Cennet vatanımız, akıl almaz kutuplaşmaların ortasında her şeyi cehenneme çeviren derin bir nefret üretirken, Elif Şafak’ın son romanı Aşk, sessiz sedasız iki yüz bin (200.000) satarak Türk edebiyat tarihinin en kısa sürede en çok satan edebi eseri ünvanına sahip oldu.
Böylece Elif Şafak, Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’la yakaladığı 120 binlik rekoru da hayli geride bıraktı. İçinde yaşadığımız atmosferde Mevlânâ ile Şems arasındaki ilişkiyi paralel bir kurgu ile anlatan ve tasavvufu ön plana çıkartan bir romanın bu kadar ilgi görmesi de ayrıca dikkat çekici.
Üstelik, medyaya yansıyan tartışmaları hatırlayacak olursak, erkek okurların mühim bir kısmı, Aşk pembe kapaklı olduğu için mütereddit davranmış, bu da Aşk’ı basan Doğan Kitapçılık’ı, kitabı erkekler için gri kapaklı olarak basmaya sevketmişti. Elif Şafak, kitabın ulaştığı satış başarısının gerisinde, çokça dile getirildiği gibi reklam kampanyasının değil, okur ilgisinin yattığını belirterek şunları söyledi:
“Aşk’ı bu kadar başarılı yapan tek bir kaynak var: Okurlar. Yoksa ne reklam, ne tanıtım kampanyası, ne başka bir şeyle böylesi bir başarı yakalamak mümkün olabilir. Ben Türkiye’de son derece samimi ve hakiki bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Öyle bir okur ki, bir kitabı çok sevmişse, alıp eşine dostuna armağan ediyor; annesine, yengesine, kuzenine okutuyor. Bazen bakıyorum bir kitabı beş kişi okumuş. Cümlelerin altını farklı renkte kalemlerle çizerek okuyorlar, Internet’te romandaki Kırk Kural dolaşıyor. Ve eğer okur bir kitabı sevmezse, ne kadar reklamı yapılırsa yapılsın okumuyor. Özellikle kadınlar erkeklerden daha çok ve daha tutkuyla okuyor. Okurlar bu kitabı sahiplendi ve sevdi. Aşk’ın başarısının tek anahtarı bu.”
Tasavvuf kimsenin tekelinde değil
Bu yüksek rakamın, yaşanan siyasal ve toplumsal olaylar dolayısıyla aşk’a en uzak noktada duran bir ülkede meydana gelmesini nasıl yorumluyorsunuz?
Ben AŞK’a uzak bir ülke olduğumuzu düşünmüyorum. Evet, Türkiye’de gündem çok hızlı ve gündelik siyaset zaman zaman hırçın olabiliyor. Ama tüm bu patırtının altında daha sakin, daha derin, daha bilge bir damar var. Tasavvuftan gelen bir edep, idrak ve birikim de var bu toplumun mayasında. Onu tamamen yitirmedik. Ayrıca bence yeni kuşak inanılmaz bir enerjiye ve dinamizme sahip. Gençler tasavvufa derin ilgi besliyor.
Aşk’a ve aşk’ın bize en sakin cephesiyle yansıyan yüzü olan tasavvufa duyulan ilgi, Aşk’a hakikaten ihtiyacımız olduğunu mu gösteriyor?
Aşka hepimizin ihtiyacı var. Hangi sınıftan, hangi kesimden, hangi görüşten olursak olalım aşk herkes için temel bir ihtiyaç. Kainatın özü aşk. Yaradılışımızın sebebi aşk. Romandaki kurallardan biri diyor ki: hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Ömrü hayatımız, belki de bütün çabalarımız tamamlanma arayışından kaynaklanıyor. Ve bizi tamamlayacak olan yegâne şey aşk. Onu arıyoruz hepimiz.
Bir de kitaba yönelik eleştiriler var: Tasavvufu popüler kültürün bir parçası kıldığına dair manevi, domates ve patlıcanin o dönemde henüz Anadolu’ya gelmediğine dair maddi eleştiriler bunlar. Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsun?
Okurlarımdan gelen her eleştiriyi dikkatle ve saygıyla dinliyorum. Okurun fikirlerine kıymet veriyorum. Yapıcı eleştirinin başımın üstünde yeri var. Elbette insanız, kusurumuz olur. Ama AŞK’ı okumadan, romanın özünü anlamadan uzaktan eleştiri yapanları pek o kadar dinlemiyorum doğrusu. ‘Tasavvufu popülerleştirdi’ diye eleştirenler oldu. Halbuki tasavvuf kıyısı olmayan bir deniz gibidir. Oradan herkes kendi kabı kadar su çeker. Tasavvuf özü gereği popüler kültür malzemesi olamaz. Ama hadi bir an için diyelim ki moda oldu. Eğer yüz bin kişi moda diye ilgileniyorsa ama bunların arasından beş tanesinde samimi ve hakiki bir uyanış oluyorsa, o modada bile bir hayır vardır. Kaldı ki tasavvuf kimsenin tekelinde değil. Her kesimden, her demden insana gönül kapısı sonuna kadar açıktır.
5 Temmuz 2009
Hürriyet
Sefa KAPLAN
|