Son yıllarda yazdıkları ile gündem oluşturan Elif Şafak ın Siyah Süt kitabı üzerinden kadınlar ve doğum sonrası depresyonu gözden geçireceğim bu yazımda. Ve içerisinde yazara sorduğum soruları da bulacaksınız.
Siyah mıydı sütü gerçekten? Kararır mıydı loğusanın sütü? O kapkara sütü nasıl emerdi o bebe? Sonra yavaş yavaş aklaşır, anasının ak sütü gibi helal mi olurdu yavruya? Yoksa anasının siyah sütü haram mı olurdu?
Lohusa kadın 40 gün hep sıkıntıdadır derler eskiler. Hep ötelere açık bir kapının önünde dururmuş… Öyle derler ben bilmiyorum.
Kadın olmak farklı âlemlerle irtibat halinde olmak, farklı hissetmek, farklı düşünmek ve farklı davranmayla eş anlamlıdır. Dünyada 3 milyar kadın varsa 3 milyar kadın davranış modeli vardır. Hatta gelmiş geçmiş tüm kadınlar bir birinden farklıdır. Biri diğerine benzemez. Erkeklerden farklıdırlar. Bu farklılık da tarih boyunca kadın erkek arasındaki sıkıntılara sebep olagelmiştir.
Kadını anlatan birçok kitap okumuşumdur. İlk hatırladığım kitap Cihan Aktaş ın “Sistem İçinde Kadın” dan bu yana kaç kitap okudum hatırlamıyorum bile. Ama sonuncusunu bayağı irdeledim.
“Siyah Süt” kitabını ilk elime aldığımda, doğum sonrasında ortaya çıkan ruhsal sorunları ele alan bir anı kitabı okuyacağımı düşündüm. Son yıllarda ülkemizin çağdaş edebiyatına damgasını vurmuş olan Elif Şafak kendi özelinde kadını anlatmış kitabında. Her ne kadar unutulmak için yazılmış bir kitap dese de çok uzun yıllar okunacak, hatırlanacak ve belki de bir başvuru kaynağı olacak... Yazar elbette bunun farkındaydı ama belki de romandaki karakterlerden Sinik Entel hanımın etkisiyle, belki biraz da tevazu olsun diye okunup unutulacak bir eser diyordu bu otobiyografik romanına: “Bu kitap okunup unutulmak için yazıldı. Suya yazı yazar gibi.” Ama bence her basılan ve okunan nüshasıyla taşa kazır gibi yazının kalıcılığı artıyor ve artacak.
Kendisiyle görüşmem işte bu ve buna benzer soruların birçoğuna cevap aramak içindi. Ama zaten kitabında kendisini o kadar iyi tasvir ediyordu ki cevapları önceden tahmin edebiliyordum.
-“Siyah Sütü” ilk elime aldığımda sadece doğum sonrası yaşanılan psikiyatrik rahatsızlıkların anlatıldığı bir kitapla karşılaşacağım sanmıştım. Oysa sistem içinde kadın olmak, bir kadın yazar olmak ve benzeri birçok şeyi bulduğum kitabınızı siz yazmaya başladığınızda neyi amaçlamıştınız? Amacına ulaştı mı kitap?
“Siyah Süt” sadece loğusalıkla ya da doğum sonrası depresyonla ilgili bir kitap değil. Bence çok daha temelde insanlık halleri üzerine, bilhassa kadınlık halleri üzerine yazılmış bir kitap bu. Her kadının içinde çelişen, çatışan farklı sesler var. Yaş ilerledikçe bunlar daha netlik kazanıyor belki de. Anne olmak, anaç ve evcimen olmak, öte yandan kariyer sahibi, hırslı ve azimli olmak... ya da zaman zaman her şeyi boş vermek, akışına bırakmak...Tüm bu seslerin kafa kafaya gelip isyan ettiği dönemler olabiliyor kadınların hayatında. Ben böyle bir dönemi anlatarak aslında insanın içindeki karmaşadan bir nebze olsun bahsetmek istedim.”
Elif Şafak içindeki farklı dürtüleri ve kişilik özelliklerini birer parmak kadın gibi tanımlamış ve onların zaman zaman isyan bayrağını çekerek davranışlarına hakim olup dışa yansıyan hallerini ve altında yatan durumları tasvir etmiş. Bunlardan kısaca bahsetmeden soracağım sorunun havada kalacağını kitabı okumayan birinin bunu kavramasının zor olduğunu düşünüyorum. Hepiniz kendinizden bir şeyler bulacaksınız romanda geçen aşağıdaki karakterlerde: Hırs Nefs Hanım, Pratik Akıl Hanım, Can Derviş Hanım, Saten Şehvet Hanım, Anaç Sütlaç Hanım, Sinik Entel Hanım insanın farklı yönlerinin beden giydirilmiş hali. İçinizdeki hırsa bir isim verecek olsanız buna Hırs Nefs hanım demezsinizde ne dersiniz? Ya da şehvet duyguları ile sizi esiri etmek isteyen, her gördüğünüz kişiyi cinsellik gözüyle göstermeye çalışan o içinizdeki küçük cadıya Saten Şehvet hanım demezsiniz de ne dersiniz? Elif Şafak tam da öyle yapmış.
-İçinizdeki sesleri değişik bir şekilde canlandırmışsınız? Bu bir yandan bana çoğul kişilik gibi bir şey geldi. Hiç sadece bir tek kişiliğin hayatınızın tüm renklerini etkilediği oldu mu? Yani her hareketinizi mesela Sinik Entel Hanım gibi, Saten Şehvet hanım gibi, Can Derviş gibi yaşadığınız oldu mu? Yoksa hepsi her an sizin içinizdeki var olan kişilik özellikleriniz olarak mı kaldı?
Her hareketimi tek bir sesin, tek bir kişiliğin etkilediği olmadı. Bu bana daha mutlak bir kapsayış gibi geldiğinden, belki de zaten arzulamıyorum bunu. Öte yandan ben insan denilen mahlûkun zaten çok sesli, çok başlı olduğuna inanıyorum. Tasavvuftan öğrendiğimiz temel noktalardan biri de bu yönde. İnsan kâinatın aynası. O büyük evrende olan biten ne varsa, hepsi mikro düzeyde bizim içimizde de mevcut.
-Bir yandan sinik entel yanınız sizi zorlarken diğer yandan sanki derviş yönünüzün hayatınızda çok baskın bir karakter olduğu izlenimi edindim kitaplarınızı okurken. Siz bu karakterlerden en çok hangisini seviyorsunuz? Hangisi keşke olmasa diyorsunuz? Olmayan bir yönünüz ve keşke olsa dediğiniz bir başka kişilik özelliğiniz olsun ister miydiniz?
Evet, benim hayatımda hep Sinik Entel Hanım ile Can Derviş Hanım baskın olageldi. Yani kitapları, entelektüel dünyayı, yazmayı, okumayı, düşünmeyi seven yanım. Ve bir de tasavvuftan beslenen, itikatları inançları olan, daha dingin barışçıl ve ruhaniyeti yüksek yanım. Bu ikisi her zaman uyumlu olamıyor. Mesela yazarlık “ben” gerektirir, nefs gerektirir. Tasavvuf ise nefsi silmeyi. Bu ikisi zıt birbirine. Yazmakta zorlandığım karakterlere gelince, elbette Hırs Nefs Hanım beni utandıran bir karakter. Çünkü safi nefs. Bencil, talepkar. Her insanda var nefs ve terbiyesi bir ömür sürüyor. Kolay bir şey değil. Çok çetin bir karakter. Onu dönüştürmeye çalışıyorum. Öte yandan Saten Şehvet Hanım da zorlayan bir karakter.
Elif Şafak kadın olmanın ağırlığını ve kadın olarak bir şey üretmenin zorluğunu kadın yazarlardan örneklerle anlatmış. Halide Edip Adıvar ı Sevgi Soysal ı, Sylvia Platt ı, Ayn Rand ı getirmiş karşımıza ve böylece kadınlık dünyasından kadın olmanın zorluklarından ve belki de yaşadığı sıkıntılardan bahsetmiş.
Hakikaten bakıldığında kadın olmak, üretmek ve her alanda koşturmak oldukça zordu. Hele kadınlığın en temel dinamiklerinden olan annelik dürtüsü için. Annelikten bile geçmek gerekiyordu bazen ve tartışılırdı. Adalet Ağaoğlu ile olan bir anlık görüşmesinde çocuk doğurmak mı kitap doğurmak mı? Yoksa biraz daha zorlayıp hem kitap hem çocuk doğurmak mı? Sorusunun cevabını verivermiş oldu. Hem kariyer yapmak, hem çocuk yapmak aslında kadının ateşle imtihanı gibi bir şey. Zor da olsa hem anne olmak, hem de yazar olmak bana göre de doğru yoldu. Tebrik ediyorum.
Kitapta Elif Şafak ın yaşam döngüsünü okurken Hırs Nefs Hanımın saltanatı bir anda Anaç Sütlaç Hanımın ihtilal yapmasıyla yıkılıyor. Aniden evleniyor, bir de bakmışsınız hamile ve çocuk doğuruyor. İşte tam da burada işin zor bölümü başlıyor.
-Evlilik sürecinizi öylesini hızlı geçtiniz ki kitapta o süreç yukarıdaki kişiliklerden hangisi ile özdeşti sizce?
Doğru, haklısınız. Kitapta o evreyi kısa anlattım. Ve bu yüzden sitem eden okurlar oldu. Ama gerçek hayatta da evlenmeye karar verme süreci o kadar hızlı gelişti ki. Galiba insan içinde biriktiriyor, biriktiriyor. Sonra bir an geliyor açılıyor kapak ve tek bir hadise yetiyor daha büyük değişimlere yol açmaya. Bende böyle oldu. Uzun zaman “evlenmem, evlenmem” diye kararlar aldım kendi kendime. Evlilik, çoluk çocuk bana göre işler değil diye düşündüm. Halbuki bir yanım bunları gizliden gizliye istermiş meğer, biriktirirmiş içinde.
-İkinci çocuk yola girdi geliyor. Bu geliş önceki ruhsal çalkantıları bir anneye tekrar yaşatır mı? Siz ne bekliyorsunuz?
Bu işler önceden hesaplanabilir planlanabilir şeyler değil. Ben ilk hamilelikte böyle bir depresyon yaşayacağımı tahmin etmezdim. O yüzden büyük konuşmamayı yeğlerim. Ama açıkçası galiba her hamilelik farklı bir hamilelik. Nasıl ki her can farklı bir can, her an farklı bir an. Bu ikinci hamilelik sürecini çok daha kolay, su gibi yaşıyorum. Ama biliyorum ki şu anki rahatlığımı daha evvelki sıkıntılarıma borçluyum. O sayede kıymetini daha iyi bilir oldum insanın iç huzurunun.
-Bir röportajınızda 5 çocuk yaparım demişsiniz. Bu Başbakanımızın 3 çocuk söylemine nazire midir?
5 çocuk yaparım demedim tam olarak. Şunu söylemek istedim. Siyah Süt ü yazdıktan sonra, postnatal depresyonu atlattıktan ve anneliği severek yaşamaya başladıktan sonra çok büyük değişiklikler oldu bende. Dibe vurup çıkmış gibi hissediyorum belki de kendimi. Ama dip kısmı çok çetin geçti. Hakikaten parçalanarak. Öyle sert çarpınca, tepetaklak olunca, bir sonraki aşamada korkularınız evhamlarınızla, kompleksleriniz zaaflarınızla baş etme konusunda uzunca bir yol kat etmiş oluyorsunuz galiba.
-3. Çocuk ne zamana planlanıyor?
Plan yapmıyorum. Hayatın akışına, nabzına daha uyumluyum, hepsi bu. Ama şu da var. Öz-üvey ayırımı yapmadan evlat edinen çiftlere de çok saygı duyuyorum ben. Herkes çocuk doğuracak diye bir şey yok. Niye olsun? Evlat edinen, üstelik bunu tek başına yapan yakın kadın arkadaşlarım var mesela. “Ben seni kalbimden doğurdum” diyorlar çocuklarına. Hatta bir arkadaşım Siyah Süt ü okuduktan sonra, “ben biyolojik olarak anne olmadım ama evlat edinme suretiyle oldum ve inanır mısın aşama aşama aynı şeyleri yaşadım. Aynı loğusalık bunalımlarından geçtim” dedi. Bunlar bana çok ilginç geliyor. İnsanlar nasıl çeşit çeşit ise yollar da öyle çeşitli. Ben onların yolunu da gayet kıymetli buluyorum.
İşte tüm bu süreçte doğum sancıları ile hayatının başka bir doğumunu da yaşadı: Doğan depresyonunu öyle güzel büyüttü ki süreçte, ortaya çıkan yeti yitiminin sıralaması bile içindeki kişilik özelliklerinin yansımalarının birer birer hapsedilmesi ile sanatını konuşturdu Elif Şafak. Depresyonu eskilerin tabiri ile kadının al basması ya da kötü cinlerin etkisine girmesi olarak tanımladı ve bunu da kendi kişilik özelliklerini yaptığı gibi müşahhas hale getirdi, Lord Poton adını verdi o kötü cine ve içindeki tüm dürtüleri birer birer hapsetti. Lord Poton a önce Hırs Nefs Hanım yakalandı, içindeki tüm istekler arzular köreliverdi. Canı hiçbir şey yapmak istemedi artık. Pratik Akıl Hanım da yakalanıverince artık işleri çabucak yapıp bitirememeye başladı. En ufak bir iş gözünde büyüdü büyüdü. Kaçmak gerekirdi artık. Can Derviş Hanım onun tasavvuftan beslenen yönüydü. O da esir olduğunda Lord Poton a, artık yaşamayı bile anlamsız buldu, dua etmek gibi en büyük güç kaynağı olan o hali bile unutuverdi birden bire. Saten Şehvet Hanım sa ayrı bir esaret yaşadı. Kadının kadınsı duyguları cinselliğini temsil eden yönü de gitti bitti bir süre. Hele doğurduğu yavrusunu bile gözü göremeyecek hale gelmek var ya, bu da Anaç Sütlaç Hanım yanının esareti ile gerçekleşti. Belki de geçmişte var oluş nedeni ve hayatının en önemli dinamiği olan entelektüel yönünü temsil eden Sinik Entel Hanım da yakalanınca ve hapsedilince artık iş tamamen bitmiş oldu. Tam dibe vurmuştu. Hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı. Bu durumda, artık hayatının itici güçlerinin tamamı gitmiş olan bir insan için ölsem de kurtulsam düşünceleri bir çare gibi görünmeye başladı.
Doğum sonrasında her kadın az ya da çok duygusal çalkalanmalar yaşar. Bunun birçok nedeni vardır elbet. 9 ay boyunca meydana gelen fizyolojik ve hormonal değişimlerin, çocuğun doğması ile birden bire eski hallerine dönememesi ve geçiş sürecinin sıkıntılı olması ile alakalı bir durumdur. Bir de oluşan yeni duruma uyum zorlukları yaşanır elbette. Yeni doğan bir bebek mışıl mışıl uyuyan değil zırıl zırıl ağlayan bütün uyku düzeninizi berbat eden bir canlıdır. Bu halde ciddi bir geçiş dönemi yaşanır. İşte bu geçişin şiddetine göre duygusal çöküntüler ortaya çıkabilir. Sizin içinizde yaşayan kişilik özelliklerinizin serbestîlerinin kısıtlanması oranında duygusal çalkalanmalar yaşarsınız. Yani Elif Şafak ın deyimiyle Lord Potonun sizi ne kadar etkisi altına aldığı ile alakalı bir durumdur bu.
Doğum sonrası ortaya çıkan ruhsal sorunları üzerinden tanımlamak için Lord Poton a bakalım biraz da:
Poton kimdir? Onu nasıl tanırız?
Lord Poton her zaman böyle kül renginde, duman gibi ince ince tüten, uzun boylu bir cin şeklinde görünmez insana. Daha bilimsel tanımları da mevcut literatürde. Genel hatlarıyla, kadınların doğum sonrası yakalandıkları ruhsal sorunları üç kategoride toplayabiliriz.
1. Baby Blues (Poton un yeğeni)
Baby Blues olarak adlandırılan ve doğum sonrası baş gösteren düşük şiddetli duygusal dengesizlik, aslında o kadar sık rastlanan bir şikâyet ki, literatürde tam olarak “sorun” sayılmıyor hile. Daha ziyade, doğumdan birkaç gün sonra başlayan bir “hasssasiyet” olarak tanımlanıyor.
Genellikle doğumu takip eden üçüncü günden sonra ortaya çıkıyor, Bir süre sonra da kendiliğinden kayboluyor. Bu zaman zarfında annenin durup durup ağlaması, son derece alıngan ya da kızgın veya huzursuz olması, korkulara evhamlara kapılması, etrafındakilerle yerli yersiz tartışması, Baby Blues ın sık sık gözlemlenen belirtileri arasında.
2. Postnatal depresyon (şu bizim Poton)
Loğusaya dadanan cinlerin lordu. Her on yeni anneden birine musallat oluyor. Genellikle bebeğin doğumundan sonraki ilk 4-6 hafta arasında ortaya çıkıyor. Duruma göre, daha geç teşrif ettiği de oluyor. Ne zaman kaybolacağına kendisi karar veriyor. Uzun süreli bir tıbbi tedavi gerektirmemekle beraber, uğraştırıp bezdiriyor.
3. Postnatal Psychosis (Poton un büyük amcası)
Kadınların doğum sonrası yakalandıkları depresyon türleri arasında şüphesiz en tehlikeli olan. Katmanlı, keskin bir bunalım halinde tezahür ediyor. Şiddet içerikli krizlere, intihara kadar varabiliyor. Lord Poton un büyük amcasına yakayı kaptıran kadınlar kendilerine, çocuklarına, çevrelerine zarar verebiliyor. Her bin anneden birinde ortaya çıkıyor. Uzun süreli, ciddi bir tedavi gerektiriyor.
Lord Poton un belirtileri nelerdir?
Lord Poton un geleceğine yakın ortaya çıkan belirtileri özetlemek kolay değil, çünkü bunlar kişiden kişiye değişkenlik gösterebiliyor. Bir kadında bu şikâyetlerin hepsi ya da çoğu görülebilirken, bir başkasında çok azı saptanabiliyor. Gene de sıklıkla gözlemlenen birtakım belirtiler var. Örneğin hiçbir şeyden doğru dürüst zevk almamak. Ne kendinle ne bebeğinle tam olarak ilgilenebilmek hayli yaygın bir şikâyet. Keza günün büyük bölümünü sıfırın altında seyreden enerji rezerviyle tamamlamak. Bilhassa sabah uyandığında, günün ilk saatlerinde enerjinin dibe vurması da sık sık dile getirilen belirtilerden.
Bunun gibi:
• Sürekli keyifsizlik
• Enerji eksikliği -takatsizlik
• Devamlı ağlamaklı halde dolaşmak
• Alınganlık-aşırı hassasiyet
• Suçluluk duygusu
• Yetersizlik duygusu
• Kendini bir işe tam olarak verememek, zihin dağınıklığı
• Unutkanlık
• Sürekli geçmiş olayları düşünmek
• En ufak meseleden tartışma konusu çıkarmak
• Asabiyet
• Bebeğe ya da kendime zarar veririm korkusu-evham
• Uyku düzeninde aksaklıklar (çok fazla uyumak ya da tam tersine pek uyuyamamak)
• İştahsızlık (ya da tam tersine aşın miktarlarda yeme eğilimi)
• Cinsel isteksizlik-cinsel soğukluk
• Asosyallik (eve kapanmak, insanlardan, hatta en yakın dostlardan kaçmak)
• Üstüne başına dikkat etmemek
• Etrafa karşı ilgisizleşmek
• Dünyada olan bitene karşı duyarsızlaşmak
Peki Poton a ne sebep olur?
Her şey. Ve hiçbir şey. Elbette hamilelik sürecinde ya da öncesinde yaşananların etkisi büyük doğum sonrası bunalımlarda. Eğer kadın zorlu bir hamilelik süreci geçirmişse postnatal depresyona yakalanma riski artıyor. Bununla beraber öyle dinamikler var ki bir kadını zerre kadar etkilemezken bir başkasını temelden sarsabiliyor. Biri için hiçbir şey ifade etmezken diğerinde ciddi hasar bırakabiliyor.
Postnatal depresyona sadece “mutsuz” burjuva kadınların yakalandığı bir durumudur sizce?
Postnatal depresyona sadece “mutsuz” burjuva kadınların yakalandığını sanmak büyük bir hata olur, Sınıf, statü, din ya da “kentli-köylü”, eğitimli-eğitimsiz”, Batılı-Doğulu”, “yeni anne-tecrübeli anne” ayırımı yapmaksızın tüm dünyada kadınları etkiliyor. Hali vakti yerinde birinde de çıkabiliyor, maddi zorluk çekende de. Bazı kadınların ilk loğusalık deneyimleri gayet kolay geçiyor da, sonrakilerde hortlayıveriyor Poton. Ya da tam tersi. Varsa bir esas sebep, vakaların çoğunda bunun ne olduğu tam olarak bilinmemekte. Unutmayalım ki bu rahatsızlık evlilikleri son derece iyi giden, hallerinden gayet memnun kadınların da başına gelebilir.
Dolayısıyla, herkes için geçerli olabilecek bir formül yok. Bununla birlikte pek çok tıbbi broşürde postnatal depresyonun olası sebepleri madde madde şöyle sıralanmış.
• Geçmişte yaşanan ruhsal bunalımlar ya da kişinin mizaç itibarıyla bunalıma ya da anksiyeteye yatkın olması
• Hamilelik boyunca yaşanan ruhsal sorunlar
• Hamilelik boyunca yaşanan fiziksel sorunlar
• Evlilikte yaşanan sorunlar
• Sosyal çevreyle yaşanan sorunlar
• Yakın akrabalarla uyumsuzluk (bebeğe nasıl bakılacağı konusunda kaynana ya da anneyle çatışmalar)
• Birdenbire çevre değiştirmek
• Aniden iş ortamından çekilmek
• Maddi sorunlar
• Sağlık sorunları
Elimde broşürler tüm bu sebeplerin üzerinden geçerek kendi durumumu tahlil etmeye çalışıyorum. Uzun uzun düşündükten sonra sadece ilk maddeye bir çentik atıyorum. İlk maddeden sınıfta kalmış olabilirim. Ama bunun ötesinde tek bir somut sebep dahi bulamıyorum Lord Poton un benim karşıma dikilmesi için.
Peki ya erkekler? Ne oluyor bu süreçte.
Lord Poton her ne kadar yeni anne olan kadınlara dadanmayı adet haline getirmişse de, yeni baba olanları ziyaret etmediğini sanmak gaflet olur. Uzundur Poton un elleri, kocalara da dokunur. Üstelik erkeklerde sanıldığından daha şiddetli olabilir postnatal depresyonun etkileri. Bilhassa bizimki gibi erkeklere duygusallığın yakıştırılmadığı, daima “güçlü aile babası” rolünün dayatıldığı toplumlarda.
Eşini gece gündüz evin içinde perperişan halde görmek, onun bitmeyen bunalımları karşısında çaresiz kalmak, birdenbire kaynanayla ya da bakıcılarla aynı evde yaşamaya başlamak, tam olarak dahil olamadığın bir kadınca dünyanın tek kişilik seyircisi olmak... erkek için de asap bozucu bir tecrübe olabilir. Bebek ağlar, annesi ağlar, bebek ağlar, annesi ağlar... Taze baba kaçacak delik arar.
Şüphesiz babalar da yaşıyor postnatal depresyonu.
Ama bu bambaşka bir kitabın konusu.
-“Siyah Süt”te sizi en çok hangi bölümü yazmak zorladı?
Bebeğin doğumundan sonra yaşadığım depresyonu anlatırken ilk başlarda çok zorlandım. Öyle bölümler var ki o kitapta zırıl zırıl ağlayarak yazıldı. İşin ilginç yanı o bölümleri okurken tüyleri diken diken olan kadın okurlar var. Sanki hissetmiş gibi benim nerede daha çok sarsıldığımı onlar da okurken aynı bölümlerde sarsılarak okuyorlar. Edebiyat ve sanat inanılmaz bir empati zemini.
İşte Elif Şafak yaşadığı depresyonu böyle yazdı Siyah Sütte. “Bu kitap okunup unutulmak için yazıldı. Suya yazı yazar gibi.” dediyse de bence bu kitap okunmak, sonra tekrar okunmak için yazılmış. Tüm kadınların kendilerini tanımaları için ve tüm erkeklerin kadınları tanıması için okumaları gereken bir başvuru kaynağı.
Teşekkürler Elif Şafak.
Röportaj: Dr Mustafa Güveli
Popüler Pskiyatri, Mayıs-Haziran 2008, Sayı: 43
|