TGRT HABER Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Soysal’ın sorularını cevaplandıran Elif Şafak, “Toplumları genelleme yaparak değerlendirme konusunda medyamıza büyük sorumluluk düşüyor” dedi.
TGRT HABER TV’de yayınlanan Baş Başa programına katılan yazar Elif Şafak, “Kopuşlarla örülü hayatımın beni sürüklediği yalnızlığı okuyarak ve yazarak yenmeye çalıştım” dedi. TGRT HABER Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Soysal’ın hazırlayıp sunduğu programın konuğu olan Şafak, yazıyla tanışmasından, yazma tekniklerine; kültürler arası sorunlardan, toplumumuzun içinde bulunduğu duruma kadar bir çok konu hakkında çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.
‘Yalnızlığı yazarak yendim’ Günlük tutarak yazmaya başladığını söyleyen Elif Şafak,”Çocukluğumdan itibaren ülke ülke dolaşmam ve aile ortamında büyümemem, kopuşlarla örülü bir hayatımın olmasına neden oldu. Bunların sonucunda oluşan yalnızlık duygusunu ise okuyarak ve yazarak yenmeye çalıştım. Hayatla barışık olmayan edebiyatçılar, genelde yalnızdırlar. Zaten mutluluk olduğunda insanın sorgulama yetisinin ortadan kalkacağına inanıyorum. Kitaplardaki karakterleri kendime daha yakın bulmamda, yalnızlığın etkisi olduğuna inanıyorum. Hayatımın her döneminde yazı oldu ve onsuz yaşamı düşünemiyorum. Yazı benim için nefes almak kadar zorunluluk arz ediyor. Hayatla iç içe olmayı sevmem ve kelimelerle oynama merakım, sürekli yazmamı tetiklemiştir. Ayrıca klasik roman anlayışından farklı olarak, ne anlattığım kadar, neyi nasıl anlattığıma da önem veriyorum. Çocukluğumda günlükle hayatıma giren yazının zamanla tarzı, içeriği, biçimi değişti ama her zaman yaşamında vazgeçemediğim tek şey yazı oldu” dedi.
‘Ben yazıyla şekillenirim’ Belli bir kurgudan hareket ederek yazmadığını ifade eden Elif Şafak, “Misyon duygusuyla yazmaktan yana değilim. Yazmaya başlamadan önce nereye varacağımı bilmiyorum. Kitaba başlamadan önce kurgu yapıp, planladıktan sonra adeta bir kuklacı gibi karakterlerin üzerine kendimi kondurarak yazamam. Onun için yazma sürecinde yazıyla beraber değişip, karakterlerle birlikte şekilleniyorum. Bu nedenle çok daha güçlü olmasını istediğim bir karakter yazma süreci içinde zayıflayabiliyor veya kenarda tutmak istediğiniz bir karakter yazma aşamasında gelinen süreçte daha ön plana çıkıyor. Eserlerimin her biri yaşamımın farklı dönemlerinde şekillendi. Zaten eserlerim, kaleme aldığım dönemdeki yaşamımın ve algılamalarımın izlerini taşır” diye konuştu.
‘Hem Doğulu hem Batılı’ Dayatmaların kültürümüzde çoraklaşmaya sebep olduğunu belirten Elif Şafak, “Hudutları birbirinden yalıtılarak ayrılmış kategorilerin olduğuna inanmıyorum. Tam bir Araflar ülkesi olan Türkiye’nin konumu hem çok zor hem de bu yönde muazzam bir potansiyele sahip. Biz ülke olarak ya ‘o’ ya ‘bu’ demek yerine hem ‘o’ hem ‘bu’ demesini öğrenmeliyiz. Aynı anda hem ‘Doğu’ hem de ‘Batı’ olmak durumundayız. İçinde bir çok Doğu unsuru taşıyan bir Batı ülkesi olduğumuzu uluslararası kamuoyuna ve toplumumuza belirtmemiz gerekir. Bizim yaptığımız en büyük hata, iki taraftan birini seçme dayatması sonucu, kendi çok başlılığımızı sürekli törpüleme yoluna gitmemizdir. Bu dayatmaların kültürümüzü çoraklaştırdığına inanıyorum. Hem Batılı bir ülkeyim hem de Doğu sentezini içinde barındıran, dini İslam olan bir ülkeyim demeye ihtiyacımız var” sözlerini kaydetti.
‘Tarih bilincine muhtacız’ Hafızasız bir toplum olduğumuzu vurgulayan Elif Şafak, “Tarihimizle ilişkimiz sağlıklı değil. Türkiye’de hakim olan, ‘yarını inşa edebilmenin yolu tarihe sırt çevirmekten geçer’ anlayışının bırakılması gerekir. Geçmişten koparak geleceğe odaklanamayız. Hafızasız toplumlar çocuk kalmaya mahkumdurlar. Belli bir ortak vicdanı taşıyabilmek, aynı hataları yapmamak ve daha dinamik bir dönüşümü sağlayabilmek için tarih bilincine ihtiyacımız var. Geçmişe baktığımızda imparatorluktan, ulus devlete geçiş evresinde kültür aktarımının gerçekleşemediğini görürüz. Bu da kültürümüzde çoraklaşmaya neden oldu. Tarihe karşı bakışımızı tarihi yapıların bulunduğu şehirlere bakarak, çok daha iyi görebiliriz. Avrupa’daki tarihi şehirlere baktığımızda tarihi dokular korunarak inşa ediliyor. Biz ise şehirde tarihimizi hatırlamamızı sağlayacak eserleri yok ederek iişe başlıyoruz. Siyasetin geçmişe karşı kayıtsız kalmasına tepki olarak gelişen ikinci bir anlayış ise siyasi elitin yok saydığını yüceltmek istiyor. Bu yaklaşımsa tarihi ele alırken eleştirel gözden yoksun oluyor. Ülkemizde tarihle ilişkimiz ya tarihi yok sayma veya yüceltme şeklinde. Sonuç olarak üçüncü yola ihtiyaç var. Tarihteki güzellikleri dile getirmek, tarihi eleştirmeye mani olmamalı” dedi.
‘Halkla iktidar ayrılmalı’ Toplumları genelleme yaparak değerlendirmemek gerektiğinin altını çizen Şafak, “Devletlerle halk aynı kefeye konulmamalı. Örneğin Amerikalılar derken tüm toplumu aynı kefeye koymak doğru olmaz. Çünkü kendi sistemiyle barışık olmayan büyük bir kesim var. Bu durum tüm ülkeler için geçerlidir. Buradan yola çıkarak, ülkelerde iktidar olan hükümetlerle halkı birbirinden ayırmak gerekir. Biz kendi demokrasimizi sağlamlaştırıp, toplumumuzu sağlamlaştırırsak, dışardan gelen zararlı etkiyi minimize edebiliriz. Ülkemizde eğer bir değişim gelecekse içerden gelecektir. Siyaset korkulardan beslenmemeli. İç ve dış politika üzerinde korkular üzerine kurulan bir siyaset statükoyu korumaya yarar. Basın düzeyinde devlet ile milletin birbirinden ayrılması gerekir. Toplumları genelleme yaparak değerlendirme konusunda medyamıza büyük sorumluluk düşmektedir” dedi.
‘Osmanlıca’dan vazgeçmem’ Osmanlıca’nın dilimizin zenginleşmesi açısından yaptığı etkiye değinen Elif Şafak, “Tembelliği yüceltmemekten yanayım. Osmanlıca vazgeçemediğim bir kaynaktır. Okurun da yazarın da tembelliği yüceltmemesi gerekir. Eğer bir kelimeyi bilmiyorsak, açıp sözlüğü bakmamız gerekir. Kelimeleri azaltarak, daraltarak, budayarak değil de tam tersine çoğaltarak dile yaklaşmak gerekir. Osmanlıca kelimeleri kaybettiğimiz zaman onunla beraber gelen mana ve kültürü de kaybediyoruz. Bu nedenle öz Türkçeleştirme çalışmalarına da olumlu bakan bir insan değilim” dedi.
Doğu-Batı çatışması yok! “Medeniyetler çatışmasının olduğuna inanmıyorum” diyen Elif Şafak şunları söyledi: “Avrupa’da kültüründe Türklere karşı tarihten gelen önyargılar var. Özellik din konusu söz konusu olduğunda bu önyargılar artıyor. Avrupalıların yüzlerce yıllık hafızalarının olması bu önyargıların sürekliliğini sağlıyor. Hala Osmanlı’ya Viyana’ya kadar giden bir hafızlarının olduğunu görürüz. Bugünkü Türkiye ile geçmişten kalan bir çok önyargıyı birbirinden ayırt edemeyen bir Avrupalılık hali söz konusu. Avrupalılar bize önyargılarla yaklaşıyor diye, kendi içimize çekilip aynı şekilde cevap verirsek o zaman kısır bir döngü ortaya çıkar. O zaman her iki tarafın önyargıları katlanarak artacaktır. Bunun sonucunda ise kendi kozamıza daha fazla çekilme durumunda kalırız. Bu kısır döngüyü kırmak için Avrupa’nın ve Türkiye’nin kendi içinde tek bir ses olmadığı bilincinin toplumda yerleşmesi gerekir.Toplumları değerlendirirken genelleme yapmayarak, ülkeleri yöneten iktidarlarla halkı karıştırmamalıyız. Bence bugün medeniyetler çatışması diye bir şey yok, ülkelerin kendi içinde yaşandığı çatışmalar var.”
Mehmet Soysal, Türkiye Gazetesi, 12 Şubat 2006
|