Elif Şafak ın İngilizce yazdığı için hemen meşhur olan romanı, bugün Araf adıyla Türkçede çıktı. Şafak kitabında, çok sayıda karakteri başarıyla aktarıyor
23/04/2004
A. ÖMER TÜRKEŞ
Elif Şafak ın neredeyse iki aydır süren tanıtım kampanyasıyla edebiyat dünyasında merak ve tartışma yaratan yeni romanı Araf , sonunda yayımlandı, ama kimi zaman haber nitelikli yazılar, kimi zaman yazarla yapılan söyleşiler sayesinde romanın tematiğine yabancı değildik zaten.
İsterseniz hakkında yazılanları özetleyerek başlayalım Araf ı tartışmaya: "Bir yıldır Amerika da yaşayan Şafak ın Ekim 2004 te Farrar, Straus and Giroux Yayınevi tarafından Amerika da yayımlanacak The Saint of Incipient Instanities adlı romanı farklı din, çevre ve kültürlerden gelip yolları Boston da kesişen bir grup gencin dokunaklı öyküsünü anlatıyor. Yaşanan kimlik sancıları ve her şeye rağmen bir yere ait olma ihtiyacı ile bir araya gelen bu üç genç arasındaki ilişkiler önce gelişip sonra çaresizlikle yitirilmeye başlıyor. Bu arkadaşlar birbirlerinin önceden oluşturulmuş kimliklerine meydan okuyor ve bunun karşılığında kendi önyargılarının sorgulandığını görüyor. Romanın İngilizce ismi The Saints of Incipent lnstanities delilik vurgusu taşırken Türkçede uygun görülen Araf ismi biraradalık, eşiktelik, aidiyetsizlik duygusuna atıfta bulunmak için seçildi.. Kitap, ister Doğu da ister Batı da, kendi yurdunda bile yabancı olmanın heyecan vericiliğine odaklanıyor".
Okumadan kanaat sahibi olmak Görüldüğü gibi kitabı elimize almadan önce hem okuyucuya peşin bir yol haritası çıkaracak hem de bir eleştiri yazısına ihtiyaç hissettirmeyecek kadar malumat sahibiydik. Artık yaygınlaşan bu okuyucuyu okumadan kanaat sahibi yapma eğilimine değil ama Araf la ilgili her türden haber, reklam metni ve röpörtajda ısrarla vurgulanan İngilizce yazılıp Amerika da yayımlanacak olma haline kısaca değinmek istiyorum.
İlginç bir tesadüf, tam bu kitapla ilgili ilk haberleri okuduğum günlerde gazetelerin magazin sayfalarında Sertab Erener in No Boundaries adlı İngilizce albümünün haberlerine de takılmıştı gözüm. Reklam sektörü bir kez daha aynılaştırmıştı popüler kültürle yüksek edebiyatı. No Boundaries kendi kulvarında sadece küçük bir haber olarak kaldı, Araf ın İngilizce yazılması ve ABD de yayımlanacak olması ise her seferinde taşındı edebiyat gündemine.
En iyisi romanın kendisine bakmak!.. ABD de yayımlanmış pek çok romanın edebi anlamda ne kadar önemsiz olduğunu bildiğimize, edebiyatımızda Türklerin Avrupa da yaşadığı ilişki ve sorunlara değinen çok sayıda roman yazıldığına, üstelik de, Almanya da Almanca yayımlanmış azımsanmayacak kadar yerli yazar ismi sayabildiğimize göre, Araf ın ilk elde kanıtladığı herhalde sadece Elif Şafak ın İngilizcesinin İngilizce roman yazmaya yeterliliğiydi. Reklamını İngilizce yazmak, Amerika da yayımlanmak üzerine kurmak da, bunları hararetle tartışmak da, aslında başkalarının bizi nasıl gördüğü hakkında türlü efsaneler, tasavvur ve tahayyüller üretmiş bir ulusun futboldan sinemaya, bilimden sanata yıllardan beridir sürdürdüğü bir tartışmanın Araf özelinde tekrarından öte bir şey değildi; araftakiler, ulusal gururla batı karşısında ezilmişliğin ikileminde kalan bizlerdik aslında...
Edebi değeri hiç ilgilendirmeyen bu tartışmaları bir kenara bırakalım ve en iyisi Araf ne anlatmış, nasıl anlatmış ona bakalım: İlk bakışta doktora yapmak için 2002 Haziran ında ABD ye gelen bir Türk ün, Ömer Özsipahioğlu nun Boston da geçirdiği iki yılın hikâyesidir roman. Faslı arkadaşı Abed, bir gece vakti içkiden içi dışına çıkmış Ömer e şöyle özetleyecektir bu iki yılı; "doktora yapmak için İstanbul dan Amerika ya geldin; doktorayı bırakıp kız arkadaşların üzerinde uzmanlaştın ama hepsinde çuvalladın; mideni öldürdün, sonra da midenin seni öldürmesine ramak kaldı... Tabii sonra ya hastalandın ya da âşık oldun, kimse farkı anlayamadı; derken evlendin, üstüne üstlük Gail le evlendin ve bütün hayatını mahvettin!" Ama gerçekten de Amerika da olmak mı mahvetmiştir Ömer in yaşamını? Hikâye ilerledikçe hiç de öyle olmadığını anlıyoruz. Çünkü o, daha Türkiye den ayrıldığı günlerde yoldan çıkmış biri; "kendini ne siyasetin akıntısı ne de bilimin adacığına konumlandırabilmiş bir siyaset bilimi öğrencisi; evlilik müessesesinin flora ve faunası içinde nefes almakta zorlanan işin-acemisi bir koca; kendini evinde hissedememekten mustarip ama artık evinin nerede olduğunu da bilmeyen bir göçmen; ne İslamla ne de başka bir dinle alakası olsun istemeyen bir doğuştan- Müslüman; "Tanrı nın bilinebilirliğine değil Tanrı nın kendisini bilmesine karşı çıkan bir bilinemezci" olarak tarif edilebilecek bir adam.
Araf ın hikâyesi Ömer e takılıp kalmıyor. Her biri farklı yerlerden, farklı kültürlerden ve farklı tarihlerden gelen Gail, Ömer, Abed, Aiegre, Piyu ve Debra Allen Thompson da Ömer kadar ağırlıklı yer kaplıyorlar. Her birinin karakter özelliklerine, hayat hikâyelerine ve trajedilerine hak ettiği yeri vermesini bilmiş Elif Şafak. Bu karakterlerle sayılar, istatistikler, psikiyatristler, uyarı levhaları, yemek listeleri, diyetler, testler, uzak doğu felsefeleri, kadın-erkek ilişkilerindeki yüzeysellik, acıma duygularını uyandırmadan sessizce dilenen yoksullar gibi Amerikan tarzı hayatın karakteristikleri arasındaki kimi zaman mizaha varan çelişkileri de unutmamış.
Karakter romanı Belirtmekte yarar var; Araf , Amerika ya gelen Ömer in Fas lı Amed ve İspanyol Piyu ile paylaştıkları evdeki yaşantısı, Gail e âşık olması ve evlenmesi özetiyle anlaşılacak bir roman değil. Elif Şafak, aslında bir hikâye anlatmayı da amaçlamamış; hikâye zamanın akışına bağlı olarak zorunlulukla çıkıyor ortaya. Şafak ın meselesi, bireyin kendisine yabancı bir ülkede, yabancı bir toplum ve kültürde içine düştüğü karmaşık duygu, düşünce ve ruh hallerini çok sayıda karakter üzerinden sergilemek. En çok da yalnızlık ve yabancılaşma üzerinde duruyor. Öyle bir yalnızlık ve yabancılaşma ki, yalnızca Ömer, Amed ya da Piyu gibi yabancılar değil, Gail ve Debra gibi yerliler de kurtulamayacaktır insanı depresyonun eşiğine getiren etkilerinden.
Başarısı burslarla ödüllendirilmiş ya da yaptıkları işleriyle hayat karşısında donanımlı insanlardan oluşan roman kişileri cins, ırk, kültür ayrımı gözetmeksizin bozuk ruh hali paydasında birleşiyorlar. Elbette kökenlerine göre değişiyor bozukluk biçimleri. Mesela Gail in şahsi özellikleri arasında obsesif kompulsif bozukluk, panik atak, sosyal fobi ve benzerleri var. Ahçılığı ile parmak ısırtan Aiegre, tombul bir çocukluk geçirmenin travmasıyla sabitlenen bulimia hastalığının pençesinde. Sevgili Piyu, başka kadınlara ilgisini sevgilisine kanalize edemiyor bir türlü. Güçlü bir karakter çizen lezbiyen Debra, istediği hayatı kuramamanın tedirginliğini üzerinden atamazken Amed, kültürünün ahlaki değerlerini gururla taşıyarak yaşadığı Amerika da hiçbir kadınla ilişki kuramıyor. Şafak, medeni dediğimiz hayatın neden olduğu yarılma ve nevrozları hikaye içinde kaderlerini sanki kendileri belirleyen karakterleri üzerinden çarpıcı ama abartısız ve açık bir biçimde işlemiş. Bu nedenle Ömer ve Gail in çok ayrı dünyalardan gelip bir aşkta ortaklaşan zigzaglı hayat çizgilerinin İstanbul da noktalanan sonu üzecek belki, ama şaşırtmayacak okuyucuyu.
Önceki romanlarında, Pinhan (1997), Şehrin Aynaları (1999), Mahrem (2000) ve Bit Palas ta (2002) da kavramların, kimliklerin, isimlerin ve zamanın peşine düşmüş, metinlerinin hepsinde diline gösterdiği özenle dikkat çekmişti Şafak. Araf , karakter zenginliği, bir karakterden diğerine atlarken zamanın doğrusallığını gözetmeyen akıcı kurgusu, ele aldığı meseleleri ve uzun ama titiz tasvirleriyle romanları arasında en başarılı bulduğum Bit Palas a çok yaklaşıyor. Anlatıcı bu kadar sık araya girmese, bu kadar bilgece söz sarf etmese kuşkusuz çok daha akıcı bir okuma anı yaşatacaktı bize. Ve son olarak Aslı Biçen in ustaca çevirisinin romana çok şey kattığını söylemek ve hakkını teslim etmek isterim; umarım The Saint of Incipient Instanities in dili de Araf ınki kadar güzeldir.
http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=ktp&haberno=2676
|