. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
Vicdanın hudutlarını genişletmek...

 

Elif Şafak:

Vicdanın hudutlarını genişletmek...

 

Ömer Süvari

 

İstanbul dan Amerika ya, Türklerden Ermenilere, kadınlardan erkeklere, geçmişten bugüne uzanan bir roman: "Baba ve Piç"… Yayınlanır yayınlanmaz yarattığı tartışmalarla gündeme oturan "Baba ve Piç"in yazarı Elif Şafak la yazı, roman, kadınlık, erkeklik ve elbette romanın en önemli kahramanlarından biri olan İstanbul hakkında konuştuk...

 

> Kitap çıkar çıkmaz başlayan "Bir Türk yazar nasıl anadilinden başka bir dilde, Ingilizce yazmaya cüret edebilir!" türü tartışmalardan çok sıkılmış olmalısınız. O sulara hiç girmeyelim, ama bununla bağlantılı bir meseleyi sormak istiyorum öncelikle. "Baba ve Piç"in orijinal adı "Bastard of Istanbul" (İstanbul un Piçleri). Kitabın adını göreceği tepkilerden çekinerek, "Zaten netameli bir meseleye değiniyoruz, roman, adının gölgesinde kalmasın" türü bir kaygıyla mı değiştirdiniz?

Bir Türk yazarın nasıl olup da Türkçe dışında bir dilde yazdığına hayret edenler ve bunu bir kültürel bir ihanet olarak görenler bence son derece dar bir açıdan bakıyorlar meseleye. Üstelik edebiyat tarihi hakkında da pek az bilgiye sahip olduklarını kanıtlıyorlar. Zira edebiyat tarihi başka dillerde edebi sesini yeniden arayan bulan yazarlarla dolu ve bunda o kadar da "hayret edilecek" bir şey olduğunu sanmıyorum. Romanın adına gelince, hayır, aksine, ben İngilizce adının da Baba & The Bastard olmasını istedim ve yayınevinin elindeki orijinal dosyanın adı da budur. Ancak onlar Amerikalı okurların "baba" kelimesine aşina olmadıklarını (İngilizlerin aksine) söyleyerek o kısmı değiştirmek istediler. Yoksa benim tercihim her iki yerde de Baba ve Piç adını kullanmaktı.

> Bir yazara, başka yazarlara da değen bir soru sormak biraz münasebetsizlik ama, ben "Baba ve Piç"i okurken sürekli Thomas Mann (Buddenbrooks), Orhan Pamuk (Cevdet Bey ve Oğulları) ya da Ahmet Hamdi Tanpınar, Hüseyin Rahmi gibi yazarları hatırladım… Ailelerin geçirdiği evrimi hikaye örgüsünün temel mekanizması olarak kullanmak modern Türk romanında zaman zaman yersiz şekilde küçümsenen bir teknik. Çekinceleriniz oldu mu?

Hayır hiç olmadı. Zaten yazma mevsimi tepeden tırnağa o kadar anksiyete dolu bir mevsim ki benim için, bir de durup acaba insanlar nasıl karşılayacak diye endişelenmeye ne vaktim ne takatim kalıyor. O başka bir ruh hali. O bir vecd hali. Ben yazarken normal, aklıselim bir insan olmaktan çıkıyorum, vecd haline giriyorum. O zaman da bu tür "dünyevi" dertler umurumda olmuyor. Ne zaman ki roman bitiyor, yazma mevsimi sona eriyor, ancak o zaman "toplum nasıl karşılayacak" ya da "şu teknik bu teknik" türü kaygıları hissediyorum. Ama o zaman da zaten iş işten geçmiş, roman çoktan yazılmış oluyor. Bence bu iyi bir şey çünkü aksi takdirde eğer yazarken daha sonuca odaklanırsanız, stratejik hesapların gölgesi düşer edebiyatınızın kalitesine.

> Kitabın kapağındaki vajina figürünü çağrıştıran nar benzetmesinden, kitabın temel karakterlerinin kadın olmasına, kadınlar aracılığıyla aktarılan kültürel birikime kadar bir "kadın romanı" okuduğumuzu her noktada hissediyoruz...

Genel kabul uyarınca "kalem erkek, kağıt dişidir." Erkek yazar, kadın ise ya yazılır ya da yazdırır. Kalemi elinde tutan, dolayısıyla hikâyeyi anlatan birinci tekil şahıs ise erkek kalır. Entelektüel birikim ya da ruhsal olgunluk gibi "maddiyat ötesi" alan erkek özneye, o alanın önündeki biricik engel dünyevilik de kadın nesneye ayırılıyor. Yazar erkek, yazılan kadın. Peyami Safa, Ömer Seyfettin, Cemil Meriç... Yüzlerce entelektüel bunu vurguladı edebiyat tarihimiz boyunca. Bilhassa mesele romana gelince. Nice kadın romancı da bu kalıbı yeniden üretmekten öteye geçememiştir. Yani kadın olmak karşıt yönde bir bilinç sahibi kılmaz insanı otomatik olarak! Ben edebiyat, aşk ve tasavvuf arasında bir ortak bağ olduğuna inanıyorum. Üçü de aşkınlık arayışından beslenir. Aşmak bu "ben"in hudutlarını, kalıplarını, sınırlamalarını aşmak ve bir öte "ben"e ulaşmak, Öteki ile aradaki mesafeyi eritmek ta ki "o" ve "ben" diye bir ayrım olmadığını anlayıncaya kadar. Edebiyat ve tasavvuf ve aşk "ben"in dışına uzanan yolculuklardır, "ben"i yüceltmek için yapılan vurgular değil. Bence yazar olmak, "normal"in hudutlarıyla oynamak demektir. "incelenen nesne" halinden çıkıp, "arayan özne" olmaya cüret etmek demektir. Kağıt değil, kalem olmak...

> Sizin için anlatılan hikâye kadar dilin kullanımının, "hikâyenin nasıl anlatıldığının" da çok önemli olduğunu biliyoruz. Sözünü edeceğim şeyin ilk işaretleri belki Araf ta da vardı ama ilk kez bu kitabınızda hikâye bir adım öne çıkıyor sanki… Bu, Baba ve Piç in, "Ermeni meselesi", "cinsiyetçilik" gibi çok ciddi tarihsel ve toplumsal meselelere yakından temas eden bir roman olmasıyla mı ilgili, yoksa Elif Şafak romancılığında bir değişim olarak yorumlayabilir miyiz bu durumu?

Zannediyorum Pinhan dan bu yana her romanımda hem dil hem içerik bakımından yeni bir alana daldım. Çünkü her biri ömrü hayatımın farklı aşamalarında yazıldı. O anlamda romanlar arasında ne dilsel ne içeriksel bir "tekerrür" var. Ben nasıl göçebe isem edebiyatım da hep göçebe. O anlamda Baba ve Piç teki teknik ve dil ve içerik, göç yollarındaki yeni bir durağın damgasını taşıyor. Mola yerlerini işaretleyince haritada genel bir gidişat, bir seyrüsefer çıkıyor elbette. Ama yarın buradan kalkar başka bir üsluba ve içeriğe göç ederim.

> Neden bu konuya ilgi duyduğunuz, neden "Ermeni meselesi"ne değen bir konu hakkında yazdığınız çok konuşuldu. Ben daha başka bir açıdan bakmak istiyorum… Türkiye de uzun zamandır unuttuğumuz bir şeyi aydın olmayı, cesaret eden, Zola nın tabiriyle "cüret eden" anlamında aydın olmayı yeniden romancılar vasıtasıyla hatırlıyor gibiyiz. Gözlerimizin önündeki perdeler, belleğimizin kireçlenmiş bölümleri romancılar tarafından hareket ettiriliyor sanki yeniden..

Ben bu topraklardan çıkan yazarlar olarak apolitik olmak gibi bir lüksümüz olmadığını düşünüyorum. Siyaset, bilhassa siyaset felsefesi beni her zaman çekmiş, cezbetmiştir. Bu yüzden doktoramı siyaset biliminde tamamladım. Siyaset ile estetik arasındaki ilişki zor ama çok dinamik bir ilişki. Öte yandan bence yazar beyni ve hayalgücüyle olduğu kadar vicdanıyla da yazar yazılarını. Vicdanının hudutlarını genişletmek önemli. Bir yerde, belki bir başka zamanda, belki hiç tanımadığın bir insanın canı yandığında hissedebilmek acısını... Hudutsuz olmak. Propaganda yapmamak, tribünlere oynamamak aslolan; popülizmden de elitizmden de hazzetmiyorum. Vicdanımı da beynim ve hayalgücüm kadar rehberim kılmaya çalışıyorum.

> Ermeni meselesine "Soykırım var mı, yok mu?" türünde taraftarlık zorlaması yapan bir sorudan ziyade "çok kültürlülüğe", "acıları paylaşma ve hissetmeye" vurgu yaparak yaklaşanlardan birisiniz. Ama biliyorsunuz ki bugünün Türkiye sinde toplumsal ve kültürel kutuplaşmanın boyutları bu tür yaklaşımların seslerini duyurması engelliyor. Istanbul gibi bir kentte bile çok kültürlülük genellikle Türk aydınının bir fantezisi olarak düşünülüyor. Kendi adınıza umutlu musunuz bugünümüzden ve geleceğimizden?

Bence çok derin bir fikirler çatışmasına sahne oluyor Türkiye. Bir tarafta korku politikaları üreten, Türk ün Türk ten başka dostu yoktur tantanası yapanlar. Bir taraftan kendi geçmişine eleştirel bir gözle bakıp hafıza sahibi olmaya çalışan demokratlar. Salt Türkiye değil, tüm dünya fikirler çatışmasına sahne. Giderek kutuplaşan, Öteki ni uzak tutmaktan cesaret alan hamasi bir söylem her yerde prim yapıyor. Bu milliyetçi, kendinden başkasını sevmeyen, yabancı ve yeni olan her şeyden korkan, homofobik, dışlayıcı, tutucu söyleme karşı çok kültürlülükten, kozmopolitlikten ve sentezlerden yana olan seslerin daha çok duyulması gerek. Kozmopolitlik bir fantezi değil, bir değerdir. Bence yitirilmemesi gereken bir değer.

> Yanılmıyorsam İstanbul la ilişkiniz her zaman gelip gitmelerle, gel-gitlerle dolu bir ilişki olmasına rağmen size İstanbullu bir yazar demek hiç yanlış olmaz sizin için… Bu bakımdan diğer romanlarınızda olduğu gibi Baba Piç te de İstanbul, kitap kahramanlarının isimlerine kadar başat bir karakter. Her gittiğiniz yerde yanınızda mı taşıyorsunuz İstanbul u?

İstanbul ile aramda inişli çıkışlı hırpalayıcı bir aşk var ki ne onunla yapabiliyorum ne onsuz. Sürekli onunla kalırsam, boğulacak gibi oluyorum. Fena halde hırpalıyoruz birbirimizi. İlla ki gitmeliyim. Gitmeliyim ki dönebileyim. Öte yandan nereye gidersem gideyim bu şehri özlüyorum ve dayanamayıp gene ona dönüyorum. İstanbul un her bakımdan yegâne, biricik olduğuna inanıyorum.

> Biz, vapurlarla, simitlerle, iskelelerle, kalabalıklarla yaşıyoruz İstanbul u, ama aynı zamanda büyük bir hız tutkusunun altında eziliyoruz, evlere kaçıyoruz. Amerikalılar ya da belki de tüm yabancılar ve yurtdışında yaşayan Türkler sanırım hadi otantik demeyelim ama biraz daha geleneksel bir İstanbul tahayyül ediyorlar her zaman. Sahi nasıl görünüyor İstanbul Amerika dan?

İstanbul Amerikalılar tarafından pek bilinmiyor maalesef. Ama Amerikanın da birden fazla yüzü var. Mesela New York da yaygın bir şekilde okunan ve Zipİstanbul un ruhdaşı olan bir derginin editörünün bir yazısını hiç unutmuyorum. "Biz New Yorklular olarak Amerikanın geri kalanı ile değil Londralılarla, Praglılarla, İstanbullularla yakınız!" demişti. Hakikaten öyle.

> Siz kitaba "Bir varmış bir yokmuş, fazla konuşmak günahmış" meseliyle başlamışsınız ve kitabın sonlarında yine bu mesele dönmüşsünüz. Son olarak bu meseldeki gibi söze dökemediğinizi düşündüğünüz, söyleyemediğiniz bir şey var mı kitapta? Onu sorarak bitirelim…

Her zaman bir şey kalır, illa ki bir eksik, bir delik, söze dökülemeyen mini minnacık bir sır, hikâye, bir güve yeniği resmin bir kenarında... odur bir sonraki kitabı yazmaya sevkettiren... hep o tamamlanma ihtiyacı ve inadı... Bunun imkansız olduğunu bile bile...

 

Zipistanbul, Sayı: 168, Nisan 2006

 

İzlenme : 4635
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us