Elif Şafak, son kitabıyla raflardaki yerini aldı. Kızımın hayran olduğu ve bütün kitaplarıyla evimize yerleşen Elif Şafak, kimlik, sözcüklerin etimolojisi ve kimliği, kadın dünyasının derinliği, beden ve ruh ilişkisinin kimlikle ilişkisi üzerine odaklanan romanlarıyla son yılların en parlak yazarı.
Son romanı, “Baba ve Piç” isim/kimlik ilişkisinin kaotik bir yapılanması. Köprü “ve” bağlacı, istenmeyen “piç” ile bilinen “baba”ya bağlanıyor, sözcüklerin şifreli ilişkisi romanın ana damarına kan dolduruyor sanki. Ata/aydın ve tarih ilişkisine de gönderme saydığım “baba ve piç” geçmişi külfet sayan aydının acınası adı mı? “Amerikanlaşmış akademisyenler değil, gerçek bir Türk ailesi” bir yara gibi açık zaten. Edebi dilini çok sevdiğim yazar, ilk kez bir romanında siyasi bir soruna açıklık getirme iddiası taşıyor. Ermeni soykırımı iddialarına polisiye bir kurgu içinde yaşanan aile öyküleriyle cevap bulma/verme kaygısı irdelenmeye değer. Bazı okurlar için biraz buruk bir tat Ermeni meselesi.
Romanın girişi, bir genç kadının iç dünyasıyla doğanın (yağmur) ve kentin (İstanbul) yani üst katmanla alt katman arasında gezinen kahramanın harika tasviri. Öfkeli kadın Zeliha’nın acısının ve merhametinin insanı vuran dramı hemen okuru içine çekiyor. Kitabın girişinde ince belli çay bardaklarıyla sembolleşen kırılganlık, kitabın son sayfasına kadar hiç yakanızı bırakmıyor. Cam bir bardak avuçlamış gibi oluyorsunuz her cümlede, her sayfada... Sonunda kırılacağına çok emin olunan çay bardağının yirmi yıl sonra sağlam bardak işlevine övgü düzülmesi anlamlı bir kırılganlık/kıran ve kırılan ilişkisi kurguluyor sanki. İstanbul sokaklarının topuğunu kırdığı Zeliha’nın tanımına bakınca bunu kavrayabiliriz: “Ruhu gevşese bir çay bardağı kadar kırılgan olurdu ve ne zaman bir çay bardağı kadar kırılgan olsa gözleri yaşarmaya başlardı.” Ağlamak nefret edilen bir duygusal sahnedir; çünkü sulu sepken kadınlar ağlar! Kırılmamak için duyguya geçit yok.
Modern İstanbul’un apartmanlarına inat geçmiş zamanın mekanında yaşar kahramanımız ailesiyle, bir konakta. Tamamı kadınlardan oluşan bu ailede yazarın kadınları çok iyi tanıdığını, onların içlerine yerleştirdiği projektörlerden anlamak mümkün. Kültürel kimliğin birçok taşını dinî bilgisiyle tamamlayan yazar, manevi bütünlüğü Kur’an-ı Kerim köprüsünden veriyor. En olmadık bağlantıları asi ve günahkâr Zeliha kuruyor. Tabu sayılan ensest ve Ermeni meselesi arasında analoji çok yerinde mi acaba? Ermenilerin canının çok yandığını anladığımız gerçek öyküye çok benzeyen Suşan Çakmakçıyan’ın hayat macerası biraz eksik. Türklerin sadece geçmişi unutan garipler olması ne kadar doğru? Hıristiyanların ve Ermenilerin unuttukları neler var diye merak ediyor insan. Biliyorum ki, onlar da çok unutkan. Neden Mimar Sinan hakkındaki Ermeni iddiası tek başına yer alıyor da Ağırnaslı hayat öyküsünü bilen yok? Gerçekten geçmiş bir külfet mi Türklere? Türk müziğinden hazzetmeyen Asya, Mimar Sinan’ı bilmez ve onun Ermeni olduğu bilgisi romanda asimilasyon belgesi gibi yapışıp kalır.
Sadece kadınlardan oluşan ailenin tek erkeğinin uzağa (Amerika’ya) gitmesi, 20 yıl dönmeden orada evlenip kalması, ailesine yaptığı ihanet ve kız kardeşine zarar vermesi, bir erkeğin tehlikeli halleri, buna rağmen verilen zehirli aşureyi yemesindeki rahatlık 20 yıllık vicdan azabının su yüzüne çıkışının simgesi. Erkekler tehlikeli hep, Aram hariç! Annenin sevgilisi Ermeni sevgili iyi bir adam. Her kadının hayali.
Çok iyi işlenen anne-kız ilişkisinde anne ve kız birbirine ne kadar öfkeli de olsa, uzak dursa da son kelamda birbirlerine benzerlikleri inanılmazdır. “Karşılıklı durmuş sonsuza değin birbirlerini çoğaltmaya ahdetmiş iki ayna.”
‘Zalimin geçmişle işi olmaz’ diyerek geçmiş ve gelecek tasavvurlarını zalimliğe indirgemek tartışılır bir vurgu. Bütün dramatik maceralara rağmen Kazancı ailesinde her düşünce, delilik, asilik, farklılık büyük bir saflık ve sevgi içinde bir arada yaşar. Birbirine destek olur ve hakkaniyete önem verir. Kardeşine zehirli aşure sunacak kadar kız kardeşine arka çıkan hakkaniyet ve adalet duygusu evin en sağlam payandasıdır. Özünde hepsi iyi insanlardır. Saf ve temiz. Aram ve Zeliha’nın aşkında, kız kardeşlerin sevgisinde ve Amy/Armanuş’un karşılanmasında, Amerikalı gelinin bağra basılışında hep o saflık dökülür kırılgan kimliklerin içine. Aslında bu evde hiçbir şey unutulmaz; ancak metanetle göğüs gerilir ve konuşulmaz üzerinde. Tıpkı biz Türklerin konuşmadığı acılar gibi. “Baba ve Piç” çok farklı okumalar yapılabilecek bir kitap.
Nevval Sevindi, Zaman, 11 Nisan 2006
|