18 aylık kızı Şehrazat Zelda’yı dünyaya getirdikten sonra girdiği depresyonu Siyah Süt’te anlatarak yenen Elif Şafak ikinci hamileliğinde çok mutlu. Yerleşik hayata alışmasını böyle anlatıyor Şafak. Karnındaki beş aylık bebeğe ‘Şems’ diyor. Daha fazla çocuk fikrine ve evlatlık edinmeye sıcak bakıyor
Bunca zaman göçebe yaşamışken, bu son iki yıl, yerleşik hayatınızın başlangıcı oldu diyebilir miyiz? O da başka bir uçtu aslında. Neredeyse aynı evde bir seneden fazla kalmadan ya da bazen aynı şehirde bir seneden fazla durmadan yaşıyordum. Yerleşik hayat, bilhassa evlilikle gelen yerleşiklik acayip ürkütücü ve monoton geliyordu bana. Tabii çok değiştim. Yerleşik hayattan keyif almayı öğrendim. Bazen diyorum ki “Göçebeydim, çiftçi oldum.” Ama doğrusunu isterseniz tamamen yerleşmeye niyetim yok. Belki eskisine göre daha düzenli ve yerleşik olabilirim şu anda. Ama ruhen hep göçebeyim. Yolculuklardan vazgeçemem ki...
Sözleri ve gücüyle çevresindeki kadınları etkileyen bir büyükanne ve hayatı kaldığı yerden başlatma gücüne sahip bir anneyle büyüdükten sonra, bebek sahibi olunca kadınlık hallerine vakıf olmadığınızı hissetmek size ne düşündürdü? Beni iki kadın yetiştirdi. Batıl inançlarla dolu, sevecen bir anneanne ve azimli, feminist, dul bir anne. Her ikisinin de çok izi var hayatımda ve edebiyatımda. Hem geleneksel hem modern kadınlık kültürünü birebir yaşayarak, gözlemleyerek büyüdüm ve bundan çok şey öğrendim. Her kesimden kadın okurum var ve açıkçası onlardan gelen yorumları çok önemsiyorum. Öte yandan anne olunca yeni bir evre açıldı. Çok değiştim. Ama tabii şu da var: Kadınlık halleri diye tek bir şey yok aslında. İlla da çocuk yapmak değil kadınlık halleri. Genç kızlık hallerimiz, sırılsıklam âşık hallerimiz, çelişkilerimiz, depresyonlar ya da menopoz, hepsi bu kadınlık hallerinin içinde.
“Çocuk sahibi olunca beyinden bedene dönüşürüm, üretkenliğimi yitiririm” derken, bebekle 18 ay doldu. Bu 18 aya da, Cumhurbaşkanlığı yemeği, Tempo ve Zaman gazetesi yazarlığı, Siyah Süt kitabı, Menekşe ve Halil senaryosu sığdı. Şimdi kendinize haksızlık ettiğinizi düşünüyor musunuz? Siz böyle sorunca, “Evet boş yere paniklemişim o dönem” diyorum. Ama depresyon hep öyle değil midir zaten? İçindeyken gözünde büyür. Sonradan bakınca “Hay Allah, boş yere perişan etmişim kendimi” dersin. Ama o dönem bir ara yazarlıktan ev kadınlığına geçiş yaptım gibi geldi bana. Ve en tuhafı bir yanım bundan hiç hoşlanmazken, bir yanım gayet memnundu. “Evde kalayım, kayısı reçeli yapayım, yazarlıktan daha sakin, belki de daha mutlu bir hayat olur, fena mı olur?” diyen bir yanım ortaya çıktı. O yanımla diğerlerini bütünlemekte zorluk çektim epey. O zaman isyan etti İçimden Sesler Korosu’ndan Sinik Entel Hanım.
Sizin kariyerinizdeki birçok kadın çocuk sahibi olmak isteyip olamıyor. Siz oldunuz. Birçok kadın da ikinci çocuğu isteyip onu göze alamıyor. Siz onu da göze aldınız. Bu ilkinde yaşanan sıkıntıların yarattığı bir özgürleşme, güven hali mi? Tabii her hayat farklı seyrediyor. Tek bir formül yok, tek bir yol yok ki. Her kadında başka türlü akıyor öncelikler, tesadüfler. Ama açıkçası ben en zor aşamanın ilk bebeği göze almak olduğunu düşünüyorum. O aşamayı geçince, hele hele postnatal depresyonu yaşayıp dibe vurunca, bana bir başkalık, bir rahatlık geldi. “Vay, beş tane daha çocuk bile yapabilirim ardından. Ya da belki bir de evlatlık edinmek.” O da çok güzel geliyor bana. Evlatlık edinen ve öz-üvey ayırımı yapmadan sevgilerini veren kadınlara ve erkeklere çok saygı duyuyorum.
Modern toplumlarda hamilelik, neredeyse bir hastalık olarak algılanmak üzere. Kadınlar izin alırken, çocuğun doğumundan sonra hayata karışırken birçok sıkıntıyla karşılaşıyor. Bu sıkıntıları nasıl yorumluyorsunuz? Kadınlar kadın olmakla varolmak arasına mı sıkıştırılıyor? Geleneksel aile yapılarının da çok sorunlu yanları var muhakkak ama hiç olmazsa bebek yetiştirme konusunda iyi bir sistem. Yengeler, anneanneler, kuzenler derken herkes beraber bakıyor bebeklere. Hurafelerle, cinler perilerle de olsa hayatın tekinsiz yanlarını konuşabiliyor insanlar. Modern yapıda böyle bir şey yok. Kadınlar tek başına her şeyi kotarmak zorunda. Anne, eş, kariyer kadını, şu bu derken roller ve talepler arasına sıkışıyoruz. Ve en kötüsü bunları konuşmakta zorlanıyoruz.
ESKİ KÖŞELERİM KALMADI
Siyah Süt’le gördük ki, “Sonunda başını unutmanız dileğiyle” deseniz de, birçok kadına kendini fark ettirecek bir durumu rahatça kaleme aldınız. İçinizdeki bu yeni yazarlık halini fark etmek size başka projeler için ilham verdi mi? Hakikaten beni o kadar çok duygulandıran tepkiler, mektuplar aldım ki Siyah Süt’ten sonra. Bu kitap sadece doğum-doğum sonrası üzerine değil. bence tüm çelişkileriyle beraber kadınlık ve insanlık hallerini anlatıyor. Bu katmanlar yakın geldi insanlara. Ben çok şey öğrendim bu süreçten. Değiştim. Eski köşelerim kalmadı, kendi içimde bir bahar temizliği yaptım galiba. Muhakkak ki bunların, bilhassa anneliğin kalemime yansıması vardır. Ama bunun takdirini ben yapamam. En iyi okurlar yapar bence. Onlar görebilir kalemimdeki değişimi.
Saten Şehvet Hanım, kadın yazarların cinselliği yeterince rahat ele alamadığından şikâyet ederken, bir kadın yazarın kadınlığın en mahrem hallerinden birini, loğusalığı, böyle tartışmaya açıvermesini nasıl yorumladı? Saten Şehvet Hanım kadınlıkla, bedenle daha barışık olmamı isteyen yanım. Ben hep bedenini cesurca, özgüvenle taşıyan kadınlara hayran olmuşumdur içten içe. O da öyle bir tip. Ne yazık ki ben öyle değilim. Ataerkil bir toplumda, bedeniyle değil de beyniyle var olmaya çalışan her kadının karşılaştığı engeller ve çelişkiler var. Çoğu da “dışarıdan” değil, kendi içimizden dayatılan kalıplar. Bunlar, yazıya dökülmesi çok kolay şeyler değil. Bir de tabii yazı dünyası, çok erkeksi bir dünya. “Kadınca meseleler” sanki o entelektüel dünyaya çok da yakışır konular değilmiş gibi algılanıyor. Böyle bir önyargı olduğunu düşünüyorum. Siyah Süt’te bunları aşmaya çalıştım. O yüzden Saten Şehvet Hanım memnun ama gene de ona kalsa çok daha dobra yazmalıyım cinsellik konusunda.
Menekşe ile Halil alışkın olmadığımız üzere bir sezonda başladı ve bitiyor. Ama böylece edebiyatçıların da popüler ve güzel işler çıkarabilir görmüş olduk. Bu size yeni bir senaryo yazma isteği verdi mi? Ben Menekşe ve Halil’de çok güzel bir ekiple çalışma fırsatı buldum. Başından sonuna keyifli bir çalışma oldu. Bizde açıkçası edebiyatçılar bazen biraz küçümser popüler kültürü, bilhassa dizileri. Kaç kez tanık oldum buna. Sanki biz yazarlar daha nezih, daha üst bir iş yapıyoruz da, televizyon işi daha aşağıdaymış gibi. Buna katılmıyorum. Edebiyatçıların sinemadan, sinemacıların da edebiyattan alacakları çok şey var bence. Sanat dalları arasında hiyerarşi olmaz. Ayrıca her popüler olan da kötü olacak diye bir şey yok. Ben “popüler kültür” kavramının illa da aşağı bir hal ya da cehaletmiş gibi kullanılmasından yana değilim. Yok böyle bir kalıp.
Sizin de mağduru olduğunuz TCK’nin 301. maddesinin gelecek hafta Meclis Adalet Komisyonu’nda görüşülerek değiştirilmesi gündemde. Bu gelişmeyi nasıl yorumluyorsunuz? Türkiye’de demokrasinin olgunlaşması sürecinin adımları olarak görüyorum bunları. Tüm farklılıklarımızla, zenginliklerimizle beraber yaşamayı öğreniyoruz. Hepimiz.
Aklınızda şekillenen projeler var mı? Bu aralar sinema ile ilgili bazı projeler var. Sinema beni heyecanlandırıyor. Tasavvuf hep önemliydi benim için ama açıkçası akıldan kalbe indi, tasavvuf eskisinden daha çok var artık hayatımda. Bir de yeni romanıma başladım. Bebekti, hamilelikti aralarda yazıyorum.
‘ŞEHRAZAT ZELDA BİR KARDEŞLE BÜYÜSÜN İSTEDİM’
Bu hamilelik planlı bir hamilelik miydi? Ve bu bebeğin de ismi kendisiyle beraber mi gelecek? Evet, ikincisi planlı bir hamilelik. Ama plan dediysem öyle uzun zamandır yapılan bir plan anlamında değil. O yüzden planlı değil de istenilen, arzulanan bir hamilelik diyelim isterseniz. Ben tek çocuk büyüdüm ve açıkçası çocukluğum çok yalnız geçti. İstedim ki bir kardeş olsun. Bu bebeğin ismi henüz gelmedi. Bazen Şems diyorum.
“İçimden Sesler Korosu”na yeni eklenen kadınlar oldu mu? Ya da mesela Hırs Nefs Hanım bu hamileliğe tepkili mi? Can Derviş Hanım yeni hali nasıl yorumluyor? Sinik Entel Hanım’la bu aralar aranız nasıl? Gene ilk hamilelikteki gibi gücenik mi? Anaç Sütlaç Hanım yine monarşi ilan etti mi? Yok yok bizimkiler kuzu gibi. Ara sıra endişeler, tartışmalar olsa da eskisi gibi değil. Siyah Süt’ü yazarken içime demokrasi geldi. Gördüm ki seneler boyu ön planda olan iki karakter varmış. Bilgiyi, kitapların dünyasını temsil eden Sinik Entel Hanım ile tasavvufu simgeleyen Can Derviş Hanım. Bu ikisi çok önemliydi. Siyah Süt’le beraber diğer seslerle de barıştım. Farklı sesler eşitlendi, bir arada yaşamayı öğrendi. Bu süreç beni çok değiştirdi. Belki de bu yüzden bu hamilelik ilkinden çok farklı. Ama sonuçta galiba her hamilelik farklı bir hamilelik. Kainatta tekrar yok.
Şehrazat Zelda Siyah Süt kitabını yazdırdı. Şimdi anne olmaya daha mı hazırsınız? Bu benim ilk otobiyografik kitabımdı. Kendini anlatmayı seven biri değilim. Edebiyat insanın kendini anlatmasının değil, başkasını anlamasının sanatı bence. O yüzden Siyah Süt’ü yazmak benim için hem yeni hem zordu. Bu kitapta hiç işime gelmeyen yanlarımı açtım, kendimle dalga geçtim. Komplekslerimi, hırslarımı, zaaflarımı masanın üzerine dizip bir bir deştim. Hakikaten canım yandı yazarken. Ama kitap bitince bir yara kurudu, depresyon da bitti. Hani kokulu rüya görünce gidip suya anlatırsın ya. Akan suya. Bu kitabı yazmak da öyleydi. Ben anlattım, su aldı götürdü. Bir de baktım ki ferahlamışım.
Taraf/AYÇA ÖRER
20.04.2008
|