. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
“İçeriyi görebilmek için dışarıdan bakmalı”

 

Elif Şafak, çağdaş Türk edebiyatının genç ve son derece başarılı temsilcilerinden. Şafak’ın; çocukluğunun ve gençliğinin büyük bir kısmını yurtdışında geçirdikten sonra Türkiye’ye gelerek Türk edebiyat tarihinde şimdiden yer eden önemli romanlar yazmış olması onunla röportaj yapma fikrini esinleyen en önemli faktördü. Şafak ayrıca üç yıl önce sanatçılara verilen bir burs çerçevesinde ABD’ye gitmişti ve bu ülkede ‘Ortadoğu, Kadın ve Edebiyat’ üzerine ders veriyordu. Yazar, bu yönüyle de ‘İdealsas Dergisi’nin röportajı için ‘ideal’ bir kişilikti.

Elif Şafak’la röportaj yapmaya karar verdikten sonra ona elektronik mektup yoluyla ulaşmanın en uygun yol olacağını düşündük. O da talebimizi içten bir sıcaklıkla karşıladı ve sorularımızı da aynı sıcaklıkla yanıtladı.

Yazarlar, genelde yapıtlarını okuyan gazetecilerle röportaj yapmayı daha çok tercih ederler. Elif Şafak’ın böyle bir önceliği yok, ama ben Şafak’ın romanlarından bazılarını okumuş ve daha önce onunla bu romanlardan biri üzerine (Bit Palas) röportaj yapmış biri olarak yazara ilişkin bilgilerimi mümkün olduğunca kullanmaya çalıştım desem yeridir.

Aslında onun gibi isimlerle röportaj yaparken belki de soruları hazırlamadan önce size ne söylenebileceği üzerine düşünmek ve soruları bu çerçevede hazırlamak daha doğru. Şafak’ın hem kendi dilini iyi kullanan bir yazar olması, hem de İngilizce ve İspanyolca’nın konuşulduğu ülkelerde bulunmuş olması onunla yapılacak röportajda ‘dil’ konusunun büyük önem taşıması gerektiğini düşündürdü bana. Böylelikle yabancı bir ülkede eğitim gören ve eğitimden sonra da orada yaşamaya karar veren kişilerin dil konusunda karşılaşacağı muhtemel problemleri anlamaya yönelik sorular hazırladım. Şafak’ın ‘modernizmle meselesi olan bir yazar olarak’ modernizmin öncü ülkesi ABD üzerine de söyleyecek çok şeyi vardı. Soruları, bu gerçeği göz önüne alarak tamamladık. Sonuçta ‘İdealsas Dergisi’ okurlarının zevkle okuyacağı bir röportaj çıktı ortaya.

 

Röportaj: Savaş Korkmaz

 

 

İster ‘beyin göçü’ densin, ister ‘yurtdışında geleceğini arama’ sözüyle özetlensin Türkiye’den Batı’ya doğru bir insan akışı var. İnsanın kendi coğrafyasından uzaklaşması ne tür sonuçlar doğuruyor sizce? ABD, İngiltere gibi ülkelerde bilimsel-sanatsal faaliyet yürütüp veya iş hayatında bulunup kendi kültürüne yabancılaşmamanın yolu nedir?

Eğer ‘beyin göçü’ olarak adlandırırsak bunu Türkiye dahil pek çok ülkeyi azar azar kurutan büyük bir sorun olarak görmek gerekir. Ve ülkemiz bu durumu iyi yönde değiştirecek atılımları yapmaktan aciz. Bizde maalesef şöyle bir zihniyet var: “Ya hep, ya hiç… Ya hepten ait ol bir yere, ya hiç ait olma. Eleştiriyorsan memnun değilsen durma kardeşim burada, yok eğer buranın bir parçasıysan o zaman da eleştirme, bulduğunla yetin.”

Böyle bir yaklaşımla bir ülke nasıl ilerler; kültürel, entelektüel ve profesyonel açılardan nasıl zenginleşir? Sanırım bunun, söz konusu koşullarda mümkün olmadığını hepimiz görüyoruz. Bu yanlış yaklaşımlar yüzünden ‘kalanlar’, ‘gidenler’e sitemkar; ‘gidenler’ de tamamen kopmuş ‘kalanlar’dan. Oysa hayat böyle basitlemeleri, genellemeleri kaldırmayacak kadar karmaşık ve çok yönlü. Bazen bir yeri çok sevdiğiniz halde oraya ait olamayabilirsiniz, gene de (ya da) ait olduğunuz halde orada barınamayabilirsiniz. Benim geçmişim hep bir ülkeden bir ülkeye taşınarak geçtiği için bu ‘aidiyetsizlik’ hissine yabancı değilim.

Altı çizilmesi gereken nokta şu: Bir başka kültür ile tanışmak, eski kültürümüzün yerine onu koymak anlamına gelmiyor. İki kültür, iki ülke, iki kimlik arasında seçim yapmak zorunda değiliz. Çok kültürlü, çok ülkeli, çok kimlikli olabiliriz. Çeşitli mesleklerden yaratıcı, başarılı insanlar; Türkiye’de emeklerinin haklarını alamadıkları, destek göremedikleri için başka ülkelerde yaşamayı tercih ediyorlar. Ama bu meseleyi az önce özetlemeye çalıştığım şekliyle bir ‘ya hep ya hiç’ meselesi olarak algılamamak lazım.

 

Türkiye’den ABD’ye giden insanla, sözgelimi Fransa’dan ABD’ye göç eden insanın karşılaşacağı sorunların farklı olacağını hepimiz tahmin ediyoruz. Sonuçta Türkiye bir geçiş döneminde ve bu anlamda kendi alt kültürü ile Batı’nın üst kültürünü uyuşturamama gibi bir sıkıntı yaşıyor. Türkiye’den yurtdışına gidecek olan biri; bu sıkıntıyı orada ne ölçüde yaşar sizce?

Bu, büyük ölçüde giden kişiye bağlı. Yurtdışında yaşayan Türklerin -bilhassa Avrupadakilerin- daha muhafazakar, daha kati, herkesten daha milliyetçi kesilme gayreti içinde bulunduklarını gözlemledim yıllar boyunca ve bunu son derece tehlikeli buluyorum. Yurtdışında pek çok yabancı, hemen kendi ‘grubu’nu bulup onun içinde yaşamaya başlıyor. Faslılar, Türkler, Cezayirliler, Latinler… Küçük küçük cemaatler halinde bir araya geliyorlar bunlar. İnsanlar aynadaki suretleriyle yaşamak istiyor herhalde, bakınca kendi yansımalarını görmek istiyorlar bir yerlerde. Oysa Mesnevi’de bir pasaj vardır. Bir karga ile bir leyleğin yol arkadaşlığı anlatılır bu pasajda. Malum, kargalar kargalarla; leylekler leyleklerle olmak durumundadır. Oysa bu iki kuş kendi sürülerinden ayrılmış birlikte uçmaktadır. Hikayenin sonunda anlarsınız ki her iki kuş da ‘yaralı’dır ve kendileri gibi ‘yaralı’ kuşları bularak bir başka sürü oluştururlar, sürülerden öte, sürülerden gayri bir sürü…

 

Yurtdışında insanı bekleyen meselelerden biri de dil konusu. Sizce yurtdışında yaşayanlar için dil sorunu yalnızca yabancı dili geliştirmekle ya da dil öğrenmekle ilgili bir şey mi? Siz üç yıldır ABD’de bulunan bir edebiyatçı olarak ne tür dil sorunlarıyla karşılaştınız?

Bakın ironik bir nokta var burada. Benim Türkçe ile derin bir gönül bağım var. Romanlarımdaki dil, Türk edebiyatında romancılarda genellikle göremediğiniz, rastlamadığınız kadar zengin bir Türkçe; yaşayan, akışkan bir Türkçe. Dile bu kadar önem vermemin, yani salt ‘ne’ anlattığıma değil, ‘nasıl’ anlattığıma da önem vermemin temel sebebi geçmişimde, çocukluğumda Türkçe’yi kaybetmiş olmam açıkçası. Yurtdışından döndüğümde Türkçe’yi unutmasam da ana dilime tamamen yabancılaşmıştım. Bu önceleri çok zor oldu benim için, ama sonra sonra anladım ki bir yabancı işitebilir ancak bir dilin melodisini. İçeriyi görebilmek için dışarı çıkmak gerekir bazen.

Türkiye’de pek çok insan 200 kelimelik bir ucube ile yetinmekte dil niyetine. Bunun kendilerini, hayal güçlerini, düşünce sistematiklerini ne kadar daralttığının farkında değiller. Onlar için dil, uğruna çaba gösterilmesi gereken bir şey değil. “Ana dilinize niçin özen gösterip zaman ayırasınız ki, zaten size ait bir şey” mantığı bu ve kökten yanlış bir mantık. Yurtdışından döndüğümde bir de baktım herkes Türkçe’yi çok iyi bildiğinden emin. Bir ben emin değilim iyi bildiğimden. Geçmişim bana dilin, ana dilin öyle sandığımız gibi bizim tekelimizde olmadığını öğretti.

Ben bir süredir ABD’de yaşıyorum. Bir edebiyatçı olarak kendi dilinden kopmak son derece zor bir adım, şu anda soluduğum dil Türkçe değil. Bunun getirdiği çok fazla zorluk var. Fakat öte yandan burada kalemimin, emeğimin hakkını bilen ve veren bir sistem buluyorum. Sonuçta benim bu ikileme yanıtım meseleyi ‘ya hep, ya hiç’ boyutunda algılamamak. Buraya geldiğimden beri sürekli Türkiye’deki yayın organlarına akademik/sanatsal yazılar yazıyor, buradaki kültürden orayı, oradaki kültürden burayı haberdar etmek istiyorum. Kültürün akışkanlığına inandığım için yapıyorum bunu. Hem Batı kültürünü bilen, hem de Türkiye’deki siyasi toplum mekanizmalarını analiz edebilecek ilgiye ve bilgiye sahip çok az insan var bizde. Bir tarafla ilgilenenler ötekini bilmiyor, keza diğerinde uzman olanlar da berikine bigane. Bence çare daralmakta değil çoğalmakta. Çok kültürlülükte, algılarımızı, duyarlılıklarımızı çoğaltmakta…

 

ABD bir büyük bileşimler ülkesi. Yabancıların -giderek kendilerini daha az yabancı hissetmek suretiyle- toplum içinde erimeleri söz konusu. Bu erimeyi çok sahici buluyor musunuz?

Hemen önce şunu belirtmeli: Amerika hakkında genellemeler yapmak son derece yanıltıcı olabiliyor. ABD’de ortalamaya baktığınızda son derece muhafazakar bir yapı var, kendi ülkesi dışındaki coğrafyayı bilmeyen, okumayan, sorgulamayan bir yapıdan söz ediyorum. Bu, ABD’nin bir yüzü. Fakat üniversitelerde, kampüs şehirlerinde durum tamamen farklı olabiliyor. Buralarda son derece eleştirel düşünen, muazzam dinamik bir kesim var. Ben de böyle bir üniversite kampüsünde bulundum Boston yakınlarında. Burası kadın hareketinin son derece güçlü ve etkin olduğu bir yerdi.

Türkiye’de hem akademisyen, hem romancı olmam her zaman karşıma ‘birinden birini seçmem’ gerekiyormuşçasına dikilirdi. Burada ise tam tersine yazarlar akademide ders veriyor, akademisyenler edebiyatla yakından ilgili. Bizde maalesef sadece ve sadece bir tek alanı işaretleyerek o alanda uzman olmanız teşvik ediliyor. Burada ise tam tersine bir entelektüelin akademik birikime olduğu kadar kültüre ve sanata da açık olması teşvik ediliyor. Biz ‘hoca’ yetiştiriyoruz, burada ise sistem ‘aydın’ yetiştiriyor. Özetle eğer bir ana fikir çerçevesinde buraya geldiyseniz ve bulunacağınız yeri iyi seçtiyseniz sahici bir şekilde buranın yapısıyla ilişki kurabilirsiniz.

 

ABD kamuoyundaki Türkiye’ye yönelik bakışı nasıl özetlersiniz? Türkiye sadece Ortadoğu’daki bir geçiş ülkesi mi? ‘Batı ve Doğu’ kültürü, ‘eski ile yeni’ arasında savrulan bir ülke mi, yoksa tarihi ve gelenekleriyle Batı için önem arz eden bir ülke mi?

Bence Türkiye; akademisyenler, siyasetçiler, sanatçılar ve düşünen, sorgulayan her insan için muazzam bir örnek teşkil ediyor başlı başına. Amerika’da -ortalama, kayıtsız, apolitik, Bush yanlısı kesimi bir kenara bırakacak olursak- okuyan, sorgulayan kesim arasında dahi Türkiye pek iyi bilinmiyor. Maalesef Ortadoğu adeta bir uzak coğrafya ve homojenleştiriliyor. İslam tarihi içindeki farklılıklar, çoğulluklar bilinmiyor hiç. Oysa İslam tarihi ne yekpare idi sanıldığı gibi ne de durağan. Fakat ironik olan nokta şu: Türkiyeliler de Türkiye’yi pek iyi bilmiyor zaten.

Bizim geçmişimizle, kendi kimliğimizle olan ilişkimiz çok yaralı, çok travmatik. Bir yanda Batılılaşmayı taklit düzeyinde algılayan ve kendi geçmişine ilgisiz/bilgisiz, çimento kıvamında bir modernite anlayışı var. Öte yandan bu kesime tepki mahiyetinde ortaya çıkan ve Osmanlı’yı yücelten, geçmişte ne varsa romantize eden bir başka kesim… Aralarındaki farklılıklara rağmen birbirlerine çok benziyorlar. Tarih anlayışları hususunda çimento modernistler ve çimento muhafazakarlar şaşılacak derecede benzeşiyorlar. Her ikisi de işine geleni görüyor geçmişte, her ikisi de tarihin çoğulluğunu, karmaşasını algılayamayacak kadar dar bir açıdan yaklaşıyor meseleye. Tarih perspektifi olmayan birinin, ister Türk olsun ister Amerikalı bugünün dinamiklerini kavrayabileceğine ihtimal vermiyorum.

 

ABD’nin ‘kültür endüstrisi’nin etkin kullanımıyla dünya kamuoyuna sunduğu ‘güçlü, cazip, özgürlük veren ülke’ görüntüsünün ötesinde ‘başka bir Amerika resmi’ var mı? Özellikle 11 Eylül’ün politik ve sosyal yansımalarını düşünürsek -eğer varsa- bu resim nasıl özetlenebilir?

Kendisine ‘medeniyetler çatışması’ tezi ile ilgili fikri sorulduğunda Terry Eagleton’ın verdiği cevabın hepimiz açısından önemli olduğuna inanıyorum. Eagleton, ortada bir fikirler çatışması olduğunu ama bunun zannedildiği gibi Batı ile Doğu; Hıristiyanlık ile İslam arasında olmadığını belirtiyor. Esas çatışma sadece kendi benzerleriyle beraber yaşayıp ‘yabancı’ya kapılarını tamamen kapatanlar ile ‘yabancıyı yabancılamayan’lar arasında. Çok fazla insan şehirlerden, kozmopolitlikten kaçıp sadece kendi ailesi gibi ailelerin yaşadığı yerlere yerleşiyor. Aynı eğilim bir başka açıdan Türkiye’de de mevcut. Böyle baktığınızda şunu fark ediyorsunuz: Temel çelişkiler toplumlar arasında değil sadece, aynı zamanda toplumlar içre.

 

 

 

İdealsas Yurtdışı Eğitim Dergisi, Sayı 4, Yıl 2006

 

 

İzlenme : 6963
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us