YAZAR ELİF ŞAFAK KIZINI, ANNELİĞİ VE YENİ HAYATINI ANLATTI
DÖRT ay önce kızı Şehrazat Zelda’yı dünyaya getiren Elif Şafak, şu günlerde kendi deyimiyle ‘annelik mevsimi’ni yaşıyor. ‘Ders çalışır gibi bebeği çalışıyorum’ diyen Şafak, roman yazmaya da ara verdi. Ama bu arada bir dizi senaryosu üzerine çalışıyor.
YAZARLIK MI, ANNELİK Mİ?
ESKİDEN göçebeydim, şimdi daha düzenli olmak gerekiyor’ diyen yazar, anneliğiyle yazarlığının çatıştığını da itiraf ediyor: ‘Roman yazıyorsanız bütün benliğinizi ona adamanız lazım. Ama sizden ilgi bekleyen bir can varken bunu yapamazsınız.’
Artık kızımla birlikte olacağız
‘Şimdiye kadar hep göçebe hayatı yaşadım’ diyen yazar Elif Şafak, anne olduktan sonra daha evcimen olduğunu söylüyor. Şafak, bunun geçici olduğunu belirterek, ‘Gezmeyi bırakırsam çıldırırım. Ben kaostan, düzensizlikten çok beslenirim. Gezmeyi bırakmayacağım kızım da benimle gezecek’ diyor
ESRA CENGİZ
Üretkenliğini kendisini sorguladığı yalnızlık zamanlarına ve sık sık yaptığı yolculuklara borçlu olduğunu söyleyen bir yazarın evlenip çocuk sahibi olmasını şaşkınlıkla karşılamamak mümkün değil. Hele de yarattığı eserlerin büyük bir bölümünün bu hayat tarzından çıktığını biliyorsanız ister istemez ‘Acaba böylesine kritik bir kararı nasıl aldı?’ diye merak ediyorsunuz. Şu aralar dört aylık bebeği Şehrazat Zelda ile ilgilenen yazar Elif Şafak ile yaptığımız söyleşinin ana eksenini bu merakın oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ancak anneliğe alışmaya çalıştığı bu son derece hassas dönemde kendisini yakalamışken sadece annelik üzerine konuşmaya da gönlümüz razı olmadı. Zira hakkında açılan davayla büyük tartışmalar yaratan Baba ve Piç romanı en çok satan kitaplar listesinde uzun süredir ilk sıralarda yer alıyor. Şafak, son derece nazik üslubuyla bebeği ile fotoğraf çektirmeyi şimdilik istemediğini söylese de minik Şehrazat Zelda’nın adının sık sık geçtiğini ve annesinin de röportaj sırasında aklının sürekli onda olduğunu söyleyebiliriz.
· Annelik nasıl gidiyor?
Gayet keyifli gidiyor ama benim gibi birini altüst etti. Çünkü çok başına buyruk yaşayan ve sürekli yolculuk yapan biriyim. Hep göçebeydim. Şimdi daha düzenli, istikrarlı olmak gerekiyor. Beni epey sarstı.
· Yerleşik hayatı sevmeyen birisiniz. Evlilik ve çocuk yapma kararını alırken tedirginlik yaşadınız mı?
Tedirginliği son ana kadar yaşadım. Çünkü ev kadınlığı dışında kendine bir hayat modeli seçen kadınların böyle bir bölünmeyi her zaman tecrübe edeceklerini düşünüyorum. Yazarlığımla anneliğim çatışabiliyor. Bu çatışmanın uzun vadede farklı şeyler katacağına inanıyorum. Belki de yazımı daha da derinleştirecek. Henüz bilmiyorum. Yazarlık çok bencilce bir şey. Vaktinizi, enerjinizi, bütün benliğinizi özellikle roman yazıyorsanız ona adamanız lazım. Ama sizden ilgi bekleyen bir başka can varken bunu yapamazsınız. Bu kadar bencil olamazsınız. Önemli olan bu çelişkilerden beslenerek bir yere varabilmek.
· Böyle bir karar yüzde yüz emin olarak verilemez mi diyorsunuz?
Tabii biraz da mizaca bağlı; hayatlarını ince ince kontrol etmeyi seven insanlar var. Bence hayat öyle bir şey değil. Plan yaparsınız, hayat başka şeyler getirir. Bunun için biraz esnek olmak, hayatın kendi dönemeçlerine de saygı duymak lazım.
İYİ ÜVEY ANNE DE OLURUM
· Eskiden beri çocuk sahibi olmayı istiyor muydunuz?
Tamamen kendiliğinden gelişti. Aslında ben evlat edinmeye hep çok sıcak baktım. Çünkü benden iyi bir anne değil; iyi bir üvey anne olacağına inandım. Hala da evlat edinmeye çok sıcak bakıyorum. Arzu da ediyorum, uzun vadede yapabilirsem. İlla da kendi kanımdan, kendi genimden gelsin fetişizmine de inanmıyorum. Bebekle ilgili gelişme tamamen hayatın getirdiği bir süreç oldu.
· Günleriniz nasıl geçiyor?
O kadar ufak ayrıntılarla geçiyor ki; bebek bezi, mama nasıl hazırlanır, gaz nasıl çıkarılır. Bazen bakıyorum bütün gün böyle ayrıntılarla geçmiş. Bu alışkın olduğum bir şey değil. Daha evcimen oldum. Yazılarımı bugüne kadar hep yollarda yazdım. Bir kütüphanem, masam bile olmamıştır. Sabit durmaya hiç alışkın değilim. Günlerimin evde yazı dışında uğraşlarla geçmesi benim için çok yeni şeyler. Öğreniyorum. Bebek geceleri uyanık. O nedenle çok fazla okuyamıyorum. Yorgunum biraz. Bu bir mevsim onun için bir baskı kurmuyorum kendimde. Çünkü böyle bir baskı kurarsam bebek de hissedecek bu stresi. Zaten stresli bir dönemde doğdu.
· Ailelerin kendi yapamadıkları şeyleri çocuklarında uygulamak gibi çok sevdiği bir durum var. Sizin de aklınıza böyle düşünceler geliyor mu?
Bana bu şekilde yaklaşılmasını hiç arzu etmedim. Bir başkasının gerçekleştiremediği planları gerçekleştirmem beklenseydi çok bedbaht olurdum. Bir aile ortamında büyümedim. Geleneksel Türk aile yapısının dışında bir çocukluk geçirdim. Babamı görmeden büyüdüm. Annem yetiştirdi ve o beni baştan beri bağımsız bir birey olarak algıladı. Aynı şeyi ben de kızıma yapmak isterim. Benim uzantım değil benden bağımsız bir varlık. Kendine has yetenekleri olacak. Karı-koca, anne-çocuk ya da aile ilişkilerinde bir tarafın diğerini şekillendirmesi durumu bana çok bunaltıcı geliyor.
· Ama yaş ilerledikçe insanların mesela annesinde ya da başkasında görüp de hoşlanmadığı davranışları yaptığı da oluyor.
Tabii. Bir kere insan çocuk sahibi olduktan sonra annesiyle ilişkisini gözden geçirmeye başlıyor ve onu daha iyi anlamaya başlıyor. Annemle ilişkim çok özeldir. Uzun yıllar birbirimizden ayrı kaldık. Araya hasretlik de girdi. Hep özledim annemi. Biz daha eşit düzlemde kurduk ilişkimizi. Beni şikayette bırakan bir yanı olmadı. Ama doğru. İnsan çok da büyük konuşmamalı. Mesela hep şundan rahatsız olmuşumdur; kadınlar çocuk severken kuş sesleriyle konuşurlar ya, baktım geçenlerde ben de bebeğimle öyle konuşuyorum. Dilimi filan ısırıyorum. Kendimi bazen rahatsız olduğum şeyleri yaparken suçüstü yakalıyorum.
· ’Evlilikte en önemli sınav çocuk sahibi olunca onu yetiştirme konusunda verilir’ denir. Sizce de öyle mi? Eşinizle anlaşamadığınız noktalar oluyor mu?
Temel bir uzlaşmazlığımız yok. Ama en büyük sınavları buralarda verdiğimizi düşünüyorum. İkimiz de aslında bebeği kendi uzantımız olarak görmeme noktasında aynı düşünceleri taşıyoruz. İnsanların kendi kişilik ve mayalarıyla birlikte doğduğuna inanıyorum.
· Pek mantıklı değil ama evlendiğinize üzülen epey bir erkek hayranınız olduğunu biliyorum. Bir de evlendiğinizde, çoluk çocuğa karıştığınızda eskisi gibi üretemeyeceğinize üzülen bir grup var. Evlilik sizi yazmaktan alıkoyuyor mu?
Evliliğimin beni yazmaktan, üretmekten alıkoyacağı kaygısını hiç taşımadım. Berlin’de evlendik ve kısa bir süre sonra Arizona’ya gittim. Orada kitabımı tamamladım. Tekrar Türkiye’ye döndüm. Göçebeliğime hep devam ettim. Bu konuda Eyüp’ün yaklaşımına çok kıymet veriyorum. Çünkü beni çok esnek bırakabiliyor. İlla da sevdiğimiz insanla 24 saat dip dibe olmamız gerekmiyor. Bazen araya hasret de girebilir. İnsanların tahakkümle birbirlerini yönetmeye çalışmaları bende çok ters tepiyor. Eyüp’ün de benzer bir yapısı var. Baştan beri o dengeyi kurduk.
· Bebeğinize Şehrazat Zelda isimlerini verdiniz. Kim koydu isimleri?
Şehrazat aslında Eyüp’ün önerisi. Hikaye anlatıcı olduğu için Şehrazat. Zelda ise tamamen benim doğumda anestezi altındaki saçmalamalarımla ilgili. Doğumdan önce Scott Fitzgerald’ın Muhteşem Gatsby kitabını anlatmışım ve Zelda diye sayıklamışım. Kendime gelince çok eğlendim. Doktorlar ‘Her şekilde saçmalayan kadın gördük de roman anlatanı görmedik’ dediler. Onun için Zelda ismini de verdik.
· Şehrazat Zelda da sizinle birlikte gezecek mi yoksa siz mi gezmeyi bırakacaksınız?
Gezmeyi bırakmayacağım o da benimle gezecek. Çünkü gezmeyi bırakırsam çıldırırım. Ben kaostan, düzensizlikten çok beslenirim.
ROMAN YAZMA MEVSİMİM BAŞLAMADI
· Yazıyor musunuz şu aralar?
Yazmıyorum. Çünkü daha çok ders çalışır gibi bebeği çalışmakla meşgulüm. Ama zaten benim hep bir sarkacım oldu. Sürekli yazmadım. O daha bürokratvari geliyor bana. Roman başladığı zaman da her şeyin önüne o geçiyor. Şimdi büyük bir sınav olacak benim için. Yeniden roman yazma mevsimim başladığında bebekle nasıl dengeleyeceğim, bu henüz veremediğim bir sınav.
· Yeni bir roman için bir şeyler uyanmaya başladı mı?
Yeni bir şey his düzeyinde var. Zaten hep önce hisleri geldi romanların. Ama ondan önce şimdilik çok fazla bir şey söylemek istemiyorum ama televizyona bir şey yapmayı düşünüyorum. Namus cinayetleri ile bir senaryo olacak.
· ’Bir an önce yaşlanmak istiyorum’ diye söylediğinizi okumuştum. Neden böyle söylediniz?
Türkiye’de şunu çok ironik buluyorum; çok genç bir toplumuz ama gençlere saygı göstermiyoruz. Özellikle kadın yazarlara ancak yaşlandıklarında saygı gösteriyoruz. Çünkü ancak o zaman onları artık kadın olarak görmüyoruz. Cinsiyetleriyle özdeşleştirmiyoruz. Daha çok beynine saygı göstermeye başlıyoruz. O noktaya gelene kadar beden bir perde olarak hep beyinle bakan göz arasında duruyor. Yaşlanmak istiyorum ironik bir göndermeydi. Hala devam ediyor; ‘genç yazar’, ‘kadın yazar’ sıfatları.
· Hakkınızda eleştiriler de yapılıyor. Bulunduğunuz yerden rahatsız olanlar kimlerdir, hiç bunu düşündünüz mü?
Bence Türkiye’de elit bu anlamda halkın çok gerisinde. Toplum düzeyinde okurlarla hiçbir sıkıntı yaşamadım. Okur çünkü doğrudan kitapla kuruyor ilişkisini. Kitabı seviyorsa seviyor, sevmiyorsa da uğraşmıyor kaldırıp bir kenara koyuyor. Bu bana çok kıymetli geliyor. Olması gereken bu. Nerede sorun var? Elitte. ‘Seçkin kesim’de. Her ne kadar teoride daha aydın görünseler de çok daha muhafazakarlar ve esas çatışmalar da orada yaşanıyor.
· Baba ve Piç’e ABD’deki aşırı milliyetçi Ermeniler nasıl tepki verdi?
Kitabın önce burada basılmasını arzu ettim. ABD’de daha bu ay çıktı. Onun için oradaki süreci daha yeni gözlemleyeceğim. Yurt dışında kitap epey ilgi uyandırdı. Dava sürecini de yakından takip ettiler. Fakat Ermeni diasporasından da kimilerinin bu kitaptan rahatsız olacağını biliyorum. Çünkü Türk milliyetçiliğini eleştirdiği kadar Ermeni milliyetçiliğini de eleştiren bir kitap. Her iki milliyetçiliğin birbirini beslediğini çok gözlemledim. İnandığım şey şu: Bu iki ucun dışında başka bir dil geliştirebilir miyiz? Özellikle kadınların hikayelerinden, hafızalarından beslenerek böyle bir ilişki kurulabilir mi? Büyük makro politik kavramlarla değil. Mesela mutfak, belki destanlar, ninniler, paylaştıklarımız, hafızalarımız. Küçük küçük adımlarla.
-Yazarken tartışma yaratacak bir konuyla uğraştığınızın farkındaydınız.
Tepki geleceğinin farkındaydım tabii. Ama yazarken hep daha cesur ve daha az kaygılı bir insan oluyorum. ‘Baba ve Piç’ bitince de evhamlandım. Daha zehirli mektuplar, mailler gelir diye bekliyordum. Ama dava açılacağını hiç düşünmemiştim.
İSLAMIN KADINI EZDİĞİNİ
YAZMAM İSTENİYOR
· Uluslararası PEN İtalya Şubesi’nin isminizi ‘Türkiye’de zulüm gören yazarlar’ listesine koydu...
Bunu yapan bir İtalyan gazetesiydi. Bu tamamen onların yaptığı bir şey. Çok hatalı bulduğumu söyledim ve çok eleştirdim. Yurt dışında benimle röportaj yapan Batılı gazetecilere de her fırsatta söyledim. ‘Türkiye’de yazarlar sokağa çıkabilir mi?’ diye soruyorlar. Burası sanki bir öcüler toplumu. Onların da kafasında maalesef Türkiye’ye dair çok fazla şablon var. Bu davalar filan da onların ekmeğine yağ sürüyor. ‘Türkiye tam da bizim anladığımız anlamda bir ülke’ sonucuna varıyorlar.
· Size ‘Türkiye’nin tutucu yapısıyla ilgili bir şeyler yazın’ mı diyorlar?
Öyle bir beklentileri var tabii. Batı’da ben ‘Müslüman ülkeden gelen kadın romancı’ yaftasıyla algılanıyorum. Dolayısıyla ‘İslam ve kadın’ üzerine yazmam bekleniyor. Mümkünse de dinin kadınları nasıl ezdiğini yazan kitaplar yazarsan; o zaman bütün kapılar açılıyor önünde. Bunun alıcısı çok fazla. Benim verdiğim derslerden birinde İslamiyet ve Ortadoğu üzerine son bir senede çıkan kitapların nasıl tanıtıldığını inceliyorduk. Başlığında İslam olan kitapların yüzde 80’inde kadın kullanılıyor. Bu kadınların neredeyse hepsi de mutsuz resmedilmiş. ‘Başı örtülü kadın, eşittir mutsuz kadın; o da eşittir İslam’ mantığı var. Kitaplarda çok nadirdir güler yüzlü bir kadın görmek.
· İslam ve kadın ilişkisiyle ilgili yazılarda onların bu algısını düşünerek bir otokontrol geliştirdiniz mi?
Hayır hiç frenlemiyorum. Çünkü ben İslamiyet’ten onların anladığı şeyi anlamıyorum. Baştan itibaren tanımlarımız çok farklı. İslamiyet denilince mutlak, yekpare bir şey anlamıyorum. Bence farklı okumalar var. Ben tasavvufa hep yakın durdum. Fikren olduğu kadar kalben de yakınım. Onun için herhalde farklı yazarım. Onların beklediği şeyi asla vermem. Bu işimi zorlaştırıyor tabii. Amerika’da bana açıkça da söylendi bu kendi editörlerim ötekinin hikayesini istiyor. ‘Müslüman kadının nasıl ezildiğini anlat’ diyorlar ama ben o hikayeyi vermeyeceğim onlara.
BİRBİRİMİZİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞMADIK
· Birçok kültürü bir arada gözlemleme fırsatınız oldu. Çocukluğunuzu, gençliğinizi farklı ülkelerde geçirmenin sizin üzerinizde nasıl bir etkisi oldu?
Bunları yaşamamış olsaydım muhtemelen yazamazdım. Yolculukların, göçebeliklerin hem yazım hem kişiliğim üzerinde çok etkisi var. İnsan ne öğrenirse kendine benzemeyenden, yabancıdan öğreniyor. Kendimize çok benzeyen birinden öğrenecek bir şey yok. Sadece kendi sesimizin yankısı olur. Ama geçmişi ve aldığı kültür sana benzemeyen kişilerden çok öğreniyorsun ve sen de ona öğretiyorsun. Kozmopolitlik benim için önemli.
· Kendinize benzemeyen birini eş olarak seçmenizdeki sebep de bu mu?
Bu herhalde. Hiç böyle düşünmemiştim ama galiba etkisi var. İki yönlü bir şey bu. Sanırım onun için de ben öyleyim. Biz birbirimizden çok şey öğrendik ve öğreniyoruz.
· Birbirinizi değiştirmeye çalıştınız mı?
Hiç çalışmadık. Ama çok çatışmalar oldu. Başka bir mevsim başlayınca; karşımdaki benden farklı birey diye düşününce o çatışma yok oluyor ve kendine benzetmeye çalışmıyorsun, dengeliyorsun.
· Evlendikten sonra giyim tarzınızı bile değiştirdiğinizi, daha mutaassıp giyinmeye başladığınızı söylüyorlar...
Onu atlamışım ilk defa duyuyorum. Hakikaten pes diyorum.
Star Gazete, 14.01.2007
|