Şehrin Aynaları ndan yansıyanlarla sarhoş olup Pinhan ın gizemine tutulurken en Mahrem kuytularınızı keşfettiğiniz, Bit Palas ın çatısı altında, doğum ile ölüm arasındaki hayat denen o Araf ta tutunmaya çalışıp Baba ve Piç liğinizle yüzleştiğiniz bir anlar bütünü Elif Şafak romancılığı. Öyle ki, bütün bu anların okuyanda bıraktığı izdüşümler oldukça gerçekçi, yalın, cismani ve denge yüklü ama bir o kadar da masalsı, karmaşık, ruhani ve çelişki dolu. Tıpkı hayatın kendisi gibi. Yaşamın döngüselliğini, içinde barındırdığı tezatlıkları ve karmaşayı yansıtmakta çok başarılı Elif Şafak. Her bir romanı, bunun birer kanıtı. Elif Şafak ın son romanı Baba ve Piç, eşsiz kurgusu ve üslubuyla insanı, İstanbul ve San Francisco, şimdi ile geçmiş, insani ve ruhani arasında bir yerlerde gezdirirken bir yandan da, toplumun kabuklaşmış yaralarına (Ermeni meselesi, ataerkillik ve ensest) dokunuyor. Uğraştığı meselelerin ağırlığına rağmen Elif Şafak ın en iyimser romanlarından biri bu kanımca. Hem toplumsal hem bireysel geçmişleriyle yüzleşen, meraksızlık örtüsünden sıyrılıp hafıza sahibi olabilen insanların daha temiz vicdanlı ve sağlam temelli bir gelecek oluşturmalarının mümkün olabildiğini hissettirmesidir, bu iyimserliğin en önemli katmanı. Kimliksel varoluşunun en birincil düşmanı olarak belletilmiş "Türkler"le yüzleşip Türkler, eşittir caniler argümanının katılığından kurtulan Armanuş, Armanuş tan dinledikleri ile tarihsel gerçekliğin farklı bir yüzü de olduğunun algısına varan Kazancı Ailesi, kendi piçliğiyle yüzleştiği sürece yarınıyla da barışması mümkün olan Asya. Oldukça katı gerçekler ve ıstıraplarla bezeli olsa da bütün bu karakterlerin dünleri ve bugünleri, her daim çıkışa giden bir yol mevcut hayatlarında. Dilinin ağdalığını çok yerinde ve katman katman kullanan bir yazar Elif Şafak. İlk romanı Pinhan ve son romanı Baba ve Piç arasındaki serüveni, değişken karakterler ve ruhlarla beraber değişken diller ve üsluplarla da bezeli. Katıksız bir ağdalık hedefleyen bir üslup değil, tersine, karakterlerinin hayattaki varoluşlarıyla orantılı, gerçeklerden kopuk olmayan, Pinhan la Asya nın aynı dilde konuşamayacağını farkında olan bir üslup onunkisi. Dile olan meftunluğunu her satırda hissetmek mümkün. Öyle bir meftunluk ki bu, uzak duramıyorsunuz, sizin de üzerinize bulaşıyor. O serüvenin içinde adım adım derinleşirken dilin de, bilinmeyen derinliklerini keşfe dalıyor insan. Merak etmek, Elif Şafak romancılığı; kendini, kendin olmayanı, dili, dünü ve bugünü, uhrevi olanla cismani olanı merak etmek, topyekün bir merak hali... Bu yıl aşureye Elif Şafak eli değdi. Çokkültürlülüğü, çoksesliliği, iç içe geçmişliği anlatmada derin bir başarısı var Elif Şafak ın. Bütün bu kavramların hayatta birer karşılıkları var, onun romanlarında yüzleştiğimiz. Aşure, her bir malzemenin kendi tadını yitirmeden diğerleriyle karışarak oluşturduğu o eşsiz tat... Ebru, mozaiğin tersine, renklerin yılankavi bir hülyalılıkla birbirlerinin içine süzülerek kaynaştığı o cümbüşün sanatı... Nar, ortak birleştirici bir kabuğun altında irili ufaklı, tatlılı ekşili taneler bütünü... Görmeyi ve göstermeyi başarabilmek önemli. İşte bu nedenle, artık aşurenin tadı daha bir leziz ve ebruli.
Zeren Somunkıran, “Aşureye Elif Şafak eli değdi”, Bianet, 8 Nisan 2006
|