Bu hafta İlkeli Sohbetler’de çeşitli gazetelerde yazılar yazan, Doğu dünyasının mistik yanını anlatmaya çalışan bir yazar yer alıyor; Elif Şafak. 1971 yılında Strasburg’da hayata merhaba diyen konuğumuz, Spanya’da geçirdiği yılların ardından Türkiye’ye geldi. Mevlana Ödülü’nü alan Pinhan romanıyla kendisine edebiyat dünyasında yer eden Şafak, Orta Doğu Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler bölümü mezunu.
Elif Şafak’la Londra’da düzenlenen kitap festivalinde tanışma ve sohbet etme olanağını bulduk. Elif Şafak, kitap festivalinin kendisine farklı tecrübeler kazandırdığını ve İngiltere’deki Türkler’le tanışmaktan büyük keyif aldığını belirtti. Şafak’la okuma ve kitaba olan ilgi hakkında kısaca konuştuk ve o, bu konu hakkında kendini pek iyimser hissetmediğini söyleyerek konuşmasını şöyle sürdürdü: “Birşey beni kaygılandırıyor. Yurtdışında; Amerika’ya da gittiğimde ve değişik Türk gruplarıyla karşılaştığımda, hep aynı şeyi gözlemliyorum. Çok kendi içimizde kapalı yaşıyoruz. Ve bunu sürdürmekten yanayız. Bu kabuğu kırmama hali kültüre bakışımızı da çok etkiliyor. Dolayısıyla içe kapalılık İngiltere’deki Türkler arasında da mevcut; bu beni kaygılandıran birşey.”
Şafak için dil çok önemli çünkü tercüme eserlerle uğraşıyor. Konuğumuz, roman türüne baktığımızda, geleneksel olarak dilin ikinci planda kaldığını; şiirin meselesi gibi algılandığını belirtti. Kendisinin böyle hissetmediğini, ne anlattığı kadar nasıl anlattığının da önemli olduğunu vurguladıktan sonra sözlerine şöyle devam etti: “Bana kurgudan, olaydan çok dilin kendisi yazdırıyor. Çeviri benim için başat; önemli birşey. Bir o kadar Osmanlı Türkçeleri’nin ayıklanması, Öz Türkçeleşme de başat bir tartışma. Çeviri söz konusu olduğunda bir kitabın çok farklı şekillerde okunabileceği düşüncesini ön planda tutmak lazım. Çok farklı insanlar aynı kitaptan çok farklı tadlar alabilirler.”
Çok katmanlı, tasavvuf diliyle kaleme alınmış olan Pinhan isimli roman hakkında bazı bilgiler veren konuğumuz, tasavvufla ilgisi olmayan bir insanın, kitabın olaylarını okuyarak eseri algılayabileceğine; ama tasavvufu biraz daha bilen bir insanın alt kademeye inebileceğine, dahası bir alt okumayı yakalayabilen bir okuyucunun üçüncü bir basamağa erişebileceğine dikkat çekerek cümlelerine şunları ekledi: “Pinhan’ın çok katmanlı bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çok farklı okumalara açık. Pinha’dan sonra hiç unutamayacağım bir okur mektubu aldım. Çok müthiş bir edebiyat eleştirisi var. Maalesef Türkiye’de yazar odaklı bir edebiyat ortamı var. Biz yazıyı değil, yazarları konuşuyoruz. Herşey kişiler üzerinde dönüyor. Bu yazarı da tüketen bir ortam. Gönül istiyor ki yazımız konuşulsun; yazının arkasından yürüsek. Tam tersi oluyor.”
Elik Şafak kendisine gelen Pinhan’la ilgili okuyucu mektubunu dikkatle okuduğunu; okuyucunun çok sevdiği bu kitabı bir arkadaşına verdiğini ama herşeyi paylaştığı bu arkadaşının Pinhan’ı sevmediğini söyleyerek, okuyucunun ‘hangimiz haklı?’ sorusuna şöyle bir cevap verdi: “Burada haklı haksız yok. Bu iki dost ilk defa hayatlarında bir görüş ayrılığı yaşıyor. Tasavvuf hakkındaki yorumlarımı birisi çok severken; diğeri fikren ve dinen de katılmamış. Çok daha yapısal bir mesele aynı zamanda.”
Tasavvuf felsefesiyle yakından ilgilenen ve dinler tarihine ilgi duyan Elif Şafak, dilde ve kültürde kutuplaşmaların yaratıldığını; bir tarafta su geçirmez bir laikliğin kurulduğunu, ona tepki mahiyetinde gelişen bir söylemin çıktığını belirtti. Üçüncü yolların yaratılamadığını; üçüncü yollara, sahalara ihtiyacımız var diyen Şafak konuşmasına şu şekilde bir yön verdi: “Tarihe baktığımızda çeşitli dünya görüşleri bunu başardılar. Görüşünüz Marksist olabilir; ateist olabilirsiniz, başka bir dinden olabilirsiniz. Ama bu dinle ilgilenmenize, din tarihi, felsefesi okumanıza engel değil. Bizde öyle birşey var ki, dinle ilgileniyorsanız, bu muhakkak inanç düzeyinde olmak durumunda. İnanç düzeyinde olduğunda artık eleştirel gözle bakmak mümkün değil. Keşke üçüncü bir saha olsa. Din sadece kurallar bütünü değil. Din aynı zamanda bir felsefe. İnsanların yaşamdan, ölümden, cinsellikten ne anladıklarını anlatıyor. Ben dinler tarihi üzerine okumaktan, düşünmekten çok keyif alıyorum. Bunun inançla bir ilgisi yok.”
İnanç dünyalarının çok farklı boyutlarda yaşanabileceğini vurgulayan Şafak, Türkiye’de enkaz halinde biriken bir kültürün olduğunu; kültürel birikimin enkaz olarak varlığını sürdürdüğünü ve bir kuşaktan bir kuşağa, bir topluluktan bir topluluğa akmadığını dile getiridi. Türkiye’de tek bir İslam anlayışının olduğunu sanan, bir çok kişinin olduğunu belirten konuğumuz konuşmasını şöyle sürdürdü: “İslamın tek, homejen birşey olduğunu sananlar var. Öyle değil... İslamın da farklı farklı okuma biçimleri var. Bu farklı biçimlerden bazıları, bazılarına baskın çıkmış; bazıları bazılarını susturmuş. Bazıları da dışlanmış. Ben o dışlanan hikaye biçimlerini okumayı seviyorum. Hem entellektüel bakımdan keyif aldığım için, hem de gönülden kendimi onlara daha yakın bulduğum için. Dolayısıyla tasavvufa olan ilgim okuma düzeyinde değil; ruhtaşlık da var ortada.”
Elif Şafak’la Türkiye’de yaşayan yazarlarla ilgili kısa da olsa konuştuk; konuğumuz Türkiye’de çok çeken ve bedel ödeyen yazarların, kendilerinden sonra gelen yazarlara kapıları açmayarak bedel ödetmeye çalıştıklarını ve gençleri cezalandıran toplumsal bir yapının olduğunu dile getirerek sözlerini şu şekilde sonlandırdı: “Kendi kuşağımdan olan insanlar da, gruplara ayrılıp adacıklar halinde yaşıyorlar. Birbirimize ortak üretim konusunda destek olmadığımız gibi, köstek de oluyoruz. Başka yazarları konuşmayız, kendimizi konuşuruz.”
İlke Susuzlu, Londra - Toplum Postası, toplumpostası.net, 13 Mayıs 2004
|