. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
"Dut ağacı gibi silkelendim"

Birbirleriyle sürekli didişen, tahakküm kurmaya çalışan altı kadın. Elif Şafak ın içindeki altı Elif Şafak. İlk otobiyografik kitabında, doğum sonrası depresyonu mizahla anlatıyor Şafak ve Siyah Süt ü okunur okunmaz unutulması için yazdım diyor. Siyah Süt , annelik süreci hakkında bir kitap ve daha bir sürü şey

 

Seda Arıcıoğlu

 

Hırs Nefs Hanım, Pratik Akıl Hanım, Sinik Entel Hanım, Anaç Sütlaç Hanım, Can Derviş Hanım, Saten Şehvet Hanım... Elif Şafak’ın içindeki altı Elif Şafak. Birbirleriyle didişip duruyorlardı: “Devamlı bir didişme halindeydi içimdeki kadınlar. Ama bunun bana özgü bir durum olduğunu sanmıyorum. Bence insan denilen mahlûk çok sesli, çok başka bir varlık. Hepimiz böyleyiz. Aramızdaki tek fark, içimizdeki seslere nasıl davrandığımız konusunda. Kimilerimiz daha barışık yaşıyoruz farklı seslerimizle. Kimilerimiz sürekli zapturapt altına alıyoruz. Bazen tahakkümle yaklaşıyoruz kendi kendimize. Aslında hepimizin içinde parmak kadınlar ve parmak erkekler var ve bunlar koro halinde didişiyorlar. Biraz onu yansıtmak istedim. Bu kitapta depresyonu anlattım, ama depresyonu hüzünle, karanlıkla değil, mizahla anlattım, tebessümle anlattım.” Bakalım nasıl...

 

TEMPO: Yazım sürecinden bahsedelim mi önce?

ELİF ŞAFAK: Kitap aslında 10 aylık bir yazamama sürecinin ardından yazıldı. Depresyon da kitabı yazmanın bir süreciydi, diye düşünüyorum ben. Ama ondan sonraki iki buçuk ay, gece gündüz yazdım. Bu, kurguyla gerçeği çok iç içe geçiren bir kitap.

T.: İlk kez bir kitabınızda kendinizden bu kadar çok parça var. Nasıl bir his?

E.Ş.: Bu, otobiyografik bir roman. İlk defa böyle bir tür denedim. Başkalarının hayallerini kurmaya alışkın biriyim. İnsanın kendini anlatması çok daha zor bir hismiş.

T.: Sınırları çizmek açısından mı zor? “Kendimi okuyucuya ne kadar açacağım” kısmı mı?

E.Ş.: Kesinlikle. Özel şeyleri anlatıyorsunuz. Ben ketum, kabuklu bir insanımdır. İfşa etmeyi sevmem. Akrep burcuyumdur. Saklanmayı severim. Örtük olmayı önemserim.

T.: ‘Siyah Süt’ü yazmaya, ‘kitap yazıyorum’ diye mi başlamıştınız?

E.Ş.: İlk başta ne yazdığımı bilmiyordum. Çünkü uzun bir süre, bir daha asla kitap yazamayacağımı düşündüm. Öyle bir durgunluk, depresyon geldi üzerime. Tam olarak ne yazdığımı bilmeden karalamaya başladım; ama sonra, baktım bu bir kitaba doğru gidiyor. Gerisi su gibi aktı, gece gündüz. Bu sebeple de son derece samimi bir kitap oldu.

T.: “Yazarın egosunun şişkin olması mesleki deformasyondur” diyorsunuz. Artık annesiniz. Değişmiş olmalı bu.

E.Ş.: Elbette. Kendimce bir sentez çıkardım ben o süreçten. İnsanın o ikilemle yüzleşmesi, şöyle bir karşı karşıya gelmesi gerektiğine inanıyorum. Bu, tüm insanlar için geçerli. Biz anneliği biraz cicileştiriyoruz, romantikleştiriyoruz. Ama annelik aynı zamanda içinde çelişkiler barındıran bir şey; biz o çelişkili yanlarından konuşmuyoruz. Gölgeli yanlarından konuşmuyoruz. İçinde tümsekler, engebeler, pürüzler var. Biraz ona dikkat çekmek istiyorum. Kitabın sonunda, “Demokrasi geldi içime” diyorum zaten. Yalnız şunu da eklemek lazım. Demokrasi de gül bahçesi değil elbette. İçimdeki parmak kadınlarla bir denge yakalamaya çalışıyorum ve bu denge, benim dış dünyayla ilişkimi de değiştiriyor.

T.: Denge var diyorsunuz, ama içinizdeki parmak kadınlardan Can Derviş Hanım kazanmadı mı aslında? Çünkü o, ‘olana teslimiyet’i öneriyordu ve siz depresyondan ona teslim olarak çıktınız.

E.Ş.: Okumak da çok yaratıcı bir şey aslında. Buna katılıyorum. Çünkü Can Derviş Hanım, başından beri hep bütün bu iç sesleri ‘bir’lemekten, eşit görmekten, benliğin ve bütünün parçaları olarak görmekten söz ediyordu. Nitekim böyle oldu. Ne zaman ki ben utandığım yanlarımı da, sevdiğim yanlarım kadar hak görmeyi başardım, o zaman demokrasi geldi. Zaten Can Derviş Hanım ve onun temsil ettiği tasavvufi öğretinin bende çok izi var.

 

Yazar efendi değildir

 

T.: Şimdi bebeğiniz var. O, zaten sevginin ana kaynağı.

E.Ş.: Elbette öyle. Ama bu süreçte ben çok sarsıldım. Dut ağacı gibi silkelendim. Büyük değişimler de bu tip büyük sarsıntılardan sonra geliyor. O yeniden kurulma aşamasında, bu tasavvufi düşüncenin çok etkisi oldu.

T.: Can Derviş Hanım, “Bu kitapları sana kim yazdırıyor sanıyorsun” diye soruyor. Kim yazdırıyor?

E.Ş.: Bu, çok zor bir soru; çünkü biz yazarlar, kendimizi çok yaratıcı zannetmeyi seviyoruz. Karakterler yaratıyorsunuz, karakterler öldürüyorsunuz, yazgılar belirliyorsunuz. Biz kendimizi, yarattığımız her şeyin sahibi zannediyoruz. Ama Can Derviş Hanım, bunların sahibi, öznesi olmadığımı hatırlatıyor bana devamlı. Yazar, kitabın efendisi değildir.

T.: “Kitabı yazdıktan sonra, kitap hakkında konuşmaya devam etmek yine yazarın kendi egosuyla alakalıdır” diyorsunuz. Siz röportaj yapmaktan tamamen vazgeçmeyi düşünüyor musunuz ara sıra?

E.Ş.: Ben şuna inanıyorum, kitap çıktığı zaman, onun okurla buluşmasında rol oynayabilecek bir şeyse röportaj, onu yapıyorum. Ondan sonra çekiliyorum. Bu, önem verdiğim bir denge. Belki dışarıdan insanlar o kadar fark etmiyorlar ama buna çok özen gösteriyorum. Bu kitap unutulmak için yazıldı zaten. Şu anda canlı elbette zihnimde hâlâ, ama unutulması lazım. Benim de unutmam lazım.

T.: Neden?

E.Ş.: Bu, post-natal depresyonun bir parçası zaten. Ben kiminle konuştuysam, bu dönemi tamamen unuttuğunu gördüm sonradan. Unutmuş ki bir daha çocuk dünyaya getirmiş. Unutmuş ki yaşamını, kendisiyle ilişkisini başka şekillerde devam ettirmeyi başarmış. Bu işin doğası bu. Sağlıksız olan bizim bunu konuşmayışımız.

T.: Bazı kadın köşe yazarları, köşelerini çocuklarıyla ilişkilerini anlatmaya ayırdılar. Çocukları beraber büyütüyoruz. Siz bundan sakınır mısınız?

E.Ş.: Tam öyle değil. Ben, aslında çocuklarla ilişkilerini anlatmasını çok tabii buluyorum. Yaşamın o kadar başat bir parçası ki. Yeter ki insanlar kendilerini tekrar etmesinler. Benim kriterim odur. Ben sezgisel yazan bir yazarım. Bu, sekizinci kitabım. Her kitap farklı, çünkü her kitap hayatımın farklı dönemeçlerinde yazıldı. Ben insanın, zaten değişime çok yatkın olduğunu düşünüyorum. Başka şeyler vardı benim eleştirdiğim.

T.: Ne gibi?

E.Ş.: Mesela ben annelerin, ‘biz’ ağzıyla konuşmalarını çok eleştirirdim. “Acıktık mı?”, “Düştük mü?” Ama geçenlerde bir baktım, ben de “Susadık” dedim mesela.

T.: Depresyondan, kitapta saydığınız yolların hangisiyle kurtuldunuz?

E.Ş.: Hepsi ve hiçbiri aslında. İlaçlar, şu, bu ama… Asıl önemli olan, sürecin kendi kendini tüketmesi aslında. Verilen ilaçları saksılara gömüyordum. Çok komik, bazı çiçekler coşuyordu, bazıları sönüyordu. Oradaki temel çelişki şu: Bu tür ilaçları kullanırsanız, çocuğunuza süt veremiyorsunuz. Ama psikiyatri diye bir alan var ve o birikime saygı duyuyorum ben.

T.: Edebiyat bir yarış mı?

E.Ş.: Bir anlamıyla öyle. Zamana karşı yarışıyorsunuz. Her kitabı son kitabınızmış gibi yazıyorsunuz. Edebiyatçılar arasında da var rekabet duygusu. Biz edebiyatçılar, birbirleriyle iyi geçinen insanlar değiliz Türkiye’de. Kolektif üretmeye, paylaşmaya alışkın da değiliz. Bir de edebiyat hızla genişleyen bir pazar. Fazla sayıda yeni yazar çıkıyor. Bundan rahatsız olan yazarlar tanıyorum. Bense bunun bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Elbette üretilen her şey kaliteli değil; ama bu çoğalmadan daha güzel bir iklim çıkacak. Türkiye’de genç yazar olmak zor.

 

Dumansız ateş

 

T.: Doğum sonrası depresyon var. Kitap doğurduktan sonra var mı?

E.Ş.: Kitap bittikten sonra da aynı boşluğa düşülüyor. Yaşam coşkusunu yitiriyor insan. Dört elle sarılıyorsunuz kitaba ve sonra birdenbire basılıyor ve ona ekleyeceğiniz tek bir kelime yok. Bir veda anı aslında. Kitap beni terk ediyor ve sevgilileriyle buluşmaya gidiyor. Kitabın bir annesi varsa; o, yazar değil, okurdur. Vedalaşmazsanız, kendinizi tekrar edersiniz.

T.: Sizin anneliğiniz nasıl gidiyor?

E.Ş.: İyi gidiyor. Yoğun bir bocalamadan sonra iyi artık.

T.: Sevgi faşizminden nasibinizi aldınız mı siz de?

E.Ş.: Fazla severek de insanları boğmak, daraltmak mümkün. Sevgi çok masum bir şey değil. Spinoza, “Sevginin de aşırılıkları olabilir” diyor. Bence anneler de çok bunaltıyorlar çocuklarını, üzerlerine kavanoz gibi kapanarak… Karı-koca da yapıyor bunu. Aşırı sevginin türlü türlü halleri var. Ama tabii bunu eleştirmek kolay. Çünkü yapmam dediğin şeyleri yaparken buluyorsun kendini. Ben, elimde kaşıkla kızımı kovalarken yakaladım kendimi. Anne olduğuna karar vermeden önce, bir kadının kendini doğurması lazım. Bu kitap, kendini yeniden doğurma kitabı.

T.: Bu lohusa cinleri var mı hakikaten? Sizin çıngıraklar çaldı mı?

E.Ş.: Çıngırak hakikaten öttü. İnanç benim için önemli bir konu. İçinde yaşadığımız alemin, dokunduğun masadan, oturduğun koltuktan ibaret olmadığına inanıyorum. Ve o manevi dünyaya hem ilgi hem sempati ile bakıyorum. Benim algılarım maneviyata çok açık. Cinler var tabii. Kur’an’da da yazıyor; “Dumansız ateşten yarattık” diyor.

T.: Peki bu çörek otları ve kurdeleler işe yarıyor mu cinleri kovmakta?

E.Ş.: Büyüklerimiz post-natal depresyon hakkında bizden çok daha fazla şey biliyorlardı. Baktığınızda, bu kadınlar daha geleneksel yaşayan insanlar, bizden belki daha eğitimsizler, koşulları daha sınırlı vs. Onlar için o kadar doğal ki post-natal depresyon; ama buna lohusa cini diyor mesela. Ayrıntılar önemli değil, önemli olan böyle bir olguyu kabul etmesi ve bunu, kadının hayatının normal bir parçası, aşılması gereken bir safhası olarak görmesi. Onun arkasından gelen eğitimli, modern kadına bakalım. Bunları hurafe diye geçiştiren bir yaşam tarzı var. Bence modern kadın, post-natal depresyona daha hazırlıksız yakalanıyor. Lohusalıkta sadece bebeğe bakılmazmış eskiden. Bugün ise süper dişi imajı var. Yok ki öyle bir şey.

 

 

Tempo, 29 Kasım 2007

 

İzlenme : 5166
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us