Elif Şafak bir romanını İngilizce yazmış, Türkçeye çevrilip yayımlandı. Vay sen misin İngilizce yazan. Neredeyse işbirlikçi damgasını yiyecek. Saldırı yoksa suçlama var, suçlama yoksa sitem. Romanın nitelikleri merak edilse, belirli bir sorgulamanın ardından varılsa böyle bir olumsuz yargıya, anlaşılır bir yan bulmaya çalışacağım, olur ki bulunur. Sözgelimi, iki kültür arasında kalmış gençleri konu alan bir roman Oxford İngilizcesiyle yazıldıysa burada tartışılabilecek esaslı bir sorun var demektir vb. Başka bir deyişle, şu tür vazgeçilmez sorular var bu romanla ilgili olarak: İzleğiyle, sorunsalıyla vb., İngilizce yazılmasını haklı çıkarıyor mu? İngilizce yazılmış olmak, romanın yarattığı anlama katkıda bulunuyor mu? Nasıl bir İngilizcedir romandaki dil, vb.
Bu sorular sorulmadı, romanın diliyle ilgili olarak, suçlama-sitem dizisinden öte yalnızca Türkçesinin (çevirisinin) "güzel"liğinden söz edildi, bunun dışında peşin hükümler verildi: Özentidir, dünyada yer kapma havasına girmektir, anadiline sahip çıkmamaktır vb. Tekdilci zihniyet, tekboyutlu gerçek.
Benim ulaşabildiğim yazılar içinde, "Araf"ın İngilizce yazılmış olmasında anadili boyutunu aşan, daha doğrusu anadili sorununu dolaylı bir biçimde ortaya koyan başka boyutlar bulunduğunu sezmiş tek yazı Dürrin Tunç un yazısıydı (Haziran 2004 tarihli Picus dergisi, "Anadilce..." başlıklı yazı). Bakış açısını bir kez de romanın durduğu yere, anlattığı sorunsala ayarlama çabasını gösteren bir yazı. Gelgelelim, o da "anadili" kavramıyla biraz fazla oynamıştı.
Kavramlar, terimler ve tanımlar, bir kez bulunup noktası konacak, bir daha yerinden oynatılmayacak öğeler değil elbette, tam tersine. Ama yeni öneriler ancak kavram ya da terim gerçekten sorunluysa anlam taşıyor. Dürrin Tunç, sanırım konuyla yeterince ilgilenmemiş olduğundan, "talihsiz" bir önermede bulunmuş yazısında: "Kişinin anadili, yaşamının akışı içinde değişebilir" diyor. Önermenin talihsizliği, bütün bir asimilasyon dönemi boyunca bizim toplumumuzda Türkçe dışındaki anadillerini unutturmak ya da rafa kaldırmak amacıyla, bilim dışı olduğu biline biline başvurulan bir formül olmasında yatıyor.
Kişi anadilini unutabilir, annesiyle babasının ya da kendisini büyüten kimselerin dilleri farklıysa iki anadilli de olabilir. Sayıları az da olsa dünyada iki anadilli epey insan var. Bu tartışmada sorulması gereken sorulardan biri de Elif Şafak ın bunlardan biri olup olmadığıdır elbette.
Ancak, anadili kavramı, bilimsel tanımına göre, hiçbir zaman sonradan öğrenilen dilleri kapsamıyor. Bilimsel bakışın kavrama bu biçimiyle ihtiyacı var. Yalnızca dilbilim çerçevesinde değil, ruhbilim, toplumdilbilim gibi disiplinler çerçevesinde de ihtiyacı var. Dürrin Tunç, "birinci dil" yerine de "anadili" denmesini istiyor. Yanılmıyorsam, "birinci dil" kavramı gelmiyor aklına ve bu nedenle, gereksiz yere, birinci dili kastettiğimizde de "anadili" sözcüğünü kullanmamızı öneriyor.
Burada Dürrin Tunç un yazısının bütününü tartışmayacağım. Yukarıda da dediğim gibi, romanın niteliğiyle İngilizce yazılmış olması arasındaki bağlantıları, çok iyi işlemiş olmasa bile kurabilmiş, ikidillilik sorunsalını açabilmiş olan tek yazar Dürrin Tunç.
İngilizce yalnızca emperyalistin dili değil. Emperyalizme karşı çabanın dünya dili de İngilizce. Bu süreç belki bir gün bugün kestiremeyeceğimiz biçimde bir kırılmaya uğrar. Ama şimdilik, emperyalistlerin dili gibi dünya muhaliflerinin ikinci dili de İngilizce. Farklı söylemler, farklı İngilizceler, ama sonuçta İngilizce. Dil bilinci, bu gerçekliği düşünsel matrisimize katmamızı gerektiriyor. Gerçekliği elimizden gelen en geniş kapsamı içinde kavramaya çalışmazsak, anadilimizde olup bitenleri de yeterince çözümleyebileceğimizi, dolayısıyla anadilimize gereğince sahip çıkabileceğimizi sanmıyorum.
Çokdilcilik korkusu galiba gerçekliğin çokboyutluluğu karşısında duyulan korkuyla birleşiyor.
Necmiye Alpay, Tîroj Dergisi, Temmuz-Ağustos 2004
|