ama ezgisiyle doğru dürüst söylemek yerine, kitap okur gibi okuyorum şarkıyı: Kar-ga-kar-ga-gak-de-di-çık-şu-da-la-bak-de-di.
Adamcağız şaşkın bakıyor suratıma. Ne bir melodi var ortada, ne gayret, ne de kabiliyet. Sonunda anneme dönüp gayet nazik bir tebessümle şöyle dediğini hatırlıyorum. “İsterseniz, ısrar etmeyelim, üstüne düşmeyelim Şafak Hanım. Çocuğu kendi haline bırakalım.”

SONUNDA KABULLENDİ ANNEM
Böylece çıktık. Annem ve ben. Kös kös. Gerisin geri. Ama Şafak Hanım yılmadı, hemen pes etmedi. Beni çocuk korolarına götürmeye başladı. Diğer çocuklar şarkı söylerken ben kenarda durup somurttum. Bir ay sonra öğretmen maaşından biriktirip bana mandolin aldı.
Kendisi aynı yaşlarda hep mandolin sahibi olmak istemiş, alınmayınca ağlamıştı ya. Ben de mandolin önüme konulunca ağladım. “Ben bunu çalmak istemiyorum ki”, diye. Böyle böyle nice hazin teşebbüsten sonra annem nihayet havlu attı. Anladı ki müziğe kabiliyetim yok. Kabullendi durumu.
Bazen oluyor böyle. Kendi yeteneklerimizin evlatlarımızda zuhur ettiğini sanıyoruz. Ama her çocuk, her insan kendi seyrüseferini yaşıyor, kendi renkleri ve meziyetleriyle âleme geliyor galiba. Gene de hep kenardan, köşeden de olsa iyi bir müzik dinleyicisi oldum. Ve Türk Sanat Musikisi’ni hep sevdim, hep severim.

 

13 Mart 2011

 

İzlenme : 2719
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us