Yemek molasını bu hafta yazar Elif Şafak ile Kemerburgaz daki Gezi Pastanesi nde verdik. Şafak, yemekte çok seçici olduğu için garsonların sevmediği müşteri tipine girdiğini söylüyor.
RAMAZAN BİNGÖL
İstanbul a karın yağdığı soğuk bir kış gününde yazar Elif Şafak ile Yemek Molası verdik. Mekânı Elif Hanım seçti ve Kemerburgaz daki Gezi Pastanesi nde buluştuk. Şafak, yeni anne olmasına ve bebeğini çok fazla bırakamamasına rağmen sınırlı da olsa zaman ayırarak kabul etti söyleşi yapmamızı. Soğuğun da etkisiyle ikimiz de ilk olarak ısınmak için birer bardak çay içtik. Ben henüz kahvaltı yapmadığım için poğaça da aldım. Çayların ve poğaçanın sunumu estetik ve tepsisi güzeldi; ancak servis için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Su gibi, masada eksik olan şeylerin sadece isteyince gelmesi, müzik sesinin birkaç kez söylememizden sonra kısılması edindiğim olumsuz izlenimlerdi. Doğrusu buraya tam olarak ne demek gerek bulamadım. Pastadan yemeğe kadar çok seçenekli bir konsept var.
Kırmızı et yemem
Elif Hanım a daha konuşmamızın başında yemekle aranız nasıl dediğimde çok takıntılı olduğunu söylüyor. Her şeyi yemeyen ve içindekilere kadar araştıran bir kişilik duruyor karşımda. Yaklaşık 12 yıldır kırmızı et yemediğini, genellikle sebze, salata ve balık gibi deniz ürünlerini tercih ettiğini belirtiyor. Kesinlikle et yemediğini söyleyince neden pastane restoran arası tarza sahip bir mekânda buluşmayı tercih ettiğini anlıyorum. Elif Hanım, çok uzun yıllar yurtdışında kalmış. Oralarda hayvanların şok yöntemiyle öldürülmesinden etlerin çok kanlı kaldığını, çocukluğunda et yediğinde bile mutsuz olduğunu belirtiyor. Yemek konusundaki takıntılarını anlatırken Şafak a, “O zaman kolay kolay dışarıda yemek yemiyorsunuzdur” deyince “Garsonların sevmediği bir müşteri tipiyim. Sipariş verirken her şeyi sorarım. İçine ne konulduğuna kadar araştırırım. Mesela bir yemekte tereyağı varsa ağzıma bile değdirmem.” diyor.
Bir şişmanı yazıyorsam çok yemeğe başlarım
Sohbetimize devam ederken gelen garsona Elif Hanım, ızgara levrekli salata; ben de somon füme, salata söyledim. Bir süre sonra gelen siparişler eşliğinde sohbetimize devam ediyoruz. Elif Hanım, ilginç bir kişilik. Mutfakta yazmayı çok sevdiğini söylüyor ve ekliyor: “Kitaplarımı okuyanlar benim çok iyi yemek pişirdiğimi sanıyor çünkü romanlarımda çok ayrıntılı yemek tarifleri yer alır. Ancak teoride yazdığım kadar mutfakta becerikli değilimdir.” Türk mutfak kültürünü çok sevdiği için romanlarında kullandığını ve yazdığı kişiliklerle bütünleştiğini de belirtiyor. Elif Hanım, Roman mevsimine girdiğinde kişiliğinin değiştiğini ve yazdığı karakterleri adeta yaşadığını aktarıyor. Şafak, “Eğer şişman ve çok yemek yiyen birini anlatıyorsam, ilginç bir şekilde ben de çok yemeğe başlarım.” diyor.
Yoğurdu çok severim
Şafak, yememe gibi takıntıları olduğu kadar olmazsa olmaz dediği yiyecekler olduğunu da kaydediyor. “Mutlaka her gün yoğurt yerim. Yurtdışındayken en çok Türkiye nin yoğurdunu özlüyordum. Meyveyi de çok severim, korkunç derecede kahve tüketirim ve zeytinyağını hayatımdan hiç eksik etmem.” şeklinde konuşuyor. Elif Hanım, özel ilgi duyduğu mutfaklar olduğunu belirterek, Ege mutfağıyla birlikte Uzakdoğu mutfağını çok sevdiğini aktarıyor. Bebeği olmadan önce elinde bavulu sürekli gezen biri olduğunu aktaran Şafak, Çin mutfağını çok sevdiği için sıkça tercih ettiğini ancak Türkiye de bu mutfağı aynı derecede başarılı bulmadığını ve pahalı olduğunu belirtiyor. Elif Hanım, diğer öğünlerin dışında kahvaltıyı çok sevdiklerini ve eşiyle birlikte buldukları her fırsatta çok uzun kahvaltılar yaptıklarını aktarıyor.
Mutfağımızı tanımıyoruz
Türk mutfağının dünyada neden tanınmadığını sorduğum Elif Hanım, bana; “Biz ne kadar tanıyoruz?” sorusuyla karşılık veriyor. Bununla birlikte çok zengin bir geçmişi ve birikimi olan Türk mutfağının tanınmamasının kendisini üzdüğünü ifade ediyor. Şafak, yurtdışında bir markete gittiğinde 10 dan fazla peynir çeşidiyle karşılaştığını, Türkiye de ise bunun birkaç çeşidi geçmediğini ve pek çok peynir çeşidi olmasına rağmen tanıtılamadığını aktarıyor. Şafak, bu konuda olduğu gibi Türk toplumunun kendini tanımayan bir toplum olduğuna değinerek, “Bizde Ankara nın doğusundan sonrasını tanımayan elit bir tabaka var. Durduğumuz yere göre insanları biz ve ötekiler diye kutuplaştırıyoruz. Bu tam da benim eleştirmek istediğim şey.” diyor.
Sol din konusunda bilgisiz
Elif Hanım, hayatı soldan görmesine ve okumasına karşın eşinin daha muhafazakâr oluşunun bir arada yaşamalarına engel olmadığını aktarıyor. Şafak, Türk solunun, din konusunda önyargılı ve bilgisiz olduğunu düşünüyor. Muhafazakâr bir gazetede yazdığı için bazı kesimler tarafından “ne işiniz var onların arasında” şeklinde eleştirildiğini ve bu mantığı anlayamadığını söylüyor. “Ben hudut bulandırmak için yazıyorum. Edebiyatçının görevi birazda budur.” derken insanların farklılıklara tahammül edememe gibi bir sorunu olduğunu belirtmeden edemiyor. Söz tahammülsüzlüklerden açılmışken konu Şafak ın, 301. maddeden yargılandığı davaya geliyor. Elif Hanım, “Benim davam kişisel bir Elif Şafak davası değildi. Biz şu anda konuşurken bile bu maddeden yargılanan pek çok gazeteci, yayıncı, hatta çevirmen var. Sadece 3-5 kişinin davasının dikkat çekip gündeme gelmesi de yanlış. Bu durumu eleştirmeme rağmen benim davam gündeme geliyor diye bana tepki gösterenler haksızlık yapıyor. Hükümetten de farklı sesler yükseldi. Ne yazık ki bu konuda yeterli direnci gösteremediler.” şeklinde düşüncelerini dile getiriyor.
Yeni Şafak, 07.01.2007
|