Kendinizi yeniden doğurmadan, annelik yapamazsınız.
Hazırlayan: Yıldız Bars
Bu ayki ropörtaj konuğumuz, geçtiğimiz yıl anne olan genç yazar Elif Şafak.
Pinhan, Mahrem, Bit Palas, Baba ve Piç gibi romanları ile tanıdığımız Şafak ın son kitabı Siyah Süt, Kasım ayı sonunda Doğan Kitap tan çıktı. Doğum sonrası yaşadığı postnatal depresyonu, geçirdiği o karanlık dönemi Siyah Süt te okurla paylaşan Şafak, bu otobiyografik romanında, anneliğin çetrefilli, karmaşık ve zor yönünü anlatıyor.
“Mükemmel anne, mükemmel eş, mükemmel yazar” girdabı içinde kendini yetersiz hisseden ve “tüm anneler bu kadar iyi iken, ben eksiğim” diyen Şafak’ın iç sesine bir yolculuk Siyah Süt.
Şafak’ın, depresyondan çıkmak ve o kasvetli dönemi unutmak için yazdığı bu roman, okur tarafından ise öyle kolay kolay unutulacağa benzemiyor. Çalışan her kadının, kendini annelik serüveninin başında yetersiz bulan tüm annelerin, hamile kalmaya karar vermiş ya da hala verememiş olanların kendinden bir şeyler bulabileceği bu roman, diğer kitaplarında kendisi hakkında okuyucuya çok da ipucu vermeyen Elif Şafak’ı da okur açısından aydınlığa çıkarıyor.
Kendisi hakkında yazarken çok zorlandığını ve canının yandığını söyleyen Şafak, romanda kimi zaman kendisiyle dalga geçerken, kimi zaman ise kendisini duvardan duvara vuruyor.
Niye Siyah Süt bu kitabın ismi ?
Siyah Süt ismini iki sebepten ötürü verdim. Birincisi, annelik ve annelikle özdeşleştirilen süt, her zaman sandığımız kadar beyaz ve pür-i pak değil. Anneliğin de kendi içinde çelişkileri var. Depresyonda annenin sütü kararabiliyor, anneannemin deyişiyle “süt çürüyor”. En azından eskiler böyle diyorlar. Ancak ben o kararmış sütten mürekkep elde etmek istedim. Yani yazıya dökebilmek istedim, doğum sonrası yaşadığım o hüzünlü dönemi. Yazmak ve bu sayede geride bırakmak… Kitabın ismi tüm bu metaforları barındırıyor içinde.
Siyah Süt, loğusalıktan çıkışın kitabı mı?
Siyah Süt, sadece loğusalıkla ilgili bir kitap değil. Daha temelde kadınlık halleri üzerine bir kitap bu. Yaratmak-yaratamamak üzerine bir kitap. Her kadının içinde çelişen, çatışan farklı sesler var. Anne olmak, anaç ve evcimen olmak, kariyer sahibi ve azimli olmak ya da zaman zaman her şeyi boş vermek, akışına bırakmak.... Ben Siyah Süt’ü yazarken, kendimi yerden yere vurdum. Hiç işime gelmeyen yanlarımı ifşa ettim, bunlarla dalga geçtim. Çok canım yandı yazarken. Ama ortaya samimi, hakiki bir kitap çıktı.
Kitabınızda, mükemmel eş, mükemmel anne, mükemmel yazar olamamanın eksikliğini hissettiğinizden bahsediyorsunuz. Neydi kafanızdaki mükemmel anne imajı?
Mükemmel anne imajı feci bir tuzak. Yok öyle bir şey. Ama zannediyoruz ki başkaları mükemmel, biz de öyle olmalıyız. Bu kitabı yazması çok daha zor oldu. İnsanın kendini anlatması meğer ne belaymış, kurgu yapmak daha kolay geldi açıkçası. Bu kitabı yazmadan önce, 10 ay kadar süren yoğun, karanlık bir depresyon yaşadım. Ben uzun süre zannettim ki, bu yaşadıklarım, dünya üzerinde yalnız benim başıma geldi. Ben kötü bir anneyim. Hiçbir şeyi beceremiyorum. Herkes mükemmel, ben eksiğim, ben yetersizim… Sonra depresyon bitti, 2,5 ay durmadan yazdım. Sonuçta bence bu kitap, 10 ay artı 2,5 ayda yazıldı. Yazamadığım zaman da bu kitabın yazılma sürecinin parçasıydı.
Yaklaşık 10 ay sürmüş Postnatal depresyon. Neler yaşadınız bu süreçte?
Herhalde derim çok inceldiği için, her şey hüzünlü, her şey ağır geliyordu. “Bu kadar mutlu olmam gereken bir dönemde, kapıldığım bu mutsuzluk neden?” diye soruyordum zaten kendime. Demek ki bende bir sorun olmalı. Niye bu hüzün? Niye bu kasvet? Ben niye böyleyim? Başkaları anneliğe yumuşacık geçiyorlar. Ben neden beceremedim. Ben anormal miyim?” Kitapta anlatıyorum bu süreci.
Ne oldu da sona eriverdi Postnatal depresyon? Kitabınızda ansızın bir sabah gidiverdiğinden bahsediyorsunuz. Eşiniz, terapiler, en önemlisi de artık büyüyen bebeğinizle iletişim kurmaya başlamanız, onun dilinden anlamaya başlamanız, bunların etkisi yok mu?
Ben 10 ay boyunca aşama aşama yaşadım postnatal depresyon denen süreci. Terapilerin, doktor yardımının, ya da çevremden aldığım desteğin etkisi çok büyük oldu, elbette bunları çok önemsiyorum. Gerektiğinde profesyonel yardım olmak son derece önemli. Ama şu da var: Önce kendi içinizde çözmememiz gereken bileşkeler var. İlaçlar ya da doktorlar buna yardım etmek için var. Kendi içinizde bahar temizliği yapmadan, tabiri caizse kendinizi yeniden doğurmadan, tam anlamıyla bir başka varlığa annelik etmeye başlayamıyorsunuz. Annelerin kendilerini de yeniden doğurmaları gerekiyor, yeniden tanımlamaları, yeniden inşa etmeleri kendilerini.
Kitabınızda anneliğin harikalarından, muhteşemliğinden, kutsallığından değil de o gülün dikenlerinden bahsetmişsiniz. Bir yazar ve bir anne olarak Siyah Süt nasıl bir deneyimdi?
Anneliğin muhteşem bir tecrübe olduğu konusunda zaten hepimiz hemfikiriz. O konuda söyleyecek yeni bir şey yok. Ben sadece o güzelliğin yanı sıra pek konuşamadığımız çelişkiler, yalpalamalar olduğunu da söylüyorum. Fazlasıyla romantize ya da idealize edilmiş, mutlak bir kutsallık atfedilmiş bir annelik anlayışı, hakikatte yaşadığımız engebeleri konuşmamızı zorlaştırıyor.
Yazar olarak devam etmek mi yani sizin deyiminizle “beyin” kalmak mı, yoksa anne yani “beden” olmak mı arasında, çok sancılı bir süreç geçirmişsiniz. Neden beyin kalmadınız? Ya da niye beden de oldunuz?
Beden ve Beyin arasında bir bölünme yaşadım. Bu seneler sürdü. Uzun zaman hep Beyini üstün tuttum. Bu yüzden kitapta en son tanıştığım parmak kadın Saten Şehvet Hanım. Varlığını en son kabullendiğim karakter o. Ama aşk, her şeye bakışımı değiştiriyor. Bunları samimiyetle anlatıyorum Siyah Sütte. Ne zaman aşk geliyor, allak bullak ediyor eski kalıpları. “Aşk imiş ne varsa alemde ...” diyor ya şair.
Bu beden-beyin git-gelinde, içinizde konuşup duran 6 parmak kadın karakterden bahsediyorsunuz kitabınızda. Kariyer düşkünü, tasavvufi, anaç, şehvetli, pratik ve entel. En çok hangi karakter zorladı sizi anne olma kararı alırken?
Anaç Sütlaç Hanımın varlığını kabullenmek çok zor geldi. Yani o evine dantelli perdeler seçen, süpermarketlerin indirim reyonlarında mutlu mesut dolaşan, evcimen, “normal” ve anaç yanımı hep ötelemişim. Sanmışım ki yazar olmak için bu yanımı bastırmam lazım.
Parmak kadınlar, darbeden monarşiye, annelik serüveninizde içinizi altüst edip duruyor kitapta. Şimdi nasıl? Sular duruldu mu?
İçime demokrasi geldi! Ama demokrasiyi de gül bahçesi sanma diye uyarıyor beni kitapta Lord Poton, yani loğusalara dadanan cin. Demokrasi geldi diye çelişkilerim bitti mi? Hayır. Sadece onları yok saymaktan ya da halının altına süpürmekten vazgeçtim. İçimdeki bu farklı seslerin varlığını kabul ettim.
Her kadın yazarın, yazabilmek için kendine ait bir odası olmalı diyorsunuz. Ama bir bebek pek rahat her dakika aralayabilir o kapıyı. Acıkınca, sizinle vakit geçirmek, avutulmak isteyince… Nasıl bir denge kurdunuz?
Yazarlık son derece bencil bir tutku. Tamamen yazıya veriyorsunuz kendinizi. Anne olan kadın yazarların en çok ihtiyacını duyduğu şey boş zaman hep. Ben ilk başta bundan ürktüm çünkü kendimi yazıya adamaya çok alışmıştım ama şimdi, zamanı daha farklı algılıyorum, daha az yarışıyorum zamanla. Bütün kararları biz mi alıyoruz, tıkır tıkır uygulamaya koyuyoruz yoksa hayat mı bazı şeyleri önümüze getiriyor bilemiyorum. Bildiğim şu, zannettiğimiz kadar öznesi değiliz her şeyin. İpleri bu kadar elimizde tutmuyoruz. Bazı şeyler sana rağmen geliyor, sen onunla yaşamayı öğreniyorsun ve onunla birlikte başka bir boyuta geçiyorsun. Kızım da benim için öyle oldu, iyi ki de oldu…
Siyah Süt’te, bazı kadın yazarların anneliğe bakışını ve serüvenlerini de paylaşıyorsunuz…
Kitapta anlattığım kadın yazarlara bakınca görüyoruz ki her birinin yolu farklı olmuş. Kimisi hiç çocuk doğurmamış, kimisi iyi yazar berbat anne olmuş, kimisi de gayet sağlıklı yan yana götürebilmiş hepsini. Bu farklılıkları görmek bana son derece insanca geliyor. Ben hiç kimsenin yolunu yargılamadım bu kitabı yazarken. Eşit sevgi ve şefkatle yaklaştım.
Postnatal depresyonu yaşamış biri olarak, kadınlara ne tavsiye ediyorsunuz? Neler yapsınlar Postnatal’la karşılaşırlarsa?
Çok farklı kesimden ve sınıftan kadınlar, Postnatal depresyona yakalanabiliyor. Bunun bir reçetesi ya da formülü yok. Kimisi 3 çocuk doğuruyor bir şey olmuyor, 4 üncü de yakalanıyor. O yüzden “Şu şu tip kadınlar postnatal depresyon geçirir, öbürleri geçirmez” diyemeyiz. Anneliğe kendini çok hazır zannedenlerin de, benim gibi hiç hazır olmayanların da başına gelebiliyor. O anlamda bu tür çelişkilerin bilinmesinde ve kadınların buna hazırlıklı olmasında fayda var.
“Suya yazılan bir kitap bu, unutulsun diye yazıldı okunur okunmaz” diyorsunuz. Neden?
Yaşayıp bittikten sonra bence bu dönemin tamamen geride bırakılması lazım. Zaten öyle oluyor. Kadınlar unutuyorlar çektikleri sıkıntıları. Unutuyorlar ki bir daha doğurabiliyorlar. Unutuyorlar ki hayatlarını hızla yeniden kurabiliyorlar. Ben de zaten bu kitabı geride bırakabilmek için yazdım.
Kitabın sonunda bir de erkeklere ilişkin Postnatal tespitiniz var. Sizce onlarda mı yaşıyor bu depresyonu, eşleri doğum yaptıktan sonra?
Erkekler de çok önemli değişimler yaşıyor baba olduktan sonra. Ama düşünsenize bizimki gibi, duygusallığın erkeklere yakıştırılmadığı bir toplumda bunu dile getirmeleri daha zor. Adam baba oluyor, birden evdeki hayat tamamen değişiyor. Evde devamlı ağlayan bir eş, tanımadığı bir bakıcı ya da kaynana, henüz tam olarak tanışamadığı bir bebek…. Yeni babalar çok ani bir yabancılaşma yaşabiliyor. Keşke bunları da bir erkek edebiyatçı anlatsa. O da başka bir kitabın konusu. Ama ben Siyah Süt’ü erkeklerin de severek okuduklarına tanık oluyorum, bu da beni mutlu ediyor. Bir de tabii yazı dünyası, çok erkeksi bir dünya. Onun içinde olan kadınlar bir takım stratejiler geliştiriyorlar… Bu tür “kadınsı mevzular” sanki o entelektüel dünyaya çok da yakışır konular değilmiş gibi. Böyle bir ön yargı olduğunu düşünüyorum. Zorlanıyoruz cinselliği ve cinsiyet meselelerini anlatmakta.
Peki ya şimdi? Artık Postnatal yok. Loğusa cinlerinizden de kurtuldunuz ve anladınız ki “bitmemiş, hala yazabiliyorsunuz”. Anne olmak asıl şimdi nasıl?
Elbette anne olmak çok şeyi değiştirdi içimde. Okurlar, kalemimin de değiştiğini söylüyor. Bunu en iyi okurlar anlar zaten. En iyi eleştirmenler ve okurlar takdir eder, ben kendim göremem.
akıllıbebek
|