. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Dedikodu: Melek mi şeytan mı?

 

Hani zaman zaman bir cümle kaçıverir ağzımızdan. Yarı mahcup yarı mağrur itiraf ederiz: "Canım işte, kız kıza dedikodu yapıyoruz şurada tatlı tatlı. Ne var yani bunda?"

Kalabalık yemek masalarında, dost meclislerinde bir de bakmışsın ki sohbet, karpuz gibi tam orta yerden bölünmüş. Kadınlar bir tarafta toplanmış, ortak bir tanıdıkları yahut hiç tanımadıkları biri hakkında konuşuyorlar kıyasıya. Doya doya. Aile, evlilik, skandallar... Erkekler ise beri tarafta. Mevzu siyaset yahut iş/kariyer ekseriya. Memleket meseleleri. Ama orada da var dedikodu, hem de gani gani; tek fark paketin başka türlü olması. Sunumun yani. Adına "dedikodu" demeden yapılması. Büyük bir ciddiyetle. Belki de son tahlilde, özel hikâyeleri memleket meseleleriymişçesine kutuplaşarak ele alıyor, memleket meselelerini de özel hikâyeler gibi şahsileştiriyoruz.

Hayatımıza renk, sohbetlerimize neşe, yüzümüze tebessüm kattığını düşünüyoruz başkalarını çekiştirmenin. Onları be-ğen-me-me-nin. Griler içinde bir tutam çingene pembesi, bir demet lavanta. Bu kadarını çok mu göreceğiz kendimize? Hem eğlenmek, çekiştirmek bizim de hakkımız değil mi şu kavanoz dipli dünyada? Velhasıl kendi kendimize kolaylıkla meşrulaştırıyoruz neden ve nasıl dedikodusuz yaşanmayacağını. Elimizde kürdan gibi incecik ve latif zıpkınlar, başkalarının mutsuzluğundan kendimize bir paye çıkarmak icin avlanıyoruz derin sularda.

Tatlı mıdır dedikodu sahi? Nasıl bir tat bırakır geride? Dilde? Benlikte? Zihinde? Başkalarının özel hayatlarına olan merakımız, dinmeyen açlığımız basit ve masum bir sosyal alışkanlıktan mı kaynaklanır yoksa çok daha derin ve saklı bir itkiden mi? Dedikodu bir yiyecek olsa feci kalorili, bol şekerli profiterole benzerdi muhtemelen. Yerken pek hoş gelir, ama sonra mideye oturur, geride zararlar bırakırdı. Dedikodu bir kitap olsa telefon rehberi olurdu muhtemelen. Uzaktan bakınca kallavi, dolu dolu, hatta "gerekli" ama okumaya kalksan benliğine hiçbir sey katmaz.

Ben bu yazıyı yazarken gazetelerde, internet sitelerinde bir skandal dolaşıyordu: Ali Taran´ın evliliği. Yazılanlar, çizilenler, eleştiriler... Oysa her ailenin kendine ait bir dinamiği, hukuku, iç tüzüğü var. Bilmeden yargılayıveriyoruz kolaylıkla. "Ben ol da anla," demişler halbuki. "O olmadan bir insanı nasıl anlar, nasıl yargılarız?"

Uzaktaki birinin dedikodusunu yaparken aslında kendi hayatımızdır masaya yatırdığımız. Bir deşseler kim bilir neler çıkar altından. Hepimizin içinde var ya terk etme arzusu ya terk edilme korkusu. Hepimizin etraftan, aileden, kendi özel hayatlarımızdan bir şeyler edinmişliği var. Yaralarımız, berelerimiz ve görünmez dövmelerimizle yaşıyoruz şu hayatı. Bir başkasına kızarken acaba bizi eskiden incitmiş olan herkese mi kızıyoruz? Birine kırık not verirken yoksa geçmişimizde bizi hırpalayan her ilişkiyi mi sınıfta bırakıyoruz?

"Birilerinin arkandan konuşmasından daha beter bir şey varsa o da kimsenin senin hakkında konuşmamasıdır," demişti Oscar Wilde o her zamanki keskin zekâsı, kinayeli uslubuyla. Ama hemen ardından eklemişti: "Söylenenlerin bir önemi yoktur. Söyleyenin önemi vardır." Sarf edilen laflardan ziyade onları kimin söylediğinin. İnce ayırım!

Bu yüzyılın önemli düşünür ve gezginlerinden Pico Iyer ise şöyle bir değerlendirme yapar: Dedikoduya olan açlığımız bizi, duyduğumuz her şeyi çekiştirerek konuşmaya, düşünmeden "gövdeye indirmeye" itiyor. Bilmiyoruz ki böyle yapa yapa aslında kendimizden tüketiyoruz. Dedikodu ziyafetinden karnımız tok değil, tam tersine, eksilerek, azalarak kalkıyoruz.

Onun yerine Einstein´ın Başarı Formülü´nü hatırlamakta fayda var. Diyelim ki, "Başarı A olsun" der. O zaman A eşittir X artı Y artı Z. Bu denklemde X çalısmaya tekabül eder. Yani X eşittir emek. Y ise oyundur. Hayatı sevmek, sevilmek, kıymet bilmek. Ve "Z" der Einstein, insanın dilini tutmasına denk gelir. Dolayısıyla başarının formülü: Bol bol çalış, bol bol sev, bol bol oyna aman dilini tut, kem söz etme kimse hakkında!
Güzel formül! Dün olduğu gibi bugün de aynen geçerli.

 

03 Temmuz 2011

 

İzlenme : 2886
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us