Sinan Çetin, ünlü bir yabancı yönetmenle kitabı film yapacak ve eminim dünyada büyük ilgi görecek
Roman içinde roman, zaman içinde zaman, aşk içinde aşk, katman katman... Biri günümüzde Boston-Amsterdam hattında, diğeri 13. yüzyılda Bağdat-Konya hattında ilerleyen 2 aşk hikâyesi... Elif Şafak, son romanı Aşk’ta bizlere, insan ruhunun iyice derinliklerine uzanan müthiş bir yolculuk yaptırıyor, kendi kendimizle yüzleşmemizin kapılarını aralıyor. Sürükleyici, etkileyici, bilgilendirici, düşündürücü, çok derin bir kitap. Ben çok sevdim. Elif, kitabın merkezine Mevlana ile Şems’in aşkını oturtmuş; 800 yıl öncesinden “kıssalar” alıp, bugünün insanına “hisseler” aktarıyor. Günümüzle 1200’lerin Konyası arasında gidip geliyor, köprüler kuruyor... Ve görüyoruz ki söz konusu olan insan doğasıysa, 13. yüzyılla bugün arasında pek de fark yok. Erkeklerin kadına yaklaşımları açısından bakıldığında da durum farklı değil. Mevlana’nın eşi Kerra da, Boston’daki varlıklı Yahudi işadamının eşi Ella da kendileriyle konuşmayan kocalarıyla, mutfakta lezzetli yemekler hazırlamak suretiyle bağ kurmaya çalışıyorlar.
Kadın yine başköşede Milliyet Sanat’ın Genel Yayın Yönetmeni Filiz Aygündüz, derginin son sayısında Şafak’la geniş bir söyleşi yapmış. Aygündüz’ün de vurguladığı gibi kadınlar, Elif’in bu kitabında da başköşelerde: “Kadının 800 yıldır değişmeyen kaderi ve değişebilme ihtimali, hüzünlü olduğu kadar umutla da okunuyor.” Şafak, Boston’lu Ella’yı yıllar içinde neredeyse bütünleştiği mutfağından alıp, bir arayış ve aşk yolculuğuna çıkartırken, birçok kadına da önemli mesajlar veriyor. Aşk bir çözüm; ama sahici bir çözüm olması için değişmeyi göze alabilmemiz lazım. Ben hiç değişmeyeyim, yerimde durayım, aşk ayağıma gelsin diye bir şey yok. Değiştireceksin kendini, egonu eriteceksin bu uğurda... Tıpkı Şems’in aşka dair 40 Altın Kuralı’ndan 11. Kural’da belirtildiği gibi:
Sancısız doğum olmaz “Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir sen zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.” Şems geliyor ve Mevlana’nın hayatını altüst ediyor, o güne kadar duymadığı şeyler söylüyor, alıştığı hayatı bozuyor... “İnsan kendisini ancak, kendisine benzemeyen birinin aynasından tam olarak görebilir,” diyor Şafak. Gerçekten de eğer etrafımızdaki herkes, bütün dostlarımız hep bizim gibi düşünen insanlardan oluşuyorsa, bir adada, bir gettoda yaşıyormuşçasına sadece kendi sesimizin yankısını duyarız. Elif Şafak’ın tasavvufa duyduğu ilginin uzun bir geçmişi var. Bu konuda çok kitap okumuş, çok uzun ve derin düşünmüş. Günümüzdeki pek çok sorunun çözümünün Sufilikte olduğuna işaret ediyor; dindar olmakla inançlı olmak arasındaki farkı, Şems ve Mevlana’nın sözleriyle okura yansıtıyor; günümüzün kutuplaşmalarına çözümü de, inancın özündeki aşkı bulmak olarak gösteriyor. Sinan Çetin, baştan beri kitabı filme çekmek, yabancı bir yönetmenle uluslararası bir çalışma yapmak istiyordu. Milliyet Sanat’taki söyleşide okudum; Elif, “Paramparça Aşklar, Köpekler” ve “Babil” filmlerinin ünlü yönetmeni Alejandro Gonzales Inarritu’yu istiyormuş. Mükemmel bir seçim.
Meral Tamer
Milliyet
22 Mart Pazar 2009
|