Mevlana ve Şems’in ilahi aşkından yola çıkarak çağdaş kahramanlar arasındaki dünyevi bir aşkı anlatan Elif Şafak, Aşk adlı romanıyla tasavvufla ilgili yanını okura tamamen açtığını söylüyor. Şafak ‘Ben aşkı buldum ama aşkı buldum diyerek nokta koyamazsınız. Çünkü aşk öyle bir şey ki bulduğunuzu sandığınız anda yitirmeye başlarsınız’ diyor
Elif Şafak’ın son romanı Aşk birkaç gün önce okurlarla buluştu. Şafak kitabında biri günümüze ait, diğeri 1200’lü yıllarda geçen iki öyküyü anlatıyor. Başlangıçta ayrı gibi görünen bu iki öykü, aşk noktasında birleşiyor. Romanın yazım sürecinde bulabildiği tüm Türkçe ve İngilizce kaynakları okuduğunu söyleyen Şafak ‘Çok araştırma yapıyorum fakat son tahlilde bunların hepsi hayal ürünü. Bunun altını çizme gereği duyuyorum. Aşk’ta anlattığım Şems de Mevlana da bir hayal ürünü. Herkes anlayabildiği kadarıyla anlıyor ve anlatıyor. Hiçbir zaman esas Mevlana budur esas Mevlevilik budur demek istemem. Bu bir roman, bir kurgu, bu benim hayal gücüm’ diyor.
Aşk’ı yazma sürecini anlatır mısınız?
Bir yanıyla uzun zamandan beri benim içimde pişiyordu. Ama Siyah Süt’ten sonra kendi gönlümde galiba başka bir açılma yaşadım. Yazma süreci bir sene sürdü ama geceli gündüzlü çok yoğun bir süreçti. Zaten bir kısmı uzun zamandır düşündüğüm, kafa yorduğum yüreğime yakın hissettiğim meselelerdi. Bu kitabın benim için böyle bir arka planı var.
‘Bir sırrımı açtım bu romanla’ diyorsunuz...
Tasavvufa olan ilgimi okurdan hiçbir zaman saklamadım ama hep alt akıntı gibiydi. Her romanımda izleri vardır. Fakat bu kez daha gürül gürül ana mecra bu oldu. Bir de bunu çok da evrensel bir şekilde görmeye ve tanımlamaya, oradan bakmaya çalıştım. Çok ilgimi çekiyor bu konular. Uzakdoğu’dan çıkan mistik hareketlere de bakıyorum, Amerika’daki sufizme de. İngiltere’de mesela İngiliz yazarları da etkileyen çok ilginç bir birikim var. Doris Lessing, İdris Şah’tan ve sufizmden çok etkilenmiştir.
BİYOGRAFİ DEĞİL ROMAN
Romanınız, içinde tarihi kahramanlar yer almasına karşın aslında bir kurgu. Nasıl bir araştırma yaptınız?
Her kitap için araştırma mutlaka yapıyorum. İngilizce, Türkçe bulabildiğim her şeyi okudum ve okuyorum. Ama bu konular öyle nokta koyup ‘Ben biliyorum’ diyebileceğiniz konular değil. Tam tersine okudukça ne kadar az bildiğinizi, ne kadar cahil olduğunuzu görüyorsunuz. Bence tasavvuf insanı kendi bilgisizliğiyle tanıştıran bir süreç. Okumanın sonu yok. Çok araştırma yapıyorum fakat son tahlilde bunların hepsi hayal ürünü. Bunun altını çizme gereği duyuyorum. Aşk’ta anlattığım Şems de Mevlana da bir hayal ürünü. Tabii ki okumalarımdan etkilendim ama her şey yine de bir kurgu.
Daha kitap çıkmadan bir takım eleştiriler yapılmaya başlanmıştı. Mesela o zamanlar dergahlarda öyle kazan olmazdı, domates daha üretilmemişti gibi şeyler söyleniyor... Biraz acele ediyorlar. Kitap daha birkaç gün önce çıktı. Biraz başını sonunu bilmek gerekiyor. Ayrıca tabii ki kusurlar olur. Bir sonraki baskıda düzeltilir. Biz de insanız. O anlamda yapıcı eleştiriye benim gönlüm her zaman açık. Şunu tekrar vurguluyorum: Bu bir roman. Mevlevilik ya da Şems’in biyografisi değil. Gerçek Mevlana böyledir diye bir iddiam yok. Bu benim gönlümde şekillenen bir hikaye. Biz bazen bu temel gerçeği unutuyoruz gibi geliyor. Bunun bir sanat eseri olduğunu unutmadan yaklaşırsak, öze ve samimiyete bakarsak kitapları daha sağlıklı tartmış oluruz. Çünkü eğer yazar samimi değilse okurun bunu hemen anlayacağını düşünüyorum.
Teoman yazdığım şiiri besteledi
Teoman’a bir şiirinizi verdiniz...
Annelikle beraber kendinize günün içinden küçük küçük yazı zamanları koparıyorsunuz. Romanın dışında da daha kısa kendimi ifade edebileceğim türleri aramaya başladım. Bunu yaşayan başka yazarlar da olmuş. Bende de böyle bir şey başladı. Teoman da çok beğendiğim bir sanatçı. Zaten bir arkadaşlığımız vardı. Ben ona gönderdim. O da sözleri çok sevdi. Sonra baktım bestelenmiş. Yeni albümünde yer alacak.
Yazdığınız bir yazının müzikle birleştirilmesi heyecan yarattı mı sizde?
Hem de nasıl. Çok farklı ve keyifli bir his. Sözleriniz karşısında bir başkası neler duyup, hissetmiş onu görüyorsunuz.
Başka kim şiirinizi bestelesin istersiniz?
Sezen Aksu’ya çok saygı duyuyorum. Onunla çalışmak isterdim.
Kitabı ilk önce eşim okudu ruhen çok destek aldım
Aşkı buldunuz mu?
Aşkı buldum ama aşkı buldum diyerek nokta koyamazsınız. Çünkü aşk öyle bir şey ki yitirebilirsiniz. Hatta bulduğunuzu düşündüğünüz anda yitirmeye başlarsınız. Nasıl olsa aradığımı buldum diyerek artı bir çaba sarf etmeye gerek olmadığını düşünüyoruz. Karşıdaki de böyle hissetmeye başladığında tavsamaya başlıyoruz. Onun için aşkı bulduğumuzdan çok da emin olmamak bana daha sağlıklı geliyor.
Kitabı ilk kim okudu?
Parça parça okuttum aslında. Eşim Eyüp sürecin hep içindeydi. Bazen onu bunaltacak kadar işin içine soktum. Aslında dostlarımla da çok fazla paylaşımda bulundum. Kitabın her aşamasını paylaşmak aslında benim için ilkti. Genelde daha münzevi yazardım. Ama bu kez ruhen çok fazla destek aldım.
Eyüp Bey’in yorumu ne oldu?
Defalarca hem İngilizcesini hem Türkçesini okudu. İngilizce yazdım bu romanı. Müthiş bir tasavvuf birikimi olan Kadir Yiğit Us tarafından çevrildi. Ben çeviriyi alıp yeniden yazdım. Aslında ben bu kitabı iki kere yazdım.
Çocuklar uyuduktan sonra gizli randevum var gibiydi
Siyah Süt’te anne olduktan sonra yazamayacağınıza dair taşıdığınız endişeleri anlatmıştınız. Aşk’ı yazarken bu kez ikinci çocuğunuz dünyaya geldi. Bu kez rahat mıydınız?
Bu kez öyle olmadı. Hamilelik de lohusalık da farklı oldu bu sefer. Cinler gelmedi bu sefer. Yere bayağı bir sert vurmuşum ki çıkışı beni çok sıçrattı. Depresyon da bir mevsim ve geçti.
Evdeki tempo ne durumda?
Çok çılgın ve gürültülü. Sakin olup, ‘Eyvah yazamayacağım’ diye paniklemezseniz daha kolay oluyor işler. Ben bu kitabı çoğu zaman çocuklar uyuduktan sonra geceleri yazdım ve bu hoşuma gitti. Sanki gizli bir randevunuz var kitabınızla ve gece ona gidiyorsunuz. Zamanı daha özenerek kullandım. Gürültü patırtı içinde kendime yer açmam kolay olmadı ama baş ettik. Bu sefer daha zenginleşerek yaşadım annelik ve yazarlık deneyimini.
Noksanlık hepimizde var
Aşk’ta roman içinde roman var. Tasavvufla ilgili anlatacaklarınızı bugüne ait bir karakterden yola çıkarak anlatıyorsunuz...
Günümüz aşkından yola çıkmak tabii ki daha kolaydı. Daha iyi gördüğüm, bildiğim ve yaşadığım bir şeydi. Ama onunla yetinmek istemedim. ABD’deyken çok gözlemledim: Orada inanılmaz bir Mevlana ilgisi var. ABD’de en çok okunan şair. İslam dünyasının Shakespeare’i diye biliniyor ve insanlar anlamaya çalışıyor. Bir aşkın peşine düşüp yolculuklara çıkabiliyorlar. Bu nasıl bir bilmece, nasıl bir efsun çözmeye çalıştım.
Batılıların Mevlana ilgisini neye bağlıyorsunuz? Eksik bir şeyler mi var?
Bence hepimizde eksik bir şeyler var. O yüzden kitapta Aziz’in çektiği fotoğraflarda bir noksanlık olsun istedim. Batı’daki insanlarda eksik bir şeyler var, onun için ilgileniyorlar düşüncesini tasvip etmiyorum. Bence hepimizde var bir noksanlık ve yüreğimizin derinlerinde o noksanlığın farkındayız. Hep bir arayış içindeyiz. Hatta aşkı bulamadığımızı anladığımız zaman bile yeniden aşık olmaktan vazgeçmiyoruz. Öbür taraftan Mevlana’nın zamana ve mekana direnen inanılmaz da bir tılsımı var. İçinde yaşadığımız dünyada inanç ve ruhaniyet önemli şeyler. Aydınlanma’yla beraber dinin çok daha geri planda olacağı tahmin edilmişti. Ama öyle olmadı.
Kitabınızda dindarlığı ve inanç sahibi olmayı da tasavvuf felsefesinden hareketle anlatıyorsunuz...
Dindarlıkla inançlı olmak aynı şeyler değil. İnsanın maneviyatının güçlü olması dindar olması anlamına gelmiyor. Bu tür ayrımlar da çok konuşuluyor Batı’da. Mesela geçen ay Hollanda’daydım. Hollanda gibi görece Avrupa’nın dindarlıktan en uzak ülkesinde bile entelektüeller, aydınlar bu tür şeyleri tartışıyor. Din ne demek, inanç ne demek, bunları hayatımızda nasıl konumlandıracağız? Biz türban meselelerine fazlaca gömüldüğümüz için evrensel düzlemde bu meseleler nasıl tartışılıyor bakmıyoruz.
ESRA CENGİZ
STAR
8 Mart 2009
|