Çok kıskandığım bir kadın gazeteci var.
ABD’nin önde gelen kadın dergilerinden Glamour’da çalışıyor.
İsmi Mariane Pearl.
* * *
Bu isim size bir çağrışım yapmıştır.
Mariane Pearl 2002’de Pakistan’da teröristler tarafından kaçırılıp öldürülen gazeteci Daniel Pearl’ün eşiydi.
Pearl öldürüldüğünde genç kadın beş aylık hamileydi.
Ve ölümünün ardından Hollywood cesur gazetecinin hayatını filmleştirdi.
“A Mighty Heart” adlı filmin başrolünde de Brad Pitt oynadı.
* * *
Mariane Pearl bir süredir Glamour için dünyayı dolaşıyor.
Ve Küba’dan Liberya’ya, Kamboçya’dan Meksika’ya kadar onlarca ülkeye gidip kendi seçtiği kahraman kadınlarla buluşuyor, onların hikayelerini yazıyor.
Heyecan verici, ufuk açıcı ve öğretici gazetecilik bu değildir de nedir?
* * *
Her neyse, hayallerimde onun projesini keşke ben de yapabilsem diye geçirsem de konu bu değil...
Konu Mariane Pearl’ün son kadın kahramanı. Elif Şafak.
Pearl geçtiğimiz günlerde dünya turu çerçevesinde İstanbul’a geldi ve yazar Elif Şafak’la bir röportaj yaptı.
* * *
Röportaja hakim olan duygu kıstırılmışlık.
Pearl, Şafak’ın yazdıklarından dolayı güvenliğinin olmadığını yazmış.
Türkiye’de farklılıklardan bahseden, Ermeniler’in öldürülmesinden ötürü üzüntü duyan ve bunu renkli hikayelerle anlatan bir yazarın artık tehlikede olduğunu belirtmiş ve Şafak’ı altın kafesteki bülbüle benzetmiş.
* * *
Bu benzetmede haklı da.
Çünkü Elif Şafak aldığı tehditler dolayısıyla İstanbul’un dışında güvenlikli bir siteye yerleşmek zorunda kaldı.
Kitaplarında hep eski İstanbul’u ve o İstanbul’a duyduğu hayranlığı anlatan yazar bir nevi sürgüne gitti. İlham kaynağından koparıldı.
Çünkü ifade özgürlüğü olduğu söylenen bu ülkede, o ifade özgürlüğü uzun bir listeden oluşan kırmızı çizgilerin dışındakilere izin veren bir özgürlük.
Yani kutsal kavramlara dokunmayan, tabuların etrafında dolaşan ve çeşitliliği bastıran bir özgürlük.
* * *
İşte bu “eksik” özgürlüğün yarattığı atmosfer Mariane Pearl’ü Türkiye’ye getirdi.
Elif Şafak’la buluşturdu.
Ve Hrant Dink’in mezarını ziyaret ettirdi.
* * *
Oysa Elif Şafak İstanbul’un tam da merkezinde oturup ilhamını kovalamak istiyordu bence.
Glamour’a “özgürlük savaşçısı” adı altında konu olmak yerine vaktini yeni kitaplarına ayırmayı arzuluyordu.
Ve davalarla uğraşmak için değil, Haliç havasını özlediği için gitmek istiyordu Beyoğlu Adliyesi’nin bulunduğu Halıcıoğlu’na.
* * *
Röportajın bir yerinde Şafak “Ne siyah, ne de beyaz, yalnızca gri var benim ülkemde” diyor. Yani karşıtlıkların, farklılıkların, iyiliklerin ve kötülüklerin bu coğrafyada buluştuğunu anlatmak istiyor.
Ama maalesef bunu artık rahatlıkla Türk medyasına söyleyemiyor.
Ne ironik! Glamour onu bizden daha iyi anlıyor.
Nagehan Alçı
Akşam, 29.09.2007
|