Son kitabı Siyah Süt’te anneliğinin ilk dönemlerinde yaşadığı zorlukları okuyucuyla paylaşan Elif Şafak, yazarlık, evlilik, annelik ve tasavvufla ilgili görüşlerini Semerkand Aile’ye anlattı.
Elif Şafak, son yıllarda adından sıkça söz edilen genç ve başarılı bir yazar. İlk bakışta hüzünlü bakışları ve mesafeli duruşu ile dikkat çekiyor, fakat birkaç dakika sonra zarif, içten ve nazik bir hanımefendi ile sohbette buluyorsunuz kendinizi. İlk romanı “Pinhan” ile 1998 yılı Mevlana Büyük Ödülünü, 2000 yılında “Mahrem” ile Türkiye Yazarlar Birliği Ödülünü kazanan Şafak, romancılığında bilgi ile duyguyu iç içe geçirdiğini, anlatacağı konuları oturup araştırdığını ve ders çalışır gibi kitap okuduğunu belirtiyor. Romanları ve köşe yazılarıyla okuyucularının büyük beğenisini kazanan yazar, şimdilerde anneliğiyle de gündemde. Zira son kitabı “Siyah Süt”te anneliğinin ilk döneminde yaşadığı zorlukları okuyucusuyla cesurca paylaşmış. Biz de yazarlığından, anneliğinden ve tasavvuf anlayışından bahsettiğimiz hoş bir söyleşi gerçekleştirdik kendisiyle. Merak edenler, buyursunlar…
Son çıkan kitabınız Siyah Süt’te kendinizi samimiyetle açmışınız okurlarınıza. Bu kadar deşifre olmak sizi rahatsız etmiyor mu?
Ben Siyah Süt’ü yazarken kendimi yerden yere vurdum. Hiç işime gelmeyen yanlarımı ifşa ettim, bunlarla dalga geçtim. Çok canım yandı yazarken. Ama ortaya samimi, hakiki bir kitap çıktı. Ketum bir insanım. Kendimden bahsetmeyi sevmem. Zaten bu ilk otobiyografik kitabım. Ama şunu da konuşabilmek istedim. Ekseriya fazlasıyla romantikleştirilmiş ve idealleştirilmiş bir “annelik” kavramıyla konuşuyoruz. Burada iki hakim söylem var. Bir yandan anneliği mutlak ve kutsal olarak ele alan ve bir kadının temel vazifesi addeden geleneksel söylem. Bir yandan da “kariyer de yaparım çocuğa da bakarım” diyen süper dişi imajını pompalayan kadın dergileri söylemi. Her ikisi de anneliğin hakikatlerini konuşmaktan uzak.
Roman yazarken ilk adımdan son sayfaya kadar yazma süreci nasıl işliyor? Romanlarınızı nasıl kurguluyorsunuz?
Ben kurgudan çok sezgiyle yazdığıma inanıyorum. Ama şu da var: Şimdiye değin sekiz kitabım yayınlandı. Hepsini yan yana dizip baktığımda görüyorum ki her biri çok farklı kitaplar. Farklılar çünkü ben farklı bir insandım her dönemeçte. Ve her kitapta biraz daha değiştim, dönüştüm. Hamdım, piştim. Bilhassa yeni kitabım Siyah Süt tam anlamıyla bir yenilenme demek. Üslup ve tema itibarıyla kendini tekrar eden bir yazar olduğumu sanmıyorum. Değişime açığım. İnanıyorum ki su gibi olmalı edebiyat. Su gibi akışkan...
Hepimizin elinin altında bir adet Osmanlıca sözlük olmalı
Romanlarınızda Osmanlıca, Farsça kelimeler, deyimler kullanıyorsunuz. Bu sizin Osmanlıcaya ya da Osmanlıya duyduğunuz hayranlıktan mı kaynaklanıyor?
Mesele sadece Osmanlıca değil ki. Dil benim için bir sevda. Mucizevi addediyorum harflerin yerini değiştirerek sonsuz anlamlar elde etmek sanatını. Türkçe gerek yapısı gerekse çifte geçmiş zamana sahip olması sebebiyle muazzam zengin ve zevkli bir dil. Tek sorun Türkçe kelime hazinemizin bu kadar sekteye uğramış olması. Ben hepimizin elinin altında bir adet Osmanlıca sözlük olması gerektiğine inanıyorum. Okurlar da yazarlar da dil konusunda tembel olmamalı. Türkçeye bir gönül borcumuz var. Bu dili iyi konuşmak ve iyi yazmakla yükümlüyüz.
Okurlarınızı cinli perili masal diyarlarına taşıyorsunuz. Aslında biraz da büyükler için masallar yazıyorsunuz denebilir mi?
Ben bunlara masal gözüyle bakmıyorum. Cinler de, batıl inançlar da, o “sürreal” denilen katman da bu hayatın içinde zaten mevcut. Ben hayatı bunlardan uzak algılamıyorum. Kadınların inançlarını aktarmayı, anlatmayı seviyorum.
Bir yazınızda köşesine çekilmiş kitaplarınızı okuyan “yalnız okur”dan bahsetmişsiniz. O nasıl biridir?
Romancılık son derece yalnız bir uğraş. Roman okuru da okurların en yalnızıdır, der Walter Benjamin. Öyledir. Roman okuru, hakiki roman okuru, sevdiği kitabı alır eline, çekilir köşesine, kendi içine uzanır, başka bir boyuta gider. Aslolan kitaptır. O samimi okurluğu çok önemsiyorum.
Eşimle birbirimizin talebesiyiz
Evliliğinizden bahseder misiniz? Sizce nasıl bir eşsiniz?
Yemek yapamam. Beceremem. Ama güzel sofra kurarım. Estetiğe önem veririm. Sevgisini göstermeyen insanlardan değilim. Sevgimi hep belli ederim. Beraber alışveriş yapar, kitap okur, her konuda birbirimizin fikrini alır, uzun uzun tartışırız. Aslında mizaç olarak çok farklı insanlarız.
Aranızda çatışma oluyor mu? Düğümleri nasıl çözüyorsunuz?
Olmaz olur mu, oluyor elbette. Düğümleri biz çözmüyoruz aşk çözüyor. Ama tabi şu da var ki biz birbirimizi çok değiştirdik dönüştürdük zamanla. İnsan evlilikte talebe olduğunu unutmamalı. Öğretmenliğe soyunursa sorunlar başlıyor. Biz ikimiz de birbirimizin talebesiyiz.
Kızınız Şehrazat Zelda’nın doğumundan sonra sizde ne gibi değişimler oldu? Kendinizi en çok nasıl tanımlıyorsunuz? Yazar mı? Anne mi? “Kitabınızda bahsettiğiniz içinizdeki parmak kadınlardan hangisi daha baskın çıkıyor?
Bence insan denilen mahluk zaten çok başlı, çok sesli. Hepimizin içinde ayrı ayrı sesler olduğunu düşünürüm. Küçük parmak kadınlar ve parmak erkekler var. Hepimiz böyleyiz. Tek farkımız bu seslere karşı nasıl davrandığımız. Kimimiz kendi içimizde monarşi kuruyoruz işte, yani tek bir sesi kral ilan ediyoruz, diğerlerini habire bastırıp yok sayıyoruz. Kimimiz ise kendi çelişkileriyle daha barışık, kendi içinde daha demokrat. Bu çok temel bir fark.
Peki, en çok hangisi olmaktan mutlusunuz?
Şimdiye değin seneler boyu hep Sinik Entel Hanım ile Can Derviş Hanımı kayırdım, el üstünde tuttum. Ama aslolan insanın içindeki farklı seslerin hepsini birden eşit görebilmesi. Aslolan tüm bu sesleri birlemek aslında…
Müsaade ederseniz biraz da Can Derviş Hanım’la görüşmek isteriz. Can Derviş Hanım, tasavvuf, Elif Hanım için neyi ifade ediyor? Tasavvufu yaşadığınızı düşünüyor musunuz?
Tasavvuf ilk romanım Pinhan’dan beri benim daimi esin kaynağım, rehberimdir. O dönemden beri beni takip eden okurlar bunu gayet iyi bilir. Ancak şunu da itiraf etmeliyim ki zaman içinde akıldan gönüle indi benim tasavvufla ilişkim. Başlarda daha entelektüel bir ilgiydi. Daha aklen gelişen bir arayış. Çok araştırdım, çok okudum o dönemlerde. Sonra giderek yaşamaya başladım bu ilmi. İşte o zaman bambaşka bir pencere açıldı önümde. Akıl gözüm hep açıktı sanırım, ancak gönül gözümün açılması için bunun vakti zamanının gelmesi gerekti.
Özlem ŞAHİN EKİNCİ
SEMERKAND AİLE, 29. Sayı, Şubat 2008
|