Goncalovski’nin Siberiad’ında bir kahramanına söylettiği gibi ‘Hiç kimse kendi yüreğinden başka bir yere sürgün edilemez.’
SONER CAN
İnsan hayatı onca dağdağasına, hatırlaya unuta, düşe kalka bir ömrü tükettiği halde yüreğinden bir adım öteye uzaklaşmadığının da farkındadır hep.
Gülerken ağlayana benzeyişimiz de bundan.
Nefret ederken sevmeye mail oluşumuz...
Severken soğuyuverişimiz...
Aşkı ilk duraktan almaya deliler gibi koşullandığımız halde son durağa kadar götüremeyişimizin nedeni bu.
Cansever’in demesiyle ‘...sevgiyle de sevebilir insan sevdayla da.’
Ama yanıldığımız şey sevmeye sebep olarak ‘aşk’ı gösterdiğimizde başlıyor hata. Oysa, ‘aşk’ sevmemeye rağmen var olandır. Sevmenin kökündeki insan, ‘aşk’ın kökenindeki ‘varlık’tır.
Uç uca eklenen aşklar
Hemen her romanı ciddi tirajlara ulaşan, son dönemde yetişen hatırı sayılır romancılarımızdan Elif Şafak, ‘Aşk’ ile ‘aşk’tan söz ediyor. Hem de ne aşk!
Bir ucu Binbir Gece Masalları’nın uçan halılar şehri Bağdat’ta... Bir ucu Moğal ve Haçlı kılıçları ile yerle bir olmuş, silkinip kendine gelmeye... Kendine gelip gönlüne bir merkez bulmaya hallenen Anadolu’da... Bir ucu da yüzyıllar sonrasının New York’unda ucu göğü delen gökdelenlerinin insanın yalnızlığı koyultan gölgelerinin ötesinde, bir banliyö yalnızlığında umutsuzluğuna, sevgisizliğine, görmezden gelinmişliğini hapsolmuş Yahudi Ella’nın yüreğine uzanıyor.
Şems-i Tebrizi ile Mevlana Celaleddin-i Rumi’in aşkın da ötesine geçen muhabbeti, aşkın ilahi yönünü anlatmak için örnek gösterilir hep. Oysa düpedüz dostturlar da iki insan ulusu. Şafak son romanında ‘Beni çok ama çok etkilediler ama özellikle onun halesi beni çekimine almıştır’ diyerek övdüğü Şems ile Mevlana’yı birer kahraman ilan etmesi okurdan çok kendi özeli içindi belki. Ama ya Ella’ya ne demeli?
Öylesine gerçek bir tip yaratmış ki Şafak, romanı okurken bölümlere ayırdığı roman başlıklarında hep onun adını görmek istiyon insan. Bu iç içe geçmiş iki hikayenin başarısını da gösteriyor zaten.
Yaklaşık sekiz yüzyıl öncesinden ‘aşk’a dair söylenenler Ella’ya tarifsiz ve tarifesiz ‘ilaç’ olabiliyorsa, ‘aşk’ kadar ‘aşk’a dair nelerin nasıl söylendiğini de ilginç kılar bu.
Yazının çevirisi, çevirinin yazısı
Tasavvuf süzgecinden geçen aşk, romanın içeriğini olduğu kadar Şafak’ın söyleyişini de belirliyor. Dil, hikayenin seyrettiği ortama göre zaman zaman aykırı düşse de romanın insanı içine alıveren duygusal ortamı ve sürükleyici kurgusu, Türk romanında son yıllarda özlemini çektiğimiz kalitede. Elif Şafak’ın zengin ama bir o kadar da duru dili ve söyleyişi okuru, bir sonraki roman için beklenti çıtasını daha da yukarılara çekmeye sevk edecektir.
Öte yandan romanın İngilizce yazıldığını, Kadir Yiğit Us’un Türkçeye çevirdiğini, Elif Şafak’ın bu çeviriyi tekrar elden geçirip / yorumlayıp yayına hazır hale getirdiğini de eklemek lazım.
Aşkın manifestosu
‘Aşk’ bir bakıma ‘kökü ezelde aşk’ın postmodern çağda modern bir manifestosunu yazma çabası olarak da görülebilir. Elif Şafak, romanında;
‘Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakın kendini’ diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘Bırak kendini, ko gitsin!’
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var’ diyor.
Kitabın ‘beşinci kural’ı bize sanıldığının aksine gerçek bir aşkın eskimediğini, aşkla hemhal olmuş bir viranenin muteber bir kişi olduğunu anlatıyor. İşte tam da burada, Elif Şafak ‘Aşk’ ile geldiği varmak istediği noktayı açık ediyor: Aşk, sadece aşk!
Son söz
Elif Şafak’ın Aşk’ın merkezinde sevgiyle yaşattığı Şems de Mevlana da bitimsiz bir nehir gibi. Şafak da kendi tarlasına açtığı suyolundan gönlünce akıtmış aşk dereciğini. birileri elbet, kendi tarafine göre zayıf, eksik ya da yanlış bulacaklardır romandaki ‘aşk’ evrenini. O vakit o kişilere düşen de kendi arklarını açıp gönüllerininin aktığı mihraklardan kendi tarlalarını sulamaktır.
Mevlana’nın diliyle, ‘Aşk’tan aktararak son sözümüzü söyleyelim:
‘Aşk Şeriat’ı tüm dinlerden ayrıdır.
Áşıkların şeriatı da mezhebi de Allah’tır.
‘Farklılıkları sadece aşk bir araya getirir’
Elif Şafak, yeni romanı ‘Aşk’ı oturttuğu tasavvuf ekseninin kendisi için yeni bir gelişme olmadığını üzerine basarak söylüyor. Yazar, tasavvufla ilgisini şu sözlerle açıklıyor:
‘Benim tasavvufa ilgim bu romanla başlamadı. Tasavvuf merakımın kökleri bundan 14 -15 sene öncesine uzanıyor. İlk zamanlarda ilgim daha entellektüel bir merak vesilesiyle idi. Tezimi Bektaşi ve Mevlevi felsefesi üzerine yazmıştım. Ancak tasavvuf romanlarımda hep bir alt akıntı olarak vardı. Ama bu sefer ana damar oldu. Ben bu romanda yüreğimi açtım okurlara. Mevlana’nın bende çok izi var ama bana Mevlana’yı sevdiren kişi Şems’tir. Ben onu ilk defa Şems’in aynasında gördüm ve öyle sevdim.’
Romanım çok kapılı saray
Elif Şafak, Aşk’ın yazılış biçimi ve nedenine dair ipuçlarını ise şöyle veriyor:
‘Benim romanlarım çok odalı, çok kapılı saraylar gibi. Kimi okur bir kapıdan girer kimi ötekinden. Her okur her odayı sevmez, göremez. Farklılıkları buluşturmayı, hikayeler anlatmayı seviyorum. Bir tarafta New Yorklu, mutsuz, yavaş yavaş yaşlandığını veyorulduğunu hisseden aşkı kaybetmiş bir kadın. Öte yanda Amsterdam’da yaşayan modern bir sufi. Bir tarafta da 8 asır öncesinin Konyası. Tüm bu farklı unsurları bir araya getiren bağ ise aşk.’
Star
07 Mart 2009
|