Bir yazarın dünyasını kavramanın, çözmenin en kestirme yolu, kitaplarının adlarına bakmaktır belki de. Tıpkı çocuklarına verdikleri isimlerden bir ailenin kültürel kodlarını, hayat algısını çıkarabileceğimiz gibi… Kitaplar da yazarların çocukları değil midir? Bazen ilk baştan, daha kitap ana rahmine düşmeden bellidir; bazen de matbaaya giderken daha ortaya çıkmamıştır. Ama ne olursa olsun, yazarın dünyasına, fikriyatına, estetiğine ve nihayet bizim aramızda oluşturduğu ‘imaj’a uygun düşen, onunla bir yerinden bütünleşen bir isimdir sonuçta karşımıza çıkan. Ve kitap yeryüzünde kaldığı müddetçe kâh yazarının adını tamamlar, kâh onun önüne geçer; ama illa ki efendisi hakkında bir şeyler söyler. Elif Şafak’ın yeni kitabı ‘Med-Cezir’ elime gelince düşündüm bunları. Romanlarının adları nelerdi? Pinhan, Mahrem, Şehrin Aynaları, Araf… Hepsi tek başlarına veya birlikte bir Elif Şafak portresi düşlememize imkan veriyor, kapı açıyor. Med-Cezir, belki yazarının hem iç dünyasını hem de yaşamındaki bölünmüş-bütünlenmişliği, savrulmuş-durulmuşluğu adamakıllı yansıtıyor. Aynı zamanda yazı ile olan macerasını, ontolojik bir vakıa olarak yazıya bakışını… Kısacası, tam bir Elif Şafak kitabı olmuş Med-Cezir. Belki onu en iyi anlatan isim…
Bir romancının başka türde (Şimdi bu kitaptaki yazılara ne diyeceğiz? Gazete yazıları mı, deneme mi, anlatı mı, fıkra mı, makale mi, yoksa sadece ‘yazı’ mı?) yazılarını okurken belki şuuraltımızda hep yine bir roman okuyor şartlanmışlığı yok mudur? Bir de söz konusu olan, daha ilk başta romancı olarak tanıdığımız ve giderek bu sıfatı güçlendiren Elif Şafak’sa… Ama Allah’tan şunu biliyoruz: Elif Şafak, öyle köşeye çekilip sadece roman yazarak hayat süren, bununla yetinecek bir yazar değil. Üniversite hocası, aktivist, köşe yazarı vs… ‘Yazı’ dediğimiz uğraş alanı da hayatının omurgasını oluşturuyor. Öyleyse söyleyecek çok sözü var ve romanla sınırlı kalmadan, daha pek çok türdeki yazılarıyla karşımıza çıkacak. Med-Cezir, işte bu ‘söyleyecek sözü olan’ yazarın gazete ve dergi yazılarının toplamı.
Med-Cezir’i okumaya başladığınızda derinden derine, hadi Tanpınar’ın o çok sevdiği kelimeyle söyleyelim, bir romancının ‘çalıştığını’ fark etmiyor değilsiniz. Hikayeler anlatıyor yazar, anılar denizinde geziniyor, ayrıntıların kapısından girip sonra ummadığınız geniş düzlüklere çıkarıyor sizi. Biraz ilerlediğinizde daha doğrusu kitabı bitirdiğinizde ise sadece romanın ona niçin yetmediğini anlıyorsunuz. Çok yönlü bir yazar-aydın-aktivist kişiliği ile karşı karşıyayız ve bu kişilik kendini anlatmanın imkanlarını arıyor. Bir yığın şeye kafa yoruyor. Tasavvuf, modernleşme, kadın hareketleri, kimlikler, ötekileşme, siyaset, edebiyat… Şüphesiz, gazetede ve dergilerde yazmak, ona bu alanlarda söz söyleme özgürlüğü veriyor. Med-Cezir’deki yazıları, bir bakımdan böyle okumak gerektiğini düşünüyorum ben. Elif Şafak’ın özgürce düşünce üretimleri… Pinhan’ın, Mahrem’in, Araf’ın yazarı, dünyaya açık, hızlı, kabına sığmaz düşünme ve yaşama tarzının verimi/sonucu olan bu yazılarda, alabildiğine özgürce konuşmak, tartışmak istiyor. Ve yazılar, bu bakımdan üzerinde durulmayı, okunmayı, tartışılmayı hak ediyor. Yine bu yazılar, yaşadığımız son üç beş yılı, bu zaman zarfında Türkiye’de ve dünyada olup bitenleri, zamanının çoğunu yurtdışında (ABD’de) geçiren, dünyaya/Türkiye’ye oradan bakan bir yazarın/aydının gündem okumaları aynı zamanda.
Ne ki Med-Cezir, yalnız bu sözünü ettiğim türde yazılardan oluşmuyor. Kitapta iyisinden ‘deneme’ diyebileceğimiz yazılar var ki, bunlarda Elif Şafak’ın o tanıdık dilini, duyuşunu, ayrıntılarda gezinme yeteneğini buluyorsunuz. Okumaya durduğunuzda, sizi bir gazete köşesinde yayınlandıklarını unutturan cinsten yazılar bunlar. Hatıraların, İstanbul sevgisinin/hasretinin, akraba yazarların ve metinlerin, mevsimlerin, kitapların, kadınların aynasından geçip gelen yazılar… Deneme mi? Evet gerçek anlamıyla deneme… Hayatını yazı ile anlamlandıran bir yazarın kalemine imkanlar arama yolunda geldiği duraklardan biri olmalı bu yazılar. Salah Birsel, “Köşe yazısından deneme olmaz.” der bir yerde. Elif Şafak’ın dili, çokça içli dışlı olduğu ‘güncel’i unutup kendini asude alanlara atıverişi, tasavvuftan kültür tarihine, felsefeden edebiyata gezindiği geniş kültür atlası, onun yazarlık ağacında iyi bir denemeci kimliği taşıdığının da göstergesi.
Şurası bir gerçek ki Elif Şafak, ‘Yazmak’ üzerine çokça kafa yoruyor. Kelimelere, harflere tutkun. Dilin içinde gezinmeyi, orada kendine has evler, şatolar inşa etmeyi seviyor. Med-Cezir’de de yazı ve yazmak üstüne kafa yorduğu metinler var. Kitabın ilk metni olan ‘Yaza Yaza Silmek Üzere’de şöyle diyor: “Başlangıçta yazı vardı benim hayatımda. Başlangıcın kayıplarını azaltabilmemi de peşim sıra sürükleyişimi de yazıya borçluyum. Yazarlık idealinden ziyade yazının biteviliğine tutkunum.” Med-Cezir, yazarının dolaştığı ilgi alanlarını, yazıda denemek istediği ve denediği imkanları, özgürce yol alışları ortaya koyduğu kadar, ‘yazı’nın bizatihi kendisi üzerine değinmeleri, tartışmaları, tespitleri de içeriyor. Son söz olarak şunu diyelim: Elif Şafak’ı yalnız romanlarından tanıyanlara, kafalarındaki fotoğrafın eksik karelerini tamamlamak için Med-Cezir’deki yazıları okumalarını salık veririm. Burada kanlı canlı, öfkesiyle, inadıyla, kırılganlığıyla, tutkularıyla velhasıl renginin bütün tonlarıyla Elif Şafak var.
Ali Çolak, Yitik Hüzün, Zaman Kitap, 2006
|