. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Değerlendirmeler
Siyah Süt, Siyah Mürekkep

 

Akşam Gazetesinin genç ve sıradışı yazarı Oray Eğin’i okuyordum. Daha o günlerde şu ünlü “Edebiyatçılar Çankaya’da!” daveti gerçekleşmemişti, sadece kimlerin çağırıldığı biliniyordu. Oray Eğin, o günkü yazısında “Gitmeyin!” çağrısı yapıyordu kimi yazarlara ve ardından bu çağrıyı yaptığı her yazarın neden cumhurbaşkanının davetine gitmemesi gerektiğini anlatıyordu. Elif Şafak da yazara göre Çankaya’ya gitmemesi gerekenlerdendi, yalnız onun için bir boşluk bırakmıştı Eğin, eşi nedeniyle “islamcı” çevrelere yaklaştığı, son romanı da bunun kanıtı olduğu için. 


Merak ettim.


Daha önce Elif Şafak okumuştum tabii ancak yazdıklarını okuduğum bayan değil “islamcı”, “tutucu” diye dahi değerlendirilemezdi. Damar konu tabii: özü bakımından Atatürk’ün antitezi olan bir insan “cumhurbaşkanı” sıfatıyla köşkte ikamet ederken, kim laikmiş, değilmiş, değilse laik olmamak da neymiş, üzerinde çok daha fazla durulması gereken konular diye düşündüm ve sonuçta kendimi yanına yaklaşmayı dahi sevmediğim çok satanlar bölümünden Elif Şafak hanımın ilk basımı Kasım 2007’de yapılmış ve Doğan Kitap’tan yayımlanmış romanı “Siyah Süt”ü alırken buldum. 

Çok satanlar demişken, söylemeli, benim elimde bulunan kitabın üzerinde “70.000 adet” yazıyor. Yetmişbin adet, en kötü ihtimalle yetmişbin insan, en iyi ihtimalle yetmişbin hane demektir. Çok insan demek yetmişbin insan. Kitapta her ne yazıyorsa, islamcı, laik, ilginç olmalı diye düşünüyorum. Düşünüyorum da, kitap ne islamcı çıkıyor, ne laik. Bildiğin feminist çıkıyor bizim Siyah Süt!

Kitap Elif Şafak’ın kızı Zelda’yı doğurduktan sonra geçirdiği postnatal depresyonla ilgili. Yani Brooke Shields’dan öğrenmeyen varsa postnatalı, Elif Şafak’tan illaki öğrenecek. Yalnız kitabın konusunun, anlattıklarının yalnızca postnataldan ibaret olduğunu söylemek yazara haksızlık olur. Öyleki yazar anne olmaya evrilen yolculuğunu anlatmaya evleneceği kişiye aşık olmasından çok uzun süre önce anlatmaya başlıyor, kitabı evli ve çocuklu tamamlasa da kitabın başındaki Elif Şafak bekar, bekar olduğu kadar da evliliğe ve anneliğe karşı.


Bir kadının bu denli aleni annelik ve evlilik kavramlarını sorgulaması yeterince sıradışı edebiyatımızda, dolayısıyla böyle bir maceraya ev sahipliği yapan kitabın da sıradışı olmaması beklenemez. Bir kere Elif Şafak’ın ilk otobiyografik romanı Siyah Süt. Postnatal depresyon süresince on ay yazı yazamadıktan sonra iki ay içinde tamamlamış kitabı yazar. Hayatla bağlarını yazarak kuran bi insan için zorluğu tartışılmayacak bu süreci son derece samimi, az hüzünlü ve çoğu zaman kendisini karikatürize ederek anlatmış Şafak. Dünya edebiyatının çok aşina olmadığı bir tarzı kullanmış kitabını yazarken: Deneysel tarz. Yazarın kendi hayatını kurgulayarak anlatması, bu kurguların içine ansiklopedik bilgiler yerleştirmesi, zaman zaman mizah öğesini eller tutulur hale getiren Latif Demirci’nin karikatürleri ve postnatal depresyonun kitaptaki tüm olayların içerisinde yarı bilimsel bir biçimde anlatılmasına, edebiyatçılar kendi aralarında “deneysel tarz” diyorlar yani. 

Peki neler oluyor bu kitapta? Bir kere otobiyografik roman dendiği için Elif Şafak’ın hayatındaki olayları kendi yorumundan dinleyeceğini sananlar yanılıyorlar çünkü bu otobiyografi bir iç yolculuk, yazarın    “Benistan” olarak adlandırdığı iç dünyasında geçiyor. Zira kıronolojik olarak bakıldığında Araf’ın yazılmasından yazarın 301’de yargılanmasına uzanan bir süreçle karşılaşıyoruz ancak kitapta bu olaylardan bahsedilmiyor. Yalnızca yazarın dış dünyasındaki kimi olayların iç dünyasına düşen gölgelerini gözlemliyoruz kimi zaman. 

Bir soruyla başlıyor yazarın yıllar süren iç yolculuğu: “Annelik var mı aklınızda?” bu cevabı ararken başlıyoruz Şafak’ın parmak kadınlarıyla birer birer karşılaşmaya, artık çoğu hayalet olmuş kadın yazarlarla yüzleşmeye, anneliği, kadınlığı, kadın yazarlığı ve bunların birbirleriyle etkileşimlerini sorgulamaya. Yolculuk boyunca kah Amerika’da Boston’da bir “beyin ağacı” önünde beyin yemini ederken buluyoruz kendimizi, kah aşıkken, kah hamileyken, kah depresyondayken. Ama ne olursa olsun her şey parmak kadınların başının altından çıkıyor. 

Parmak kadınlar Elif Şafak’ın her bir karakter açılımının karikatürize edilmiş, ete kemiğe bürünmüş halleri. Hepsi birden Benistan’da oturuyorlar, hepsinin kendine ait bölgeleri, bakış açıları, düşünceleri var. Hepsi aynı anda konuşmaya kalktı mı “içimden sesler korosu” oluşuyor Şafak’ın deyimiyle.

Benistan’da en başta federal devlet sistemi var, dört eyalete ayrılmış, Elif Şafak da merkeze oturmuş, ülkeyi nasıl yöneteceğini bilmediği için kimi zaman birine, kimi zaman ötekine ayrıcalık tanıyor. Bab-ı Garp’ta Pratik Akıl Hanım oturuyor, her şeyi en kısa yoldan halletmek onun en sevdiği şey. Bab-ı Şark’ta kitabın kuşkusuz en önemli karakterlerinden Can Derviş Hanım oturuyor. Can Derviş Hanım’ı sık sık yazara “oluruna bırak her şeyi, senden büyük bir alem var her şey oluruna varır o alemde, didinmeyi bırak” derken duyuyoruz. Yazarsa huzur alıyor belliki Can Derviş Hanım’ın varlığından ancak söylemlerine baş eğmemesini, yine kendi sorgulamalarına devam etmesini biliyor. Yeri gelmişken söylemek lazım, Can Derviş Hanım’ın kafasına güzelce oturmuş bir de türbanı var. Ancak türbanın patlamaya hazır siyasal/ideolojik/dini bir bombanın adı haline geldiği bugünlerde özellikle nötr bakmak lazım Can Derviş Hanım’a, kimmiş, ne diyor onu anlamak lazım. Öyle bakılınca anlaşılıyor ki bu karakter herhangi bir “simge” değil, kimi insanların hayatının merkezine koymayı tercih etmediği bir ilahi düzenin varlığını simgeliyor. Kimilerinin de hayatının merkezine koymayı tercih ettiği. Kitapta Can Derviş Hanım sadece kozmik bir dünyanın varlığına olan inancı kanıtlıyor, zaten onun dışında diğer parmak kadınlardan ne bir adım önde ne bir adım geride. 

Bab-ı Cenup’ta karşımıza modern dünyanın süper dişisi Hırs Nefs Hanım çıkıyor. Belki de yazarın sahip olduğu başarıyı Hırs Nefs Hanım’a borçlu olduğunu düşünmeden edemiyoruz bu parmak kadını tanıdıkça. Yalnız yazarın içine girdiği beyin/beden ikilemini de en çok besleyen karakterlerden biri olduğu belli. Hırs Nefs Hanım Şafak’a kitap boyu tutturmuş “beyin de beyin” diyor. Bab-ı Şimal’de kitabın diğer çok önemli, belki de en önemli karakteri yaşıyor: Sinik Entel Hanım. Sinik Entel Hanım bohem tarzda yaşamı seçmiş, sürekli okuyor, bilmediği, üzerinde saatlerce tartışamayacağı konu yok. Çaktırmadan ben de çok seviyorum bu karakteri, ne de olsa içimde suyu bitmek bilmeyen bir ırmak, tüm kavgası bilmek ve üretmek olan bütün insanlara karşı sonsuz bir saygı ve aşk besliyor. 

Kitapta daha sonra ortaya çıkan iki parmak kadın daha var: Saten Şehvet Hanım ve Anaç Sütlaç Hanım. Anaç Sütlaç Hanım’la, yazar Amerika uçağındayken tanışıyoruz. Elif Şafak en başta pek seviyor bu karakteri ama daha sonra Boston’da Hırs Nefs Hanım ve Sinik Entel Hanım zoruyla beyin ağacının önünde ettiği beyin yemini yüzünden uzun süre uzak kalıyor ondan. Yalnız yazar hamile kalınca özlediğimiz kadar bıkıyoruz da Anaç Sütlaç Hanımdan çünkü kendine monarşi ilan edip faşist yaklaşımlarda bulunuyor diğer parmak kadınlara karşı bu hamilelik döneminde. 

Saten Şahvet Hanım’sa Elif Şafak’ın görmeye hiç mi hiç alışkın olmadığımız bir yüzü. Kadınsı, baştan çıkartıcı. Seksi. Bu karakterle tanışmamız için tabii, Elif Şafak’ın önce şu anki eşi Eyüb Can’la tanışması gerekiyor. 

Yazımın başında feminist dedim Siyah Süt için. Öyle faşizan, kadın üstünlüğünü savunan bir feminizm değil bahsettiğim; kadınları sosyolojik bir azınllık olarak gören, “normal” kabul edilen cinsiyet rollerini sorgulayan eşitlikçi, ama eşitlik olmadığı için kızgın ve mücadeleci bir bakış açısının ürünü bir anlayışla yazılmış roman. Toplumla, kalıplaşmış tanımlarla boğuşuyor. Kitabın başında bir “ Evde Kalmış Kız Manifestosu” yazıyor ki Elif Şafak, bir an kendimizi sosyoloji veya piskoloji dersinde dil ve düşünce arasındaki bağı incelerken buluyoruz.

Sorguluyor Elif Şafak, edebiyatla kadın, kadınla annelik ve edebiyatla annelik kavramları arasındaki sorunlu ilişkileri. Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda” adlı kitabından yola çıkarak Fuzuli’nin kardeşi Firuze’nin en az abisi kadar yetenekli olmasına rağmen nasıl cinsiyeti yüzünden yazar olamadığını, onun yerine anne olduğunu gözlemliyoruz. Anneliğin vericiliğiyle romancılığın alıcılığını karşılaştırıyoruz, bir kadının nasıl da daha kendisi bebekken eline verilen bebekle anneleştirildiğini görüyoruz, “kadın doğulmaz, olunur.” diyen Simone de Beauvoir’a biraz da Japon araştırmacıların “bosei” kavramı üzerine yaptıkları çalışmalar sayesinde inanırken buluyoruz kendimizi. Sadece Beauvoir ve Woolf değil, Sylvia Plath’den Halide Edip’e, Sevgi Soysal’dan Jane Austen’a  edebiyat tarihindeki erkeklerle karşılaştırılınca bir avuç kalan kadın yazarların toplumsal normlara birer başkaldırı niteliğindeki yaşamlarıyla yüzleşiyoruz. Yüzleşirken toplumların ahlak değerlerinin aslında ne kadar çarpık olduğunu görüyor gerçek başarının bu ahlaki değerlere uyan bir yaşam sergilemenin değil, kendini bulabilmek olduğunu görüyoruz. 

Zaten Elif Şafak da bunu anlatmak istiyor bence, postnatal bahane. Bunu demek istemese bile, kadın varlığımla okuduğum bu kitapta kendimi en çok yazarın normlarla mücadelelerinde, sade benliğiyle var olma savaşımında buldum. Eh, kitap bir kez okunduktan sonra salt yazarın malı olmaktan çıkıp okuyucuya da ait oluyorsa (klasikler böyledir ya, yazarlarından çok toplumlara ait olurlar,) benim görüşüm de önemli bir görüştür diye düşünüyorum. 

Sonra bir an kendimden utanıyorum, lise son sınıfta edebiyat öğretmenine: “Hocam nasıl bir milletiz biz, bu sene okuduğumuz yazarların hepsi en az bir kez hapse tıkılmış, kitapları ‘müstehçen’ diye toplanmış. Şimdiyse yeni jenerasyonlar bu yazarları okuyarak büyüsün istiyoruz.” diyen kız olduğumu unuttuğum için. Sahip olduğum ideolojiyi, bir yazarı ve kitabını yargılamakta kullandığım için. Sanatın tüm ideolojilerin, tüm hayatın üstünde, onlara yukardan bakan bir varlık olduğunu, sanatı neden sevdiğimi unuttuğum için. 

Her ne kadar onu yargılamak için almış olsam da kitabını, yargılamamayı yine Elif Şafak hatırlatıyor bana, ve sanata neden aşık olduğumu: “İnanıyorum ki edebiyat ve sanat bir köprüdür özünde. Duygusal, entelektüel ve ruhani bir köprü. Ayrı gibi duran insanları buluşturan, hikayeleri ve hakikatleri bir kesimden kesime akıtan, insana saygıyı, bireyi anlamayı ve anlatmayı, empatiyi temel alan bir saha, ön yargısız bir vahadır edebiyat. Bölmez yapıştırır, ayrıştırmaz buluşturur.”

 

Burcu Ergün

 

İzlenme : 7999
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us