Bu sayımızın Konuğu Strazburg doğumlu ünlü yazarımız Elif Şafak. Ortaokulu Madrid’de okudu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümünü bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede Kadın Çalışmaları Bölümünde yaptı. ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünde “Türk Modernleşmesinin Kadın Prototipleri ve Marjinaliteye Tahammül Sınırları” üzerine doktorasını tamamladı. Elif Şafak’ın İslamiyet, kadın ve mistisizm hakkındaki yüksek lisans tezi Sosyal Bilimler Derneği tarafından ödüllendirildi.
Kitap yazabildiğinizin farkına nasıl vardınız? Her şey nasıl başladı?
Diyebilirim ki ben, yazmaya çocuk yaşta başladım. Ama o zamanlar romancı olmak gibi bir hayalim yoktu. Yalnız ve içine kapanık bir çocukluk geçirdim. Kitaplar hayatımdaki en renkli şeylerdi. Devamlı okur, bol bol hayal kurardım. Böyle başladım yazmaya. Profesyonel anlamda yazar olmayı istemem ise daha sonra zamanla oldu. Ancak yirmili yaşlarımın başında.
Son kitabınız ‘AŞK’ ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Benim gözümde çok özel bir yeri var bu romanın. Tasavvufa ilgim bundan on beş sene evvel başladı. Ama ‘AŞK’ı ancak şimdi yazabilirdim, daha evvel değil. Kendi içimde çok mevsimden geçmem gerekti bu kitabı yazabilmek için.
‘Siyah Süt’ kitabını birçok anne beğenerek okumaya devam ediyor. Bu kitabı yazarken içinde bulunduğunuz hissiyatı tarif edebilir misiniz?
İlk hamilelik, benim için zor oldu. Hazır değildim anneliğe. Ardından gelen lohusalıkta uzun süren bir depresyon yaşadım. O duygusal sarsılmayı yaşamasaydım, Siyah Süt’ü yazamazdım. ‘Siyah Süt’ benim tek otobiyografik eserim ve çok samimi bir şekilde kendimle yüzleştiğim kitaptır. İçimdeki zaaflarla, komplekslerle tek tek yüzleştim bu kitabı yazarken. Çok canım yandı. Ama kitap bitince baktım, başka bir yerdeyim. Bahar gelmiş.
Çocuklarınız Emir Zahir ve Şehrazat Zelda’nın günleri nasıl geçiyor? Beraber neler yapıyorsunuz?
Beraber eğleniyoruz. En önemlisi bu bence. Çatık kaşlı bir anne değilim. İnşallah olmam da. Ama tabi kitaplardan öğrenilen bir şey değil ki annelik. İnsan, öyle pat diye doğum yapar yapmaz anne olmayı öğrenmiyor. Bu da bir süreç. Adım adım öğreniyoruz. O yüzden yüzüme gözüme bulaştıra bulaştıra; ama hep sevgiyle, aşkla yapıyorum ne yapıyorsam. Çocuklar da bu halime gülüyor. “Bu anne böyle matrak bir anne” diyorlar herhalde.
Uzun süredir yurt dışında yaşıyorsunuz. Sizin açınızdan zorlukları oluyor mu? Bir gününüz nasıl geçiyor?
Aslında, şimdilerde daha çok İstanbuldayım. Çocuklar doğduktan sonra eskisi kadar seyahat etmez oldum. Zaten benim için en zor kısmı bu oldu. Otuz altı yaşıma kadar göçebe yaşadım. Madrid, Amman, Köln, Ankara, İstanbul, Boston, Michigan, Arizona.... Bir evde bir seneden fazla yaşadığım nadirdir. Şehir şehir dolaştım. Ve bunu bir yaşam ve yazı tarzı olarak benimsedim. Anne olunca ister istemez daha yerleşik oluyorsunuz. Ama demek böyle bir yanım da varmış. Eyvallah! Elbet göçebelikle bunun arasında bir sentez yakalarım.
Yurt dışında ve Türkiye’de okuyan insanlar ne gibi farklılıklar gösteriyor? Türk okuyucusunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bence, Türkiye’de çok iyi bir edebiyat okuru var. Elbette gönül ister ki daha çok insan kitap okusun. Ama mevcut edebiyat okurunu da küçümsememek lazım. Batı’da çok fazla kitap basılıyor ama bir o kadar hızla buharlaşıyor. Bizde ise gayet güzel ve duygusal bir okur var. Bir romanı çok severse onu alıp evine, hayatına buyur ediyor. Sevmezse de, medya ne derse desin okumuyor. Okurun kitapla ilişkisi gayet dolaysız ve samimi. Ben okur dendiği zaman aktif olarak yazma, yaratma sürecine dahil olan birini anlıyorum. O anlamda okur sırdaşımdır zaten. Aramızda ruh akrabalığı var.
İki çocuğunuz var. Onlarla birlikte kitap yazmak zor olmuyor mu? Nasıl bir zaman yönetiminiz var?
Annelik ile yazarlığı dengelemek zor oluyor. Ama ben de zamanla çok şey öğrendim galiba. AŞK’ı geceleri yazdım. Çocuklar uyuduktan sonra, baykuş gibi gece yaratığı olup yazdım, yoğun bir çalışma temposuyla. Erkek yazarların pek bilmediği bir bölünme yaşıyor kadın yazarlar bence. Ama annelik ile yazarlık elele gidebiliyormuş, çok şükür.
Kitaplarınız hangi ülkelerde satılıyor? Yabancı okurlarınızdan ne gibi geri dönüşler alıyorsunuz?
Şimdiye değin yirmiden fazla dile çevrildi kitaplarım. Dünyanın çok farklı yerlerinde okunuyor. Ama bu birdenbire olmadı. Her kitapla biraz daha ilerliyorsunuz, adım adım. Bu bir birikim işi. Henüz bütün kitaplarım çevrilmedi, bunun için sabırlı olmak lazım. Biz yazarlar tek başımıza kalıyoruz çeviri sürecinde. Ne devlet desteği ne de Batıda olduğu gibi özel kuruluşlar var.
Şu anda hangi gazete ve dergilerde yazılarınız yayınlanıyor?
Uzun zamandır yazdığım Zaman gazetesinden kısa süre önce ayrıldım. Düzenli olarak Habertürk’te yazmaya başladım. Aynı zamanda Newsweek’te yazmaya başlıyorum bu aydan itibaren.
Ülkemizde ciddi anlamda korsan satışı var. Yurt dışında bu durum nasıl? Bu konu hakkında sizce ne yapılabilir?
Ne yazık ki korsan çok ciddi bir sorun. Hepimizi etkiliyor. Bazen bakıyorum, kimi insanlar iyi niyetle bunu küçümsüyor, sorun olarak görmüyor, “Ne var canım, öğrenciler ucuza kitap okusun.” diyorlar. Halbuki korsan yüzünden o kadar çok insan zarar görüyor ki. Bu konuda hepimizin daha bilinçli olması lâzım. Korsan sadece yazarın cebinden çalınmıyor. Matbaa işçisinden editörüne kadar o kadar çok sayıda insan ve bütün bir sektör bundan zarar görüyor.
Sizin takip ettiğiniz yazarlar var mı, varsa bu yazarların hangi özelliği sizi okumaya teşvik ediyor?
Tabi ki çok yazar var. Hem Türkiyeden hem dünyadan keyifle takip ettiğim isimler var. Ama genel olarak zaten ben okumayı seven biriyim. Edebiyat kadar felsefe okumayı da seviyorum. Felsefecilerin yazıları da beni çok besliyor. Hem zihnen hem ruhen.
Bu yolda ilerleyen gençlere ne gibi tavsiyelerde bulunuyorsunuz? Kendilerini geliştirme anlamında neler yapabilirler?
Bence her yazarın öncelikle iyi bir okur olması lâzım. Bol bol okumak ve yazıyı aşkla sevmek. Başka bir formül bilmiyorum.
Bahçeşehir Üniversitesi’nde ‘Edebiyat ve Yaratıcılık’ üzerine bir panel gerçekleştirdiniz. Ne gibi bilgiler içeriyordu bu panel, okurlarımızla paylaşır mısınız?
Edebiyat, kadınlık, yazarlık ve yaratıcılık üzerine düşünmeyi seviyorum. Ben edebiyatı kendi yaşadıklarını yazmak olarak algılamıyorum. Esas beni cezbeden yazarken kendim olmamak. Bir başkası olabilmek. Zamanda ve mekânda sınırsız yolculuklar yapmak. Benliğin sınırlarını aşmak. Bu anlamda edebiyat ile tasavvuf arasında ortak damarlar olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede bir konuşmaydı.
En çok hangi mutfaklar ilginizi çekiyor, nedenlerini öğrenebilir miyiz?
Uzakdoğu mutfağını seviyorum. Oradaki karışımlar hep ilgimi çekiyor. Yağlı, ağır yemekler sevmiyorum. On beş senedir yarı vejetaryenim. Kırmızı et hiç yemiyorum. Ama balık yiyorum. Zeytinyağlılar favorim.
Türk yemeklerini özlediğiniz anlar oluyor mu, yurt dışında Türk yemeklerini yapmak için malzeme bulabiliyor musunuz?
Türk yemeklerini özlemez olur muyum? Çok güzel bir mutfağımız var. Keşke daha iyi tanıtmak için daha çok uğraş versek.
Beslenme alışkanlıklarınızda ne gibi değişiklikler oldu?
Zamanla değişiklikler oldu beslenme alışkanlıklarımda. Eskiden roman yazarken bisküviyle elmayla beslenirdim. Haftalarca, aylarca. Çok daha kötü beslenirdim. Şimdi daha dengeli besleniyorum. Ama hâlâ kırmızı et ve tereyağ ağzıma sürmem.
Çok teşekkür ederim...