Elif Şafak’ın yazarlığına duyduğum hayranlık ‘Araf’ romanıyla başladı; ‘Baba ve Piç’ romanıyla pekişti. Çocuk doğurduktan sonra yazıyla ilişkisinin sekteye uğrayacağından korktuğunu birkaç kez dile getirmiş olan Şafak’ın son kitabı ‘Siyah Süt’, korkularının aksine, anne olduktan sonra daha da ‘lezzetli’ yazmaya başladığının bir ispatı oldu.
‘Siyah Süt’ basında yer aldığı gibi sadece ‘loğusa cinleri’ üzerine bir kitap değil. Kadınlık halleri; annelik deneyimleri; modern kadının çelişkileri anlatılıyor kitapta. Üstelik de ünlü kadın yazarların kendi deneyimleri üzerinden. Adalet Ağaoğlu’nun bir kadın yazar olarak tutunabilmek uğruna çocuk yapmaktan feragat edişini; şair Sylvia Plath’in iki çocuğunu büyütmek için katlandığı ekonomik zorlukları ve intiharını; Tolstoy’un eşi Sofya’nın bir yandan on üç çocuğa bakıp, diğer yandan kocasının romanlarını defalarca temize çekmek için katlandığı fedakarlıkları anlatıyor Şafak. Bir yandan da, kendi içinde barındırdığı farklı kadın karakterlerden bahsediyor.
Senelerce baskıladığı anaç yanını, torpil geçtiği entelektüel ve pratik yanını, hırslı tarafıyla savaşan derviş yanını su yüzüne çıkarıyor. Öyle içten ve dürüstçe yüzleşiyor ki içindeki kadınlarla, siz de ister istemez kendi içinizdeki kadınları bulup Şafak’ın yaptığı gibi onlarla sohbet etmek istiyorsunuz.
İçinizdeki kadınlar arasında demokrasiyi sağladığınız anda ise kadın olmanın keyfine varıyorsunuz.
Selcen Doğan Ağakay, Posta, 8 Aralık 2007
|