Gazetecilik ve yazarlık kimliklerinizle tanınıyorsunuz. Peki, siz kendinizi hangisine daha yakın görüyorsunuz? Köşe yazarlığının sizdeki yeri nedir?
Ben kendimi öncelikle romancı olarak görüyorum. Edebiyatçı olarak. Benim gözümde edebiyatın yeri apayrı. Ama gazete de önemli bir mecra. O kanaldan pek çok okura gündelik hayatın temposu içinde ulaşma şansınız oluyor. Buna da kıymet veriyorum ve gazetede yazmaktan da ayrı bir keyif alıyorum.
Elif Şafak kendini romana nasıl hazırlar, günlük hayattaki gözlemlerinizi ufak notlara iliştirir misiniz? Roman yazma sürecinizden bizlere biraz bahseder misiniz?
Benim için senede iki mevsim var: roman yazma mevsimi, romandan çıkış mevsimi. Yazarken deli gibi bir tempoyla çalışıyorum. Gece gündüz. AŞK’ı hep geceleri yazdım. Çocuklar uyuduktan snra, gece yaratığı oldum.
Okuyucuya emanet ettiğiniz bir kitaptan sonra bir süre yazmaya ara veriyor musunuz yani siyah sütte bahsettiğiniz loğusalık depresyonuna benzer bir durum yazarlık için de geçerli mi?
Her kitaptan sonra biraz bekliyor, demleniyorum. Bir kitabı bitirir bitirmez hemen telaşla yenisine başlamıyorum. Hayatın bana ne getireceğine bakıyorum. Bekliyorum. Çünkü etrafımız alametlerle, okunmayı bekleyen işaretlerle dolu. Hayatı okumaya çalışıyorum. Ben en çok hayattan besleniyorum galiba. Bir de kendi içime yolculuk yapmaktan. Tasavvuftan öğrendiğimiz temel noktalardan biri de bu yönde. İnsan kainatın aynası. O büyük evrende olan biten ne varsa, hepsi mikro düzeyde bizim içimizde de mevcut.
Bit palas romanınız televizyon dizisi haline getiriliyor, daha önce de Menekşe ile Halil adlı dizinin senaryosunu yazmıştınız. Senaryo ve roman yazmak arasında nasıl farklar var?
Televizyon ve edebiyat ya da sinema ve edebiyat farklı tempolara sahip. Farklı dinamiklerle işliyorlar. Ama arada güzel bir diyalog kurulabilirse edebiyatın sinemaya, sinemanın da edebiyata çok şey katabileceğine inanıyorum. Farklı sanat dallarından ilham alıyorum.
Son kitabınız AŞK büyük yankı uyandırdı, tasavvufa olan ilginizi bilmekteyiz, merak ettiğimiz bu konuyu yazmaya nasıl karar verdiğiniz ve okuyucuya sunmak için doğru zamanı nasıl belirlediniz?
Benim tasavvufa doğru akmam bundan onbeş sene evvel başladı. O dönemlerde ağırlıklı olarak entellektüel bir ilgiydi. Tezimi Bektaşi ve Mevlevi düşüncesi hakkında yazdım. Bu konularda okumayı, düşünmeyi hep sevdim. Zamanla akıldan gönüle indi. Kalben bağlandım tasavvufa. AŞK’a gelince, ben ilahi ve dünyevi boyutlarıyla aşkı anlatan bir roman yazmak istedim. Aşkın dünü ve bugünü üzerine... Hem Doğusu hem Batısı olsun istedim. Benim gözümde bu roman aşk ve yolculuklar üzerine kurulu. O zaman baktım ki kitabın yolu Şems’ten geçiyor. Aslında bu romanı yazarken benim ilk çıkış noktam aşktı. Bizler aşkı unuttuk kısmen ama yüreğimizde derinde bir yerde o özlem hep var. Hep arayış hâlindeyiz. Ve bu arayış evrensel. Bütün insanlığın ortak arayışı.
Aşk’ın hazırlanma sürecindeki araştırmalardan ve iki ‘tanınmış’ karakter üzerine hikâye yazmanın kurgu aşamasındaki zorluklarından bahseder misiniz?
Hazreti Mevlana ve Tebriz’in güneşi Şems’i anlatan bir roman yazmak hakikaten zordu. Öncelikle benim bu insanlara saygım var, hürmetim var. Belli bir edeb içinde anlatmak istedim. Öte yandan edebiyatın ve sanatın kendi dinamikleri var. Kimseyi kahramanlaştırmadan anlatmak istedim ki okur da karakterleri yüreğinde hissedebilsin.
Akademik kariyeriniz de bir yandan devam ediyor. Bir süredir Arizona Üniversitesinde Yakın Doğu Araştırmaları bölümünde çalışıyordunuz. Ne tür çalışmalar yapıyorsunuz?
Çocuklar doğduktan sonra bazı temel değişiklikler yaptım hayatımda. Bir senedir üniversitede ders vermiyorum. Ama daha evvel üniversitede hocaydım. Yardımcı doçentliğe kadar geldim, sonra bıraktım. Hep disiplinlerarası ilerledim akademide. Uluslararası İlişkiler, siyaset bilimi, kadın çalışmaları, kültürel çalışmalar.... Bu alanlarda dersler verdim. Kültür, kadınlık ve edebiyat üzerine yoğunlaştım.
Yazın kariyerinize başlarken örnek aldığınız isimler kimlerdi? Son zamanlarda takip ettiğiniz ve bizimle paylaşmak istediğiniz bir isim var mı?
Kendime örnek aldığım isimler yok. Çok sevdiğim ve “ruhdaşım” addettiğim isimler var. Hem de pek çok. Dünyanın her yerinden. İnsana kıymet veriyorum. Bireye önem veriyorum. Her insan aslında bir hikaye anlatıcı. Hepimizin içinde anlatılmayı bekleyen bir hikaye var. ben genelde insanları dinlemeyi seviyorum.
Ekonomik kriz, edebiyatı da çok etkiledi. Edebiyat dünyasının kalkınması için neler yapılabilir?
Ekonomik kriz edebiyatı etkiledi, doğru. Bizim için öncelikle korsan kitap çok büyük bir sıkıntı. Bu konuda duyarlılığımızı artırmamız lâzım. Ama doğrusu ben Türkiye’de son derece samimi ve hakiki bir edebiyat okuru olduğuna da inanıyorum. Öyle bir okur ki bir kitabı çok severse onu alıp başkalarına hediye ediyor, etrafına, ailesine okutuyor. Aynı kitabı en az beş kişi okuyor. Elden ele dolaşıyor kitaplar. Bunlar beni çok duygulandıran şeyler. Türkiye’deki edebiyat okurunun bende çok özel bir yeri var.
One dergisi okurları adına bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olarak yazarlık kariyerine yön vermek isteyen gençler için önerileriniz nelerdir?
Eğer yazmayı hakikaten seviyorlarsa, kim ne derse desin, yazıdan asla vazgeçmemelerini öneririm. İnanç, aşk ve emek bu işin üç olmazsa olmaz unsuru.
Çok teşekkür ederim....
One Dergi
|