Çokdilli yazar Elif Şafak, Time Out İstanbul kahramanlarından biri olarak kendi İstanbul unu ve yazın öyküsünü anlatıyor
Son 40 yılda edebiyat dünyasında gerçekleşen en önemli olay neydi sizce? Edebiyat sadece belli insanların ulaştığı ‘elit’ bir alan olmaktan hızla çıktı. Herkesin anlatacak bir hikayesi, herkesin içinde yazılmayı bekleyen bir kitap var. Bu ortam hem müthiş bir dinamizm kattı kitap ve edebiyat dünyasına, hem de edebiyatçıların işini zorlaştırdı.
İstanbul kahramanlarımızdan birisiniz. Sizin kahramanlarınız kimler? Ben roman yazarken kahraman yaratmamaya özen gösteririm. Onun yerine hatası, eksiği, yarası, kompleksleri olan çelişkili karakterleri anlatmayı seviyorum. Gerçek hayatta da öyle. Sıradan görünen insanın içindeki kahraman ve kahraman görünen insanın içindeki sıradan yanı merak ediyorum.
Kitaplarınızda hepimizin bildiği İstanbul sokakları var. Bu İstanbul sokakları, semtleri, mekânları kişisel tarihinizde önemli yerler mi yoksa gözlemlerinizden yola mı çıktınız? Şehirde dolaşırken içinize mi dönersiniz, malzeme mi toplarsınız? İstanbulu İstanbul yapan sokakları. Ben bu şehre çok aşığım. Romanlarımda anlattığım sokaklar ve insanlar gözlemlerimden ve hayal gücümden besleniyor. Evinde oturup odaya kapanarak yazan biri değilim. Romanlarımın çoğu kafelerde, havaalanlarında, kütüphanelerde, vapurlarda, bir yerden bir yere giderken yazıldı. Yaşayarak yazıyorum.
“Pinhan’ı yazarken durup durup beynimi tırtıklayan bir endişe, romandaki damar damar tasavvuf alt okumalarının kimleri nasıl ve ne kadar rahatsız edeceğiydi.” diyorsunuz. Belli bir şöhret ve beraberinde yerli yersiz yorumlara maruz kala kala, yazarken bir de “başkaları”nın gözü yerleşiyor mu insanın zihnine? O bakışları nasıl kovalıyorsunuz? Her yazar okunmak ister, yazdıklarının beğenilmesini ister. Aksini söyleyenlere pek inanmıyorum. Ancak beğenilme kaygısı kitap çıktıktan sonra meşru bir kaygı. Eğer yazarken “eyvah bunu böyle yazsam severler mi” dersek hikayenin samimiyeti zedelenir. Bu benim için önemli bir kriter. Yazarken ben de zaman zaman bu tür kaygılar duyuyorum. Ama kendimi hikayenin akışına, karakterlerime teslim ediyorum. Onlar kukla değil, canlı.
Romanlarınızda “yeme” ve fiziksel tezahürleri görülüyor. Yemekle ve fiziğinizle ilişkiniz nasıl? Yemek mahrem bir eylem midir? Öyleyse neden kendini hemen insanın görünüşünde umuma açık eder? Bir kadın yazar olarak yemek benim için çok önemli bir tema. Hem kadınların kendi bedenleriyle kurdukları ve kuramadıkları ilişkiyi anlamak açısından önemli. Hem de mutfak ve yemek kültürü üzerinden bir toplumu okumak,anlamak açısından. Mutfak ve yemek kültürü üzerine devamlı malzeme toplarım.
Kitapların fazla tanıtımının yapılması neden ayıp karşılanıyor? Son olarak Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi’ni tanıttığı için topa tutuldu. Çok röportaj vermek kitabını anlatmak bir yazara kalitesinden mi kaybettirir? Bir kitap piyasaya çıktığında yazarın o konuda söyleşiler vermesini ben gayet normal buluyorum. Elbette yazar emeğinden bahsedecek, yazma sürecini anlatacaktır. Ama son tahlilde söyleşiler geçici ve daha yüzeysel. Aslolan kitap. Romanlar çok katmanlı, çok kapılı. Kitabın okurla olan ilişkisi, kitap kalıcı.
İstanbul’la ilişkiniz nasıl? Sizin için nedir, nasıldır? Dünyada enerji ve hikayeler üretmek açısındna merkez olan şehirler var. İstanbul bunlardan biri. İstanbul ile Barcelona, New York, Londra, Kahire gibi şehirler arasından ruhdaşlık var. Bu tür şehirlerde en temel ayırım doğma büyüme buralı olmak ile “sonradan gelmek-dışarlıklı” olmak arasında. Ben deBu şehre sonradan gelenlerdenim. Ona hasret kalmak nasıl bir şey biliyorum. Yurtdışındayken çok özlüyorum.
Annelikle beyinken bedene dönüştünüz. Zamansızlık gibi pratik sorunların yanı sıra zihninizi fazlasıyla dünyevi meselelere yormak zorundasınız mutlaka... İkisi de farklı açılardan çok fazla şey isteyen bu iki hali nasıl götürüyorsunuz bir arada? Siyah Süt’teki ikilemi nasıl aşıyorsunuz? Annelik ile yazarlık arasında yüzde yüz uyumlu bir ilişki yakalanabileceğini sanmıyorum. Çonkü hamurları farklı. Annelik vermek üzerine kurulu, özellikle çocuklar küçükken. Yazarlık ise bencil bir uğraş, yazıyı ve ben’i öne çıkaran. İkisi çelişiyor. Kaıdn yazarlar erkek yazarların yaşamadıkları bir çelişkiyle yaşamak ve yazmak durumundalar. Sürekli bir suçluluk duygusua taşıyorsunuz. Yazıya zaman ayırdığınızda çocukları, çocuklara zaman ayırdığınızda yazıyı ıhmal ettiğinizi düşünerek. Bu çelişkilerle yazmak insanı zenginleştiriyor bir yandan.
“Anne olunca anlarsın.” doğru bir tabir miymiş? Yoksa tam tersi, pek çok kadın gibi kendi annenizde eleştirdiğiniz pek çok özelliği kendinizde mi görmeye başladınız? Elbette annemden eleştirdiğim özellikleri kendimde görğyorum. Ya da yapmam zannedttiğim hataları yapıyorum. Ama bence anne olunca çocuklaırmızın öğrencisi oluyoruz. Onlar öğretiyor bize annelği. Hatalar yapa yapa öğreniyorumç
Evlenmeden önceki göçebe hayatınızı, başınızı alıp gidebilmenin özgürlüğünü özlediğiniz; içip dağıtmak istediğiniz oluyor mu? Aile sahibi olmak ekstrem zevklerin, eski eğlencelerinizin önünde bir engel değil mi? Otuz beş yaşıma kadar elde bavul ülke ğlke dolaşarak yaşadım ve bu yaşam tarzını hem çok sevdim hem de bundan beslendim. Anneliğin beni en çok zorlayan kısmı belki de yerleşikliği oldu. Elbette özlediğim oluyor hipi dönemlerimi. Ama şimdi de yarı yerleik yarı göçebe bir sentez çıkacak belki de. Ben sentezleri seviyorum.
Bundan sonra ne yazacağınızı biliyor musunuz? Aklınızda yazılmak için kımıldanan bir hikaye var mı? Evet şu anda tasavvuf ağırlıklı bşr hikaye var aklımda. Ben yaklaşık onaltı senedir tasavvufla ilgileniyorum, bu ilgi romanlarıma hep yansıdı. Ama son bir senedir entellektüel bir ilgi olmaktan çıktı, Akıldan kalbe indi.
Kitaplarınız kendi kendilerini mi yazdırırlar yoksa planlı, disiplinli bir yazar mısınız? Başlarken neyi yazacağınız belli midir? Başlarken ne yazacağımı bilmem, bilmek de istemem. İsterim ki hşkaye yazıldıkça gelişsin, kendi kendini yoğursun, kahramanlar şekillendşkçe anlatırlar bana ne yöne gşitmek şstediklerini. Romanlarım yazarken beni de şaşırtır. Bu yazım tarzını seviyorum. Bir hisle yola çıkıyorum, sezgilerimle. Romancılık benim için sadece akıl işi değil ki aşk işi. Aşkı önceden tartmak mümkün mü:
Ne okuyorsunuz? Defalarca okuduğunuz kitaplar var mı? Ben obur bir okurum. İlgimi çeken her şeyi okurum. Dünya edebiyatının klasiklerinden popüler kaıdn dergilerine kadar. Popüler kültürü küçümsemem, ondan da çok beslenirim.
“Biz Oğuz Atay ın çocukları 4 gen aldık ondan yazdıklarımıza: Hüzün geni, ironi geni, mizah geni ve intihar geni.” Demişsiniz. Hüznün yokluğunda yazabilir misiniz? Ölümle ilgili düşünceleriniz neler? Hüznün yokluğunda yazamam. Ama hüzün benim için illa da kasvetli bir şey değil. Ben hüzün ile mizah arasındaki diyalektiği seviuyorum. Komşk olan şeylein acıklı yanını, acıklı olan şeylerin komik yanını deşmeyi seviyorum. Keza hayat ile ölüm arasındaki diyalektik de ilgilendiriyor. Bunları mutlak aşamalar gibi algılamak yerine arasındaki dönüşüme bakıyorum.
Türkçe’yi özel ve özgün kullanmanıza rağmen “Baba ve Piç”i İngilizce yazdınız. Washington Post’ta İngilizce kullanımızdaki hatalara ilişkin eleştiriler yer aldı. Neden böyle bir tercih yaptınız ve yazarken bu güçlükleri siz de hissettiniz mi? Araf adlı kitabımı da İngilizce yazdım Baba ve Piçi de ve gene İngilizce yazmak istiyorum. Bir başka dilde kendini fade etmek bir yazar açısından zor, riskli ama bir o kadar zenginleştirici bir adım. Her dilin kendine ait ritmi ve labirentleri var. Ve insan birden fazla dilde yazıp düşündüğünde diller ve kültürler arasında yolculuklara çıkıyor. Ana dilini de daha iyi duymaya başlıyor.
Eski Türkçe okul kitaplarımızdan, hayatımızdan, hafızamızdan silinirken onun güzelliğini ortaya çıkardınız. Dil artık sizin için yumuşak bir malzeme mi yoksa onunla boğuşmaya devam ediyor musunuz? Dil benim için daimi bir tutku. Kelimelere hayranım, aşığım, harflerin yerini değiştirerek sonsuz anlamlar elde etmek bana büyü gibi geliyor. Mucize gibi. Yazar dili kullanmaz, dil yazarı şekillendirir, alır uçurur. Dile olan ilgim de tutkum da baki.
Hafızasızlık İstanbul’un da acı bir zaafı. Hafızası silinen bir şehir bununla nasıl başa çıkabilir? İstanbul muazzam bir tarihe sahip. Ne kadar çok ve ne muhteşem insan hikayeleri dolu. Tarihi merak etmek illa da büyük olayları değil, tarih buyunca yaşamış sıradan insanları, küşük gibi görünen hikayeleri merak etmek demek aynı zamanda. Hafıza silinince hikayeler de siliniyorç bu yüzden biz yazarlar ister istemez eskici gibiyiz. Eskiler alıyoruz, hikayeler topluyoruz, kaybolmasınlar dşye. bu malzemeyi hayal gücümüzle Yoğuruyoruz.
Bundan 40 yıl sonra İstanbul’u ve dünyanın nasıl olacağını tahayyül ediyorsunuz? Her an, her saat, her gün içinde sonuz imkanlar ve açılımlar taşıyor. İstanbul aynı zamanda son derece hızlı değişen değişebilen bir şehir. Bence her şehir böyle değil. İstanbulun muazzam bir kendini yenileme gücü var. İstanbulun dünyaya daha açık, dünya da İstanbulun önemini ve güzellğini daha iyi kavramış olacak önümüzdeki senelerde.
Hayatınızın en anlamlı anı neydi? Tek bir an yok ki. Pek çok an var. Hepsi de farklı farklı sebeplerden ötürü anlamlı olan, bende iz bırakan...
Hedefiniz nedir? Umudunuz nedir? Benim işim hikaye anlatmak, hikayeler kurmak. Bireysel düzlemde kendi hayal gücümün kurumamasını arzu ediyorum. Kolektifdüzlemde ise dünyadaki kolektif hayal gücü havuzuna her kitapla su akıtmaya devam etmek istiyorum. Bu havuz hepimizi besliyor, yazı da tasavvuf gibi arayıştan besleniyor bence. Kendi sınırlarını aşma arzusu.
Hanzade Ünal, Özlem Alkan K.
Ekim 2008
Time out istanbul
|