Basın engizisyon gibidir, dedik ama; gerçek engizisyonu Elif Şafak, Şehrin Aynaları romanında konu olarak almış. Bu roman geçen yıl (1999) İletişim Yayınları ndan çıkan ikinci romanı. Kendi adıma romanı okuduktan sonra çok sevindim. Meğerse, Türkiye de böylesine romanlar yazılıyormuş! Elif Şafak karşıma birden çıkıverdi. Daha doğrusu bir rastlantı, onu okuma vesilesi oldu. Çıkan kitaplarının duyurularını görmüştüm. Ama alıp okumamıştım. İsterseniz bir önyargı olarak kabul edin bunu. Bir süredir yeni leri pek izlemiyorum. Son yıllarda, son yapıtlarda edebiyatın, edebiyattan uzaklaştığını görmek beni rahatsız ediyor; acı çekiyorum! Bu yaz, Caz Festivali kapsamındaki bir konserde bilet bulamayıp da gerisin geri dönmek zorunda kalan dostumuz Serdar Katipoğlu ile karşılaşınca, Şafak ın romanlarıyla da tanışmış oldum. İşi, –doğal olarak– kitaplarla fazlasıyla ilgilenmek olan kütüphaneci arkadaşım Serdar, dikkatimi bu romanlara çekti: Şehrin Aynaları ve Pinhan (1997, bu romanı hâlâ okuyamadım). Galiba, en iyi tanıtım fısıltı gazetesi yle oluyor... Şehrin Aynaları, engizisyon dönemine ilişkin ve ortaçağın karanlık sularında İspanya da başlayıp İstanbul da son bulan bir serüvenin romanı. Bilinçli olarak ölçüp biçilmiş bir kurguyla karşılaşıyoruz; aynı zamanda, yaratıcılık sürecindeki yazınsal savrulmaları da içinde barındıran mimari bir çizim . Sevgi, sevgisizlik, ana olma, şevkat, tutku, keder, inanç, lanetlenme, giz, mucize, yol/yolculuk gibi kavramları tematik bir eksende romanın içine sindirmiş Elif Şafak. Roman geleneği nden gelen, örneğin elini bu anlamda en azından anlatıcı, hikâyeci konumunda geçmişe uzatan bir yazar. Modern yazının atmosferini parçalayarak, M. Bahtin in terimiyle söylersek karnavallaştırıyor, bir karnaval dünyası/evreni oluşturuyor. Biçeminin ana özelliği olan bilinçli sözcük seçimiyle kendi anlatı evrenini kuruyor; paradigmasını oluşturuyor . Dolayısıyla –acaba siyasal bir roman mı?– sorunsallık peşinden koşan bir yazar. Öte yandan yazarlığının bir başka özelliği de başka yazılı olan lar ile bağlantı kurması. Örneğin dinler tarihiyle, tarihle. Kendilerini engizisyonun dehşetengiz hışmından kurtaran ve kurtaramayan Sefaradlar ın serüvenini izliyoruz Şehrin Aynaları nda. Modernitede sergileniş Elif Şafak ın üçüncü romanı Mahrem geçen ay Metis Yayınları ndan çıktı. Mahrem de de iç içe geçmiş bir kurgulama var. Belli ki yazarımız, çok uğraşmış. Basit ve sıradan olanı değil, güç olanı çözmeye yönelmiş. Hikâye anlatma düzleminde bir önceki romanı gibi geleneğe el uzatıyor. Sözcük düzlemindeki dilin bilinçli kullanımı yine biçemin ana özelliği olarak karşımıza çıkıyor. Modernitenin ve bizim toplumumuzun kadın ile ilişkisi , kadına bakışı diyebileceğimiz bir izlekte, sergileniş ile ilintili bir içerikle karşılaşıyoruz bu kez. Görmeye , görülmeye dair bir roman olarak tanımlanmasının ana nedeni bu kanımca. Yalnızca, şişman genç bir kadının –ya da öteki sıra dışı kadınların– toplumsal konumunun huzursuzluğu değil bu sergilenişin altında yatan. Olduğu gibi moderniteye, bizim modernitemize de ilişkin bir çözümleme, sorgulama. Bu kez, –edebiyatımızda çok seyrek gördüğümüz– küçük küçük tuzaklar var romanın içinde. Metnin içinde yer alan, okuma sürecindeki bu tuzaklar, bir bakıma, İstanbul un eski semtlerinden biri olan Cihangir deki günlük yol alışlarımızda karşılaşacağımız önemli ayrıntılara denk düşüyor. Mahrem i okuduktan sonra bir de bu gözle Cihangir i dolaştım. Bazı göstergeleri tam bulamadığımı da itiraf edeyim. Örneğin Hayalifener Apartmanı nı; gerçi bulmam da şart değil ya... Cihangir ve göstergeleri benim saptamam. Bir başka okurun farklı olabilir. Yazarınki de bir başka olabilir; ya da tüm bunlar bir başka semt için de geçerli olabilir. Ama yanıldığımı hiç sanmıyorum! Şehrin Aynaları ndaki lanetlenme, bu kez de karşımıza bir başka boyutuyla çıkıyor. Bunları romanın sürprizleri olarak okura bırakıyorum. Kadın ile erkek arasındaki ilişkiyi, bir önceki romanda olduğu gibi, modern anlatının evrenini parçalayarak, belki de tersyüz ederek ya da alışılmadık bir biçimde sunarak diyelim, yine bir karnaval dünyasının/evreninin içine oturtuyor. (Romanın dördüncü sayfasında bir ithaf var: Be-Ce için .) Romanın hemen başında şişman genç kadının sevgilisinin Be-Ce olduğunu okuduğumda, uslamlamam beni, daha bunun kim, nasıl biri olduğunu –hatta başta cinsiyetinin ne olduğunu bile– düşünmeden, A-B-C ye, alfabe sıralamasına, dolayısıyla Elif in kendisine götürdü. Böylece, şişman genç kadın, Be-Ce, yazar, anlatıcı arasında parçalanmış bir düzlem/düzlemler ortaya çıktı. Bundan sonrası, yukarıda da dediğim gibi okurlar için bir sürpriz, bir oyun olsun!) Elif Şafak, iki romanından anlaşıldığına göre kolay kolay vazgeçemeyeceği ve romanımızda pek görülmeyen karnavallaştırma, karnaval dünyası (evreni, atmosferi) oluşturma ile biçeminin ana öğesi olan, en eski anlatı metinlerinden, Dede Korkut lardan, Binbir Gece Masalları ndan uzanıp gelen hikâyeci özellikleriyle öne çıkıyor. Bunların yanı sıra, –parça parça da olsa– modernitenin sorgulanmasıyla, belki de bundan kopuk düşünmediği kent i, yani İstanbul u ele alışıyla da önce çıkıyor? Böylece, büyük bir olasılıkla medyamızın ilgilenmeyeceği –ilgilenmemesi isabet olur aslında– yeni bir romancı ortaya çıkıyor...
Atilla Birkiye, “ Karnaval dünyası na yol alış”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2000
|