Selin Özavcı
Elif Şafak yeni kitabı Bit Palas ile bir kez daha okuyucularıyla buluşuyor. Metis Yayınları´ndan çıkan Bit Palas içimizden biri gibi duran sakinleri ile İstanbul´da bir apartman hikayesini anlatıyor.
Mahrem den bu yana neler değişti sizin için?
Ben değiştim öncelikle. Yaşamla kurduğum ilişki yazı ile kurduğuma benziyor ve her kitabıma farklı dönemeçleri yansıyor hayatımın. Hiçbir zaman kendimi yaşamdan yalıtarak yazmamıştım ama Bit Palas ı yazarken gündelik hayatın çok içindeydim ve kendimi yansıtabildim tamamen.
Bit Palas ın kahramanlarından bahseder misiniz?
Bir ana karakter aranacaksa apartmanın kendisi olurdu bu! Zaten kahramanlaştırılmış karakterleri sevmiyorum, yaşama uzak oluyor böylesi. Karakterlerin kişilik analizleri yüzeysel kalmamalı, derine inilmeli. Görünenin ardındakini deşmek önemli. Karakterlerimi oluştururken yaşamdan yola çıkıyorum. Bit Palas sakinleri korkuları, endişeleri, kuruntuları olan insanlar, tıpkı hepimiz gibi...
İstanbul nasıl etkiliyor yazdıklarınızı?
İstanbul çok başka bir şehir. Bir taraftan canlı ve hareket halinde, diğer taraftan ise bir enkaz gibi yitirmiş bazı şeylerini. İstanbul da ölülerle birlikte yaşıyoruz bence... Zaten kitapta da bu tema yakalanabiliyor. Apartman sakinleri yaşadıkları yerde yakın geçmişte neler olduğunu bilmiyor. Halbuki bir mezarlığın üzerine kurulu Bit Palas! Biz de böyleyiz, her gün geçtiğimiz yerlerde daha öncesinde neler yaşandığını merak etmiyoruz. Bu yönden İstanbul iç içe geçmiş binlerce hikaye ile dolu benim için.
İstanbul un bir rengi var mı gerçekten yazdığınız gibi?
İnsan sürekli içinde olduğu şeyi kanıksıyor bir süre sonra. İstanbul a dışarıdan gelen biri anlayabilir karşılaşma anında İstanbul u çevreleyen halenin rengini ama biz farkına varamıyoruz galiba. Evet İstanbul un bir rengi var; içinde sarının tonlarını barındıran bir mor bu renk.
Yazar- metin- okuyucu üçgeni çerçevesinde bakarsanız yazdıklarınıza...
Bir metin farklı okuma biçimlerine açıktır, kaldı ki aynı metni farklı zamanlarda ve durumlarda okuyan bir insan bile değişik tatlar alabilir ondan. Bir metni en iyi bilenin onu yazan olduğundan şüpheliyim, çünkü okur, metin üzerinde daha etkin. Etkileşim sürecinde birinci aşamadaki yazar-metin ilişkisi, ikinci aşamada metin-okuyucu ilişkisine bırakıyor yerini.
Yazma süreci nasıl gelişiyor sizin için?
Yazdıklarım belli bir plan çerçevesinde gelişmiyor ve hayatla kurduğum ilişkiyi yansıtıyor. Yazarken mantık ağır bastığında herşey denetimli duruyor. Ben yazdıklarımı kendi akışına bırakıyorum ki yazmak aklın silindiği nokta benim için. Kontrolden çıkan yazı gerçeğe daha yakın oluyor ve bazen yazarını bile şaşırtabiliyor. Yazmak bir taraftan da içe dönük bir süreç. İnsanın kendisi ile yüzleşmesi gibi.
Kitaplarınız belirli bir yazın türüne dahil edilebilir mi?
Yazarken neye ait olacağını önceden tayin etmek gibi bir kaygım yok. Zaten yazılanları belirli bir türde sabitlemek çok da mantıklı gelmiyor bana. Belki bir kitabı belirli bir türe dahil edebilirsiniz ama yazarını değil! Başarıya demir atmak çok kolay insan önceki birikimlerine sırtını verebilir çünkü bilir ki ona bir şeyler kazandırmıştır onlar. Ben buna "Dikey yaşamak" diyorum. Kitaptaki temalardan birisi de bu. Geleceğe, hedefe odaklı, hesaplı bir yaşam. Bu yazdıklarımla yıkmak istediğim bir düşünce yapısı.
Yazı diliniz konusunda farklı eleştiriler alıyorsunuz!
Dil önemsediğim bir konu. Yazarken dili geri planda bırakmıyorum. Ne anlattığımla beraber nasıl anlattığım da önemli. Yazarken seçeceğim kelime içime sinmiyorsa kullanmıyorum. Nedense dili ayıklama çabası var insanlarda ve bu gibi çabalar ufkumuzu daraltıyor. Ben ana dilime özen gösteriyorum. Kelimelerin de bir ömrü var bana göre ölen bir kelimeyi diriltmeye çalışmak ya da yaşayan birini öldürmek anlamsız.
|