Çok içine kapanık ve yalnız bir çocuktum. Kitaplardaki dünyayı gerçek dünyadan daha çok sevdim. Öyle başladım yazmaya. Hayal âlemine yolculuklar yapa yapa... Bugün hâlâ ‘hayal’ dünyasını ‘gerçek’ dünyadan daha renkli ve hakiki buluyorum.
“Bir sürü arızam, takıntım, kusurum var. Ama bu arızaları kutsamak yerine düzeltmek ve iyileştirmek için çaba harcamak önemli.”
Elif Şafak’ın her yönden aşkı anlattığı son kitabı AŞK, 2010 içinde hem Fransızca hem İngilizce yayınlanarak dünyayı dolaşacak. Tıpkı yazarı gibi. Şafak, “İstanbul bana ilham veriyor” diyerek bir ayağını pergel misali sabitlese de diğeriyle dolaşmaya devam ediyor. Tıpkı; ‘bir tarafıyla son derece yerel, bir tarafıyla da bir o kadar evrensel’ olan hikâyeleri gibi.
Albert Camus’nun ‘Bir yazar çokluk okunmak için yazar. Bunun tersini söyleyenleri alkışlayalım, ama inanmayalım onlara’ deyişinden hareketle AŞK’a okur için yazdığınız bir kitap diyebilir miyiz? Her yazar okunmak ister. Bunu samimiyetle söyleyebilmek lâzım. Ve tabi ki her yazar daha fazla insan tarafından okunmak ister. Bu da bana son derece doğal geliyor. Öte yandan ‘okur yazdıklarımı beğensin’ diye yazmak ayrı bir şey. Ben yazarken sadece hikâyeye odaklanıyorum. Benim için önemli olan yaptığım işi sevmek ve sevdiğim işi yapmak. AŞK’ı yazarken bir hayal âleminde gezindim hep. Aşkla yazdım bu kitabı. ‘Okur için’ yazmadım. Ama tabii ki okunması için yazdım.
‘Bektaşi ve Mevlevi Düşüncesinde Kadınsılık-Döngüsellik’ başlıklı yüksek lisans tezinizle başlayan ve 15 yıldır okumalarla gelişen entelektüel yaklaşımın yavaş yavaş gönlünüze sızışı sizi kaçınılmaz olarak ‘AŞK’a mı getirdi? Tasavvufla on beş sene önce tamamen kendi başıma tanıştım. Etrafımda gördüğüm ya da ailede bulduğum bir kültür değildi. Okudukça okumayı sevdim. Okudukça açlığım arttı. Tasavvuf benim hemen her romanımda bir alt metin olarak vardı aslında. Kimi zaman daha belirgin, kimi zaman daha örtük bir biçimde hep benimle gelen bir gölge gibiydi. Bu kez bütün perdeleri kaldırdım. Tasavvuf pat diye öğrenilen bir şey değil. Yaşamak, gönülden yaşamak lazım. Uzun, zor, engebeli bir yol...
Burada söyleşinin yolu inançla kesişiyor. İçinde ‘ruhaniyet’ ve maneviyat’ı barındıran bir kesişme bu. Evet, söz sizde… İnanç benim için önemli bir mesele. Ama benim için aslolan şekil değil, öz. O özün evrensel ve bir olduğuna inanıyorum. Bence hepimizin tasavvufa ihtiyacı var. Tasavvufun en çok sevdiğim özelliklerinden biri özeleştiriye dayanması. Sufiler kendilerini eleştirir, kendi içlerini tamir ederler. Birinde kusur görürlerse o kusuru örterler. Muazzam bir edep ve ahlak... Bunları ben fikren ve zihnen biliyorum ama yaşamaya gelince tabii ki zorlandığım oluyor. Mesela tasavvufun insana öğrettiği ‘hiçlik’ bilinciyle yazarlığın insana verdiği şişkin ego arasında derin bir çelişki var. Romancılık bana diyor ki ‘Bu kitabı sen yazdın, sen yarattın.’ Tasavvuf bana diyor ki ‘Sen sadece aracı olup hikâyeyi ilettin. Yaratmadın, yaratıldın! Kalem gibi, kâğıt gibisin. Kelimeler senden akıyor. Ama onların sahibi değilsin...’ Bazen bu çelişkiyi çok yoğun yaşıyorum. Ama çelişkilerle ilerleyeceğiz bu dünyada.
Birbirinden farklı 9 kitap. Çünkü günden güne değişen bir Elif Şafak. ‘Baba ve Piç’, ‘Siyah Süt’ ve ‘Aşk’ bir yerde; Pinhan ve Mahrem başka… Hatta dil, üslup ve kurgu olarak gerilediğinizi düşünenler var. Bu bilinçli bir tercih mi? Yoksa ‘Yok öyle bir şey’ mi? Yazarlık sürekli bir yolculuk. Tek bir limana demir atmak, kendimi tekrar etmek istemiyorum. Hikâye bana nasıl geliyorsa öyle yazıyorum. Bilinçli bir kurgu yapmak yerine sezgilerimle... Kendimi yaptığım işe tamamen veriyorum. Beynimin içinde başka kapılar açılıyor. Gündelik hayatta kapalı kalan kapılar... Yazının akışına kapılarak yazıyorum. Yani ‘Yok öyle bir şey.’
Aile kavramı ‘yolun yarısı’nda tanıştığınız bir şey. Tanışıp da sevdiniz mi? iyi ki mi? Ben otuz beş yaşıma kadar göçebe yaşadım. Hep bir yerden bir yere kalıbımı taşıyarak. Hiç ‘yuva’ kavramım olmadı. Zannettim ki böyle şeyler umurumda değil. Meğer benim içimde de ev hayatını seven ve önemseyen bir kadıncık varmış. Onunla yazar yanımı dengelemek çok zor oldu. Gene tabii içimdeki sesler çelişebiliyor. Gene zaman zaman çekip gidiyorum.
Bir yandan çekip gitmeyi istemek, bir yandan aile sorumluluğu... Bu sizi zorlamıyor mu? Bir kadın yazar için ailevi sorumluluklar hem çok güzel ve zenginleştirici, hem de zaman zaman zor... Ben tek çocuk büyüdüm; yalnızlığıma düşkünüm. Yazarlık zaten sanatların en yalnızı. Bazen ‘göçebe ve bağımsız’ yanım ile ‘evcimen ve bağımlı’ yanım çelişiyor. Yazarlık bencil bir tutku. Tamamen yazıya veriyorsunuz kendinizi. Anne olan kadın yazarların en çok ihtiyaç duyduğu şey ‘boş zaman’. Doğrusu ben ilk başta değişimden ürktüm. Ardından yoğun bir post-natal depresyon yaşadım. Siyah Süt’ü yazdım. Kitapta annelik ve yazarlık ikilemini açtım. Hiç işime gelmeyen yanlarımı ifşa ettim, bunlarla dalga geçtim. Çok canım yandı yazarken. Ama ortaya samimi bir kitap çıktı. Ve bu kitabı yazmak beni iyileştirdi, dengeledi.
Açmazlarınızı, çalkantılarınızı ve kendinizle kavgalarınızı ‘Siyah Süt’le dışa vurdunuz ve şimdi çok daha başka, çok daha huzurlu bir Elif Şafak mısınız? Depresyonlar aynı zamanda insana yeniden yapılanmak, kendini yeniden inşa etmek için fırsat veriyor. Yani her depresyon aynı zamanda bir ‘tamirat ve tadilat’ dönemi. Siyah Süt benim tek otobiyografik eserim. Kendimi bu kadar açtığım ve anlattığım tek kitap. Kendimle samimiyetle yüzleştim ve sonrasında gelen huzurla AŞK’ı yazdım.
Siyah Süt’teki Kapalıçarşı sahnesini anlatır mısınız? Hani boncuklar, çay bardakları ve sizin ‘Ah Minel Aşk’ dediğiniz… Kitabı okumayanlar için... Evlilik karşıtı bir kadının sevdiği erkeğe evlenme teklif ettiği bölüm... Bu benim başımdan geçti. Kendi kendimle dalga geçerek yazdım. Türkiye standartlarına göre ‘geç’ evlenenlerdeniz. ‘Evde kalmış’ sayılıyoruz. Tabii bu kriterler hep kadınlar için...
Yoğun çalışan bir gazeteciyle gezgin bir yazar nasıl götürüyor birlikteliği? Ben de eşim de evlilik kurumuna çok sıcak bakmayan insanlardık. Açıkçası bizim gibi bağımsızlığına düşkün tipler için evlilik zor bir kurum. iki yoğun ve bağımsızlığına düşkün insanın evliliği kolay olmuyor. Bazen birbirimizi zorluyoruz. Ama Eyüp (Can) de, ben de esnek insanlarız. O benden çok daha sabırlı ve sakin. Ben de öğreniyorum. Güzel bir evlilik öyle bir günde ya da bir ayda kurulan bir şey değil. Her gün uğraş vermek gerekiyor. Kendine göre zorlukları, iniş çıkışları var. Önemli olan aşkın devam etmesi. Aşk yoksa evlilik solgun, aşk varsa evlilik güzel oluyor. En önemlisi kıymet bilmek. Birbirinin kıymetini bilmek.
Röportaj ve Fotoğraflar: JÜLİDE KARAHAN - AHMET BİLAL ARSLAN
SkyLife - Ağustos 2009
|