NUH KÖKLÜ
İSTANBUL - Elif Şafak ın iki kitabında da ortak bir özellik göze çarpıyor. İki başlılık, çift anlamlılık, zamanın döne döne akışı... Saydıklarının hepsi benim için anlamı oldukça önemli şeyler. Döngüsel bir zamana inanıyorum, zaman önceden kestirilen bir rota izlemez. Her insanın hatta her canlının içerisinde iki başlılık vardır. Pinhan da bu daha belirgindi, zaman zaman birisi öne çıkar ve hal ve gidişata yön verir. Bir anlamda mutlak iyilik ya da mutlak kötülüğün olmaması gibi bir durum söz konusu...
Bu kitabında gitmek ve varmak arasında ilişki kuruyorsun. Yine bir iki başlılık.
İki başlılık Pinhan ın kurgusunu şekillendiren kavramdı. Çünkü orada anlatmak istediğim hikâye bambaşkaydı ve yaşanılan coğrafyaya da uyuyor bu iki başlılık. Hep kendini, kimliğini arayan, bir anlamda sınırlarda yaşayan insanları anlatmak istedim. Mesela bize verilen bir isim var oysa asıl ismimiz bizim ulaştığımız, bizim farkına vardığımızdır. Pinhan da bu söz konusu. Farklı bir coğrafyada İspanya da da böylesi bir hikâye yaşanıyor ama ikinci kitap en azından zihniyet coğrafyası olarak farklı bir yerde geçiyor. Burda gidip kendini arayan insanlar var -ki ben hep o insanlardan yana oldum- bir de bir yere varmak isteyenler var, bir yere varmak isteyenlerin haritaları önceden çizilmiştir, gidecekleri, ulaşacakları deyim yerindeyse ele geçirecekleri şeyler bellidir. Batı da önemli bir kavram var keşfetmek . Keşfetmek aslında işgal etmek, öteki ni ele geçirmektir. Bu kitaptaki engizisyon yargıçlarının yaptığı gibi...
Hep kavramlar üzerine yoğunlaşıyorsun, romanı kurarken nasıl bir yöntem izliyorsun?
Aslında önceden şunu yazayım, böyle kahramanlar yaratayım, böyle konuşsun gibi bir derdim olmadı hiç. Tek bir konuşma, tek bir sözcük bile o planı açığa çıkaran şeyler gibi geliyor bana. Kavramlar önemli; kavram yaratmak, kavramlara yeni anlamlar yüklemeyi önemsiyorum, biraz da bu hayata bakış tarzıyla ilgili. Baktığınız ya da vardığınız herhangi bir şeyde kendinizi bulmaya çalışmak diyebilirim buna.
Yine kitaplarının ikisinde de rüzgârın, ölümün, kırılan bir camın dahi konuşması ortak bir özellik gibi görünüyor.
Mesela kırılan bir cam bardak bize bir şeyler söyler, belki de bir felaket önlenmiştir ve kırılan cam bardak bize felaketi önlediğinden dolayı gururunu söylemek ister. Aslında bu kökenleri çok eskiye dayanan bir inanış, irrasyonel ama irrasyonelin bir güzelliği, bir hikâyesi var ve bu hikâyeleri aktarmaktan hoşlanıyorum. Şehrin Aynaları nda, ölüm konuşur, rüzgâr gelecekteki felaketi fısıldar hatta koskocaman bir şehir aynalar aracılığıyla dile gelir.
Yine kitaplarının ikisi de bitmemiş gibi duruyor. Ucu açık metinler.
Öyle olması güzel. Kendimi roman yazarı olarak görmüyorum, görmek istemiyorum. Kahramanı, olayları, menzili belli hikâyeler anlatmak bana çekici gelmiyor. Kitabın sonunda bir açıklık bırakmak biraz da zamanın döndüğüne, akıp giden zaman içerisinde anlattığım hikâyenin yalnızca bir parça olduğunu da inandığımdan dolayı gerçekleşiyor. Şehrin Aynıları nda son cümle darı taneleri gibi saçılan hikâyeler , çünkü tek bir hikâye, tek bir hayatı anlatmıyorum, birbiriyle iç içe geçmiş, sırlarıyla birbirini kovalayan hayatlar söz konusu. Dolayısıyla üç nokta koymak gerekiyor hikâyenin sonuna.
Şehrin Aynaları bambaşka bir coğrafyayı anlatıyor engizisyondan kaçan Yahudiler ve onların İstanbul a gelmeleri gibi bir temayı nasıl yarattın?
İspanya da bir süre yaşadım. Benim için çok anlamı var İspanya nın. Bir kere parçalanmış, birbirinden farklı ve sürekli arayış içerisinde olan bir ülke. Hikâyenin geçtiği dönemlerde Yahudiliğinden utananlar, utandıkları geçmişi silmeye çalışanlarla, kendilerine yeni bir gelecek yaratmak isteyenler iç içe geçiyor. Hepsinin ortak özelliği sınırda yaşamaları... Sınırda yaşamak biraz da hayatı tek merkezli düşünen bakış açısını kabul etmemektir. Mesela aynı dönemde yaşayan Kathar şövalyeleri, Bogomiller, Şeyh Bedreddin in müritleri var olan merkezin dışında, kendi hayatlarını ele geçirmeye çalışan ve bundan dolayı da devamlı sürgün e gönderilen karakterler. O insanlar İstanbul a geldikleri zaman da yabancılar; dinini, en önemlisi gündelik hayatını bilmedikleri bir yere geliyor. Ve ben tarih kitaplarının küçük gördüğü yabancı olarak kabul ettikleri insanları anlatmayı önemsiyorum.
Radikal, 27/07/1999
|