Kanada, Ottawa havalimanına inen uçaktan dışarıya baktığım zaman, gözlerime inanamamıştım. Her yer, beyazdan griye, hatta siyaha kadar çeşitli renklere dönüşmüş karla kaplıydı. Havaalanından dışarıya çıktığım zaman hava eksi 25 dereceydi. Böyle bir soğukla hayatımda ilk kez karşılaşıyordum, sanki içim donuyordu. Bir sigara yaktım, onu bile içemedim. Bu dondurucu soğuk, kardan başka hiçbir rengi içermeyen, sigarayı bile soğuğuyla bana içirtmeyen bu kentte nasıl yaşayacağımı düşündüm. Hemen Türkiye ye geri dönmek istedim. İsteğimin imkansızlığını anlayınca, sıradaki taksiye binip, beni, o günden bugüne yaşantımın bir parçası olacak, doktora çalışmamı yapmak için geldiğim Carleton Üniversitesi ne götürmesini istedim. Doktora çalışmamı, sonra Amerika da Boston şehrinde yaptığım doktora sonrası çalışmamı ve çeşitli üniversitelerde verdiğim dersleri içeren 11 yıllık bir dönem 3 Ocak 1984 günü böylece başlamıştı. Bu süreç içinde, dünya politikasına "iktidar-devlet-ulusal çıkar ekseninde" yaklaşan hakim uluslararası ilişkiler anlayışının kuramsal bir eleştirisini yapmaya çalışan doktora tezimi yazdım. Tezimde, dünya politikasını sadece güç ve çıkar temelinde gören, ulusal çıkar ile devlet çıkarını özdeşleştiren ve devlet güvenliğini kendisine öncül gören hakim uluslararası ilişkiler anlayışının, özünde doğayı, kadını ve farklı kültürleri denetlemeyi amaçlayan ve bu yolla Batılı, beyaz ve erkek kimliği tarihin merkezine oturtan bir hareket tarzına sahip olduğunu önerdim. Bu anlamda, bilimsel, objektif ve gerçekçi olduğunu her fırsatta yenileyen uluslararası ilişkiler kuramı, düzen ve güçle kurulacak dünya barışından konuşurken, aslında belli bir kimliğin dünya üzerinde egemenliğini ve hegemonyasını kuracak bir "güç ve çıkar merkezci" anlayışı bizlere sunuyordu. Bu anlayışa karşı direnmeliydik ve bu direnç yapılan objektiflik ve bilimsellik iddiasının özünde iktidara ve devlet çıkarına dönük bir öznelliği içerdiğini kuramsal olarak da ortaya koymalıydı. Doktora tezimde ve doktora sonrası çalışmamda yazdığım "Küreselleşme, Devlet, Kimlik/Farklılık" kitabımda bu kuramsal müdahaleyi kendi çapımda geliştirmeye çalıştım. Yine bu süreç içinde, Kanadalı ve Kanada ya dünyanın farklı yerlerinden gelen doktora ve master öğrencileriyle, bazılarını hâlâ sürdürdüğüm çok iyi dostluklarım oldu. Bazılarıyla beraber ev tuttuk, aynı makanı paylaştık. Kimlik, benlik, aidiyet ve bu bağlamda ulusallık, yerellik ve küreselleşme, yurt, mekân vb. konuları üzerine yapılan uzun tartışmalarla geçti zamanımız. Kimliğin çokboyutluluğu, parçalanmışlığı, tarihsel ve söylemsel kurulmuşluğu ve iktidarla ilişkiselliği. Postmodernite, eleştirel kuram, feminizm, oryantalizm. Marksizm, liberalizm eleştirileri. Tüm bu referanslar tartışmaların ana eksenini oluşturuyordu. Modernite ve kimlik üzerine yaptığımız bu tartışmalar günlük yaşamımdan doktora tezime kadar geniş bir yelpaze içinde hayatımın ayrılmaz parçaları olurken, Türkiye den sonra Kanada da giderek yaşamımın içine giriyordu.
Araf ı okurken
Elif Şafak ın yeni romanı Araf ı çok büyük bir zevkle okurken, 1984-1995 arası Ottawa ve Boston da geçirdiğim bu süreç tekrardan gözlerimde canlandı. Araf ın baş karakterlerinden biri Boğaziçi Üniversitesi ni bitirdikten sonra Boston a doktora çalışmaları için gelen Ömer Özsipahioğlu. 2002 Haziran ında Boston a ilk gelişinde, ismindeki noktaları kaybediyor ve Omar oluyor. Kimliğin, aidiyetin ve benliğin parçalanma, belirsizleşme ve çoklaşma süreci, noktaların silinmesiyle netleşiyor. Omar ın kendisi gibi doktora yapan Faslı ve Magrep ten Abed, ve İspanyol ve Madrid den Piyu nun evine taşınmasıyla Amerika da yaşayan yabancı doktora öğrencileriyle tanışıyoruz. Romanda Abed önemli bir yer tutarken, Piyu dan daha fazla önemli olan Alegre var. Alegre Piyu yla birlikte yaşıyor. Fakat romanın Ömer le birlikte ön plana çıkan, okuyucunun okuma açısına bağlı olarak belki de ana karakteri, ismini sürekli değiştiren Gail. İsminde noktalar kaybeden Ömer ile sürekli isim değiştiren Gail, Araf ın hem günlük yaşam düzeyindeki yaşanılanlar üzerine kurduğu, hem de kuramsal düzeyde yaptığı kimlik ve aidiyet tartışmasının ana kahramanları. Araf ı okurken Elif Şafak ın o güzel ve yaratıcı anlatım tarzı sizi olayların içine çekiyor. Hem elinizdeki kitabı size bıraktırmayan bir anlatım tarzıyla berabersiniz ve hızlı okumak istiyorsunuz hem de Elif Şafak ın dilinin yaratıcılığı ve derinliği içinde yavaş okumak, okuduğunuzu bir kere daha okumak, durmak ve düşünmek istiyorsunuz. Araf "aynı anda hızlı ama yavaş ol" eyleminin bir ikilem içermediği duygusunu size veriyor. Araf ı okurken aynı zamanda, Elif Şafak ın "yabancı" kavramı ekseninde kimlik ve aidiyetin taşıdığı belirsizlikler, muğlaklık, çelişkiler ve çatışmalar üzerine yaptığı kuramsal müdahaleleri de okuyorsunuz. Amerika da yaşayan yabancılar üzerinden tartışılan "yabancı" kavramı, ki bu kavram Amerikalı olan Gail i de içeriyor, Doğu-Batı ekseninde Elif Şafak ın yaptığı tartışmanın temelini oluşturuyor. Bu tartışmada aldığı kuramsal pozisyonunu Elif Şafak bize açık biçimde gösteriyor. Gail in kedilerinin isimlerinin Oryantalizm literatürünün önemli makalelerinden olan Stuart Hall un "Batı ve geri kalanı"na referansla "Batı" ve "Kalanı" (Öteki) olması, Ömer in yine bu literatürün önemli isimlerinden Spiva(c)k la "Kan, Beyin ve Aidiyet: Ortadoğu da milliyetçilik ve entelektüeller" üzerine doktora tezini yazması, Gail in Zizek okuması; Araf bize postmodern, sömürge sonrası ve yapısalcılık sonrası kuramlar ekseninde bir kimlik ve aidiyet tartışması sunuyor.
Tarihsellik sorunu
Araf ı hızlı ama yavaş okumam içinde giderek artan ciddi bir rahatsızlığım da oldu. Ömer 2002 Haziran ayında ilk defa Boston a geliyor. Roman, Boston da bir barda Abed ile Ömer in 16 Mart 2004 te geçirdiği beş saatle başlıyor. 11 Eylül günü Dünya Ticaret Merkezi ne, Pentagon a çakılacak, üç bin küsur sivilin ölümüne yol açacak, dünya politikasında ciddi bir kırılma yaratacak, Afganistan ve Irak a karşı savaş kararları aldıracak, terörizme karşı küresel mücadele adına ciddi sayıda insanı öldürecek uçakların kalktığı kent, Boston. Ve Boston da yaşayan ikisi Müslüman yabancılar üzerine gelişen romanda, 345 sayfa içinde tek bir referans bile yok 11 Eylül e. Acaba yabancı kavramı üzerinden kimlik ve aidiyet tartışması yapmak mümkün mü, 11 Eylül e referans vermeden? Yabancı kavramı ile güvenliğin en köktenci, en dışlayıcı bir tarzda ilişkilendirildiği 11 Eylül sonrası Amerika da, hele Boston da, bir ilişkiler dizimi, bir kuramsal tartışma, hiç mi hiç 11 Eylül ü konuşmaz? 11 Eylül sonrası Amerika ve Bush yönetimini sorunsallaştırmayan bir kimlik ve aidiyet çözümlemesi, kuramsal düzeyde de çok zayıflamıyor mu? "Kan, Beyin ve Aidiyet: Ortadoğu da milliyetçilik ve entelektüeller" üzerine doktora tezi yazan Ömer in dünyasında 11 Eylül ün hiç yeri olmaması, bende, bir okuyucu olarak, hem kuramsal, hem de ahlâki benlik düzeylerde ciddi bir rahatsızlık yarattı. Araf, bu anlamda, ciddi bir tarihsellik sorunu taşıyor. Araf ın oturduğu tarihsel bağlam 2000 li yıllar olduğu sürece, bir tAraftan çok güzel yazılmış, yaratıcı ve önemli bir eserle, diğer tAraftan da tarihsellik sorunu yaşayan bir romanla karşı karşıya kalıyoruz. Bu tarihsellik sorunu, Araf ın niye beni doktora günlerime geri götürdüğünü de açıklıyor. Elif Şafak ın çok beğendiğim bir derinlikte yaptığı "yabancı, kimlik ve aidiyet" tartışması, kuramsal olarak da, akademik ve kamusal söylem için de 1980 ortasından başlayarak 1990 lı yılların ilk bölümünde yapılan bir tartışma. 2000 li yıllar içinde değil. O zaman tarihsellik sorunu başlıyor. Araf ı bitirdiğim zaman, kendi kendime "keşke Ömer Boston a ilk olarak 1990 Haziran ında gelseydi" dedim.
E. Fuat Keyman, “Araf ve tarihsellik”, Radikal 2, 18 Temmuz 2004
|