Doğru insana aşık olursanız, o aşk değildir!
Herkes onu merak ediyor. Türkçe’sinin güzelliği, kaleminin farklılığı ve kim bu Elif Şafak sorusu?.. “Kem Gözlere Anadolu", “Pinhan" ve “Şehrin Aynalarıöndan sonra dördüncü kitabı “Mahremöi, Metis Yayınları’ndan çıkaran genç yazarla, görmek, görülmek, kem gözler, aşk ve Elif Şafak üzerine...
FİLİZ AYGÜNDÜZ
19 Kasım 2000 Pazar
‘Mahrem’de kadın nevrotikliğinin alabildiğine üstüne gidiyorsunuz... Kadınlar erkeklere nazaran nevrotikliğe daha yatkınlar. Ama ben bunun biyolojik bir yatkınlık olduğundan çok emin değilim. Bu, daha ziyade bizim yetiştirilme tarzımızla ilgili. Kendi bedenimizle olan ilişkimizin çok hırpalandığını düşünüyorum, bizim dışımızdaki pek çok faktör tarafından ve doğrudan doğruya kendimiz tarafından. Kadınların hem kendilerine bakışları çok sakat, sorunlu hem de birbirlerine bakışları.
Bir makro evren yarattım... Kadının kendine ve diğer kadınlara yönelttiği sakat bakış neden? Dağıtılan ve dayatılan rollerin çok ciddi bir belirleyiciliği var burada. Dış görünüşümüze ne kadar dikkat eder ve ne kadar güzel olursak, dayatılan normlara ne kadar uyarsak o kadar değer göreceğimizi düşünüyoruz. Bu da sürekli bir tatminsizlik ve hemcinslerimizle rekabet duygusu yaratıyor.
Romanın kahramanı olan 132 kiloluk kadının yaşadığı nevroz, çocuklukta uğradığı bir cinsel tacizle eş zamanlı gelişiyor. Şu anda gördüğümüz, tanık olduğumuz her şeyin bir geçmişi var. Kovaladıkça, adım adım geriye gittikçe bir hikâye bir başka hikâyeye götürüyor sizi. Zamanda geriye kaymaya başlıyorsunuz. Kişi bazlı düşünürseniz çocukluğa kadar uzanıyorsunuz, toplum bazlı düşünürseniz, Osmanlı’ya, Pera’ya gidiyorsunuz, genel kurgu bazında da Sibirya’ya... Aslında hep aynı şeyi yaptım, bir makro evren yaratıp mikro örneklerini verdim.
“Mahrem" dördüncü kitabınız ve insanlar sizi çok fazla tanımıyorlar. Bakıp görmüyorlar mı, görüp görmezden mi geliyorlar? Bazı mekanizmalar o kadar dışınızda işliyor ki... Bir kitabın nasıl tanıtılacağı, kaç basılacağı, bütün bunlar yazarın belirleyebildiği süreçler değil. Ama bu kitapla, bunda bir kırılma oldu benim açımdan. Biraz daha görünür olduğumun farkındayım.
Anadilim üzerinde çalışıyorum Sizi yeni yeni tanıyanlar da, o şahane dili nasıl oluşturduğunuzu merak ediyorlar... Oturup kendi anadilim üzerinde çalışıyorum. Ona özen gösteriyorum. Bizde dil son derece kısır tartışmaların konusu olagelmiş. Farklı kesimler, kendi ideolojik görüşlerine göre aynı anlama gelen Osmanlıca ve Türkçe kelimelerden birine sahip çıkıp diğerini elemekten yana bir tutum izliyorlar. Bana göre, her iki kelime de madem yaşamaya devam ediyor, etsin. İnsanlar gibi kelimelerin de bir ömrü var. Ve kelimeler eceliyle ölmeli. Ölen kelimeleri hortlatmaya çalışmak da hoşuma gitmiyor. Bu arada Türkçe Osmanlıca sözlük okuyorum. Ayrıca annem diplomat olduğu için çok defa yurt dışına gidip geldim. O dönemlerde Türkçe’ye yabancılaştım. Bu da dilime merakımı artırdı. Emeğimi, paramı, zamanımı yabancı bir dil yerine kendi dilime sarfettim.
Aşk bir korsedir! “Mahrem" görmek, görülmek üzerine bir roman. Ve tabii kem gözle bakmak... Edebiyatın içindeki kem gözler? Kem gözlerle bakanlar maalesef çok var edebiyatta. Türkiye’de birileri bir alanda bir şeyler ürettiği zaman, pek çok insan onu dibe çekmeye çalışıyor. Yapılan işi karalayarak var olmak şeklinde bir var oluş tarzı var. Batıda ekoller, okullar çıkıyor, insanlar ardıllarını yetiştiriyorlar. Bizde böyle değil. Her şey birey bazında. Cemaat toplumuyuz ama edebi üretimimiz tamamen birey bazlı. Yazmayı kolaylaştıran mekanizmalar olmadığı gibi ürünü ortaya çıkardıktan sonra da kem gözlerle karşılaşıyorsunuz.
Kitapta aşk da var. Ve aşk bir korse size göre... Aşk, kitapta aşırı şişman kadın için bir korse. Korse ona kendini güzel görmeyi öğretiyor.
Aslında aşk hepimiz için bir korse değil mi? Tabii... Kadınlar için de böyle, erkekler için de... Sizi seven insanın gözünde güzel olduğunuzu düşündüğünüz zaman kendinize olan bakışınız değişir. Sevildikçe daha sevilesi olursunuz, sevildikçe daha çok sevilirsiniz... Ama tabii orada hüzünlü bir şey daha var. Çünkü aşk, sevgiden, evlilikten veya güven ilişkisinden farklı olarak çok da kalıcı bir şeymiş gibi gelmiyor bana. Aşkı, tutkuyu çok önemsiyorum. Ama bunlar sorunlu, riskli kavramlar. Tutku kendi içinde yanlışlığı barındırır. Eğer doğru insana aşıksanız, o insanı niye sevdiğinizi oturup kendinize açıklayabiliyorsanız, yaşadığımız aşk değildir.
Hayatı tonlarıyla algılıyorum Beni de görselerdi diye içinizden geçirdiğiniz oldu mu? Şöhret, ünlü bir yazar olmak gibi dertleriniz yok mu? Bunlara tamamen kapalı değilim. Hayatı siyah ya da beyaz şeklinde değil, tonlarıyla algılıyorum. Ama bir şey öne çıkacaksa, bu kitaplarım olmalı. Şöhreti elde etmenin bir sürü yolu var. Tek başına iyi bir şey de değil, kötü bir şey de... İyi bir yazar olarak şöhretim olacaksa bunu elbette istiyorum. Şöhretin neyle el ele gittiği önemli. Onu tek başına algılayamıyorum.
http://www.milliyet.com.tr/2000/11/19/sanat/san01.html
|