BİR İÇSEL YOLCULUK: PİNHAN
“Pinhan”, bir yolculuk romanıdır; küçük Pinhan’ın içsel yolculuğu. “Tekke”yi Osmanlı’nın diğer tekkelerinden ayıran özellik de budur işte: orada herkesin bir hikayesi vardır. Pinhan hariç. Çocuk bu hali ile kendini ne tekkenin içinde hisseder ne de dışında. Yazarın “Hayatta iki başlı değil midir?” sorsuna yanıt verdiği iki cinsiyeti, Pinhan’ın kendi hikayesine ulaşması için yürüyeceği yollardan birisidir.
Elif Şafak, “Pinhan”ın ardından yayımlanan “Şehrin Aynaları” ile yazarlık sürüvenini sürdürüyor. Yazar yakında çıkacak olan “Mahrem” ile bir kez daha okurları ile buluşacak.
- Pinhan, bir isim... İlginç ve merak ettiren bir isim. Kurguyu yaptıktan sonra mı kahramanına böyle bir isim bulmuştun? Neydi kaynağı Pinhan’ın?
- Pinhan, sonradan konmuş bir isim değil... Yazarken, romanla birlikte gelen bir isim ama romanı çok karşıladığını düşünüyorum. Çünkü Pinhan, örtük demek... İlk bakışta görülmeyen, daha kapalı olan... Dili ve içeriği bakımından bu kitabın da biraz örtük olduğunu düşünüyorum. Pinhan’da örtük kişilikli bir çocuk; adı bu karakteri tamamlıyor. Bütün roman boyunca vermeye çalıştığım da buydu; isimler pekçok şey yansıtır; tesadüf ya da sıradan değillerdir. Bir şey taşıdığı isimle özdeşleşebilir. İsimlerin anlamlarının bir belirleyiciliği var. İsimler büyülü, büyücü... Pinhan ismi ve çocuğun kişiliği birbirini karşılıyor.
- Kitabı okumadan önce “Pinhan” tanımının bir kişi ismi olduğunu düşünemiyor insan... Ya da normal değilde örneğin gizli güçlere sahip bir insan ismi gibi geliyor. Sonra okudukça -hemen romanın başında Pinhan ile okuyucuyu tanıştırıyorsun- Pinhan’ın bir çocuk olduğunu, elma ağacının tepesinde elma çalarken yakalandığını, tekkedeki insanların arasına katıldığını... Neden tekke?
- Romanda mekan tanımının karşılığı Osmanlı İmparatorluğu dönemi... O dönemde tekkelerin şu anda bizim anladığımızdan çok başka işlevleri olduğunu düşünüyorum. Sosyal anlamda çok çok önemli merkezler tekkerler... Zaviyeler, tekkeler.. Toplumsal anlamda çok önemli işlevleri olmuş. Ama neden illa tekke bunu bilmiyorum, açıkçası yazarken “neden” sorusunu düşünmüyorum.
- Bir yazarın tekke gibi çok önemli ve hakkında birçok şey yazılmış, bir çok söylenti çıkmış bir kurumu yazması için mutlaka ona ilgi duyması ve derin bilgilere sahip olması gerekir diye düşünüyorum.
- Doğru. Beni asıl ilgilendiren dinler tarihiydi. Bu konularda okumayı, araştırmayı seviyorum.
- Böyle bir konunun romanda kurgulanması ilgi çekici gerçekten... Romanda tekkede yaşayanları son derece ılımlı insanlar olarak tanıtmışsın.
- Tekkelerde yaşayan insanlara karşı yaklaşımım genelde olumludur. Onların dünya görüşleri ile ilgileniyorum. Bunu yansıtmış olabilirim. Ama çok büyük genellemelerden kaçınmaya çalıştım. Osmanlı da çok fazla tekke vardı... Bu tekkeler arasındaki farklılıkları görmek gerekiyor. Hepsinin içinde bir hiyerarşi ve bir takım ortak kurallar. Ama dünyayı algılayış tarzlarından tutun, bireye verdikleri önem ve yapılaşmalarına kadar aralarında ciddi farklılar olan kurumlar.
- Bu nedenle sordum neden tekke diye... Tekke olması için mutlaka bir nedenin olmalı...
- Aslında romana içinde özellikle tekke unsuru olsun diye başlamadım. Roman geliştikçe, yazdıkça şekillendi. Tekke de hikayenin akışı içinde ortaya çıktı. Pinhan’ın yolu oraya düştü, oradan geçti... Anlatabiliyor muyum?
- Pinhan’ı en anlatacak kurum tekke miydi?
- Ötekiler arasındaki farkı görmek gerektiğini söylemenin nedeni de bu... Bu tekkede önem verilenin ‘insanların hikayeleri’ olması... Genelde tekke kültüründe böyle bir şey vardır; tekkeye eli boş gelinmez. Bu tekkenin özelliği de insanların hikayeleri ile gelmesi... Pinhan’ın hikayesi yok ama... Hikayesini yaşayacak, henüz yaşamamış... Bu nedenle hem tekkeye ait hem değişik... Bir yabancı... Hikayesini bulmak için İstanbul’a geliyor ve aramaya başlıyor. Tekkenin bu anlamda çok önemli ve belirleyici bir rolü var.
- Neden bir çocuk böyle bir şey düşünsün? Kahraman olarak bir çocuğu seçmenin nedeni nedir?
- Çocuk büyüyecek ve romanda çeşitli aşamalarını göreceğiz ama şunu fark ettim; bu “Şehrin Aynaları”, “Pinhan” ve “Mahrem”de de aynı. Ben genelde, yalnız, tek başına ve öfkeli çocukları yazıyorum. Bu, sanıyorum çocukluktan bir yansıma... Yalnız çocukları anlatıyorum; öyle çok mutlu mesut, cumhur cemaat, büyük ailelerde, çevrelerde büyüyen çocukları değil de daha çok yalnız bir çocuğu anlatıyorum. Belki bunun benim çocukluğumla da ilgisi var. Muhtemelen böyle... Belki de farkında olmadan bir takım bağlantılar kuruyorum.
- Böyle bir çocuğun psikolojisini yansıtabilmek için bir şekilde bunları, bu duyguları bilmek gerekir. Yalnız kalışları, öfkeleri... Pinhan ile ilgili ilk bölüm bittikten sonra ilerleyen bölümlerde bir kız çocuğu karşımıza çıkıyor. O da yalnız bir çocuk. Üstelik bir takım gizli güçleri de var.
- O öfkeli bir çocuk mesela...
- Evet, oldukça öfkeli... Bu gizli güçlerle komşu kadının küpesini kulağından düşürecek kadar öfkeli... Aslında hemen hemen bütün kahramanlarına bir takım gizli güçler vermişsin. Bu o dönemin yansımasımı yoksa senin biraz masalsı, biraz efsanevi ve böyle bir kurguya yaraşanın bu olduğunu düşünmenden mi kaynaklanıyor?
- Sanırım bunu benimle ilgisi bir şey... Ben dünyayı böyle algılıyorum. Dünyayı daha soyut algılıyorum. Görünmeyen ile görünenin iç içe geçtiğini düşünüyorum. Bu, benim dünyayı algılayışımın içinde var. Ayrıca bunu çok da ilginç buluyorum. Kısacası dinler tarihindeki pekçok şey çok ilginç geliyor bana; insanların cinlere verdikleri isimler, neden böyle şeyler yapmaya gerek duydukları... Dinler tarihinin içinde diğer kültürlere göre, çok daha fazla zenginlik ve çeşitlilik var. İlk aklıma gelen “cin” oldu örneğin... Bu isimleri araştırmak, yazmak hoşuma gidiyor.
- Anlatımın birçok Osmanlıca söze rağmen hiç de sıkıcı ve anlaşılmaz değil. “Pinhan” masalsı bir anlatıma sahip... Masalsı bir anlatım tarzı yakalamak için mi Osmanlıca kelimeler kullandın?
- Kitaptaki Osmanlıca yazım meselesi tamamen bu kitabın konusuyla, kurgusuyla ilgili... Ben her hikayenin kendi dilini beraberinde getirdiğini düşünüyorum. “Pinhan” ile “Şehrin Aynaları”nın anlatımı aynı değil. Ama “Şehrin Aynaları” da tarihi bir roman. Bu da her romanın, her anlatının kendi dilini getirdiğinin bir kanıtı.
- Dediğim gibi beni hiç itmedi ve daha çok okuyucuyu içine çeken bir dil olmuş...
- Aslında bizim dille ilişkimiz çok sorunlu... Gerçekten dille çok ciddi bir sorunumuz olduğunu düşünüyorum. Genelde toplum olarak... Çok katı tutumlar var bu konuda... Bir tutum var tamamen Osmalıca taraftarı, tamamen sahiplenme yanlısı... “Pinhan” çıktıktan sonra birçok insanın önyargısını gözlemledim. Bu dili kullanarak roman yazan yaşlı bir profesör olsaydı ve bu dille kürsüden konuşsaydı, yadırganmayacaktı. Kadın olmam, daha genç olmam ile Osmanlıcayı yan yana getiremiyor insanlar kafalarında... Bütün önyargıları zorlamak gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta Osmanlıcanın içinde çok zengin bir birikim var. Bir dil ölebilir, birçok kelime doğal bir ölümle sona varabilir. Ama bir takım kelimeleri zorla atmaya çalışmak bana yapay geliyor. Kelime sayımız ne kadar artarsa, hayal gücümüzün o kadar gelişeceğini düşünüyorum. Neden ikisinden birini atmak zorundayız ki? İkisi de var olsun ve kelime sayımız artsın. Çoğalan kelimelerin hayal gücümüzü besleyeceğini düşünüyorum.
- Pinhan’ın öyküsü bu dille anlatılmasaydı ve yine aynı kurgu olsaydı ortaya böyle bir roman çıkabilir miydi ya da bu dilin yarattığı etkiyi yapabilir miydi?
- Sanmıyorum. Ayrıca bir kapalılıkta ve bir örtüklükte var, romanın kurgusunda... Aynı kapalılık Osmanlıcada da var. Böylece dil, romanın örtüklüğünü pekiştiriyor. Bu romanın dili, bu olmalıydı. Ben öyle düşünüyorum...
- Yeni kitabının adı “Mahrem”. Biraz da yeni kitaptan söz edebilir miyiz? “Mahrem”, görmek ve görülmek üzerine kurulu bir roman... “Mahrem”, benim içinde çok farklı bir tecrübe oldu. Diğer romanlarıma hiç benzemiyor çünkü... Aslında genel olarak romandan alıştığımız şeye pek benzemiyor; çok parçalı, çok kapalı, öykülerin iç içe geçtiği ama sonuçta bir takım bağlarla birleştirilen bir metinden yola çıkıyor.
- “Mahrem”in tanımı, bildiğimiz tanımlama mı?
- Evet; hayatın içinde de mahrem bir yan olduğu, her zaman her şeyin görülmesi, bilinmesi gerekmediği, insanın bazen görülmek istemediği zamanları anlatan bir tanımlama... “Mahrem”, görmek ve görülmek üzerine bir roman. Çok şişman bir kadının hayatını anlatıyor.
nevarneyok.com
|