. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>


Röportajlar
"Aşkı Bulmak İçin..."


Elif Şafak:

“Aşkı bulmak için ‘ben’den vazgeçmeli”

“Aşkı bulmak için insanın ‘ben’den vazgeçmesi gerekiyor. En zoru bu. En önemli kısmı da bu. Halbuki biz habire ‘ben’ demeye o kadar alışmışız ki. Benim karım, benim sevgilim, benim nişanlım... Birbirimiz üzerinde mülkiyet iddia ediyoruz adeta. Hâlbuki aşk ’ben’i onaylayan bir şey değil. Nefsanî değil. Tam da ’ben’in erimesini gerektiren bir akış.”

 “Yaradan’ı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sen de korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok, eğer, Tanrı dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.”


Bu söz Elif Şafak’ın son kitabı “Aşk”ta yer alan “Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı”ndan birincisi. Elif Şafak’ın son kitabı “Aşk” aslında kitap içinde bir kitap. İki farklı zamanda, mekânda ve kültürde geçmiş iki hikâyeyi barındırıyor. Hikâyelerden birisi zamanımızdan 800 yıl önce Mevlana ve Şems-i Tebrizî arasındaki İlahî aşkı anlatırken diğer hikâye günümüz Amerika’sında bir kadının Mevlana ve Tebrizli Şems arasındaki İlahî aşktan etkilenerek aşkı keşfetmesini anlatıyor.


Yazar Elif Şafak, mercek altına aldığımız “Aşk” isimli kitabında sadece tarihte geçen bir roman yazmak istemediğini, o dönemden bu döneme uzanan bu ölümsüz çağrıyı takip etmek istediğini belirtiyor. Mevlana’nın birbirinden çok farklı insanları cezp ettiğini belirten Şafak, kitabında bu esrarın peşine düştüğünü söylüyor.


Aşkı bulmak isteyen insanın öncelikle “ben”den vazgeçmesi gerektiğini ifade eden Şafak “En zoru bu. En önemli kısmı da bu. Halbuki biz habire ’ben‘ demeye o kadar alışmışız ki. Benim karım, benim sevgilim, benim nişanlım... Birbirimiz üzerinde mülkiyet iddia ediyoruz adeta. Hâlbuki aşk ’ben’i onaylayan bir şey değil. Nefsanî değil. Tam da ’ben’in erimesini gerektiren bir akış” diyor.


Şafak, kırkıncı kural olarak “Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba İlahî aşk peşinde mi koşmalıyım, yoksa dünyevî, semavî ya da cismanî diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. Aşkın hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde ya da dışındasındır, hasretinde…” dediği kitabıyla ilgili yaptığımız söyleşide çok içten ve samimi cevaplar verdi.



Aşk niçin önemli?


Aşk bizi tamamlayacak olan yegâne öz. Bence aşk bir milat. Hani “aşktan önce”, bir de “aşktan sonra”. Eğer “Âşık oldum ama hâlâ aynı insanım” diyorsak orada bir sorun var. Âşık olmuşsak aynı insan olamayız artık. Romanda dendiği gibi “Hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz ve bizi tamamlayacak olan şey aşk.” Hepimizin hayat mücadelesi tamamlanmaya çalışmakla geçiyor. Bunun için debeleniyor, çaba harcıyor, düşüyor, kalkıyor, tekrar yola devam ediyoruz.

Kitabınızda iki farklı zamanda yaşanmış iki ayrı olayı anlatıyorsunuz. Hâlbuki sadece Şems ile Mevlana arasındaki İlahî aşkı anlatsanız da bir kitap olabilirdi. Niçin böyle bir tarz izlemeyi tercih ettiniz?


Sadece tarihte geçen bir roman yazmak istemedim. Ben esas o dönemden bu döneme uzanan bu ölümsüz çağrıyı takip etmek istedim. Bu nasıl bir tılsım ki aradan 800 sene geçmiş biz hâlâ Hz. Mevlana’yı konuşuyoruz? Ve aslında hâlâ onu tamamen kavrayabilmiş değiliz. Mevlana birbirinden çok farklı insanları cezp ediyor, etkiliyor ve dönüştürüyor. Ben bu esrarın peşine düşmek istedim kitapta. O yüzden iki paralel zamanda tasarladım kurguyu.

800 yıl önce Şems, İlahî aşkına ihanet etmemek için nikâhlı eşiyle gerdeğe girmiyor, günümüzde Şems’i takip eden Aziz ise evli bir kadınla aşk yaşıyor. Aşk, niçin bu kadar büyük bir değişim geçirdi?


Evet ama ben bugünün aşklarını küçümsemiyorum. Bugün de derin aşklar yaşanabiliyor ve yarın da yaşanacaktır muhtemelen. Hüzünlerimiz, özlemlerimiz, hayal kırıklıklarımız da olgunlaşmanın bir parçası. Böyle böyle pişiyoruz. Yeter ki insan kendine karşı dürüst olsun. Yeter ki nefsini bilsin. Akıl temkinlidir. Mantık ve akıl çıkarcıdır, bencildir. Aşk ise bencil olamaz. Aşk kendinden vazgeçebilmeyi gerektirir. O yüzden aklı rehber edinerek ancak bir yere kadar gidebiliriz. Bizleri pişiren kalbimizdeki yara bereler.

Mevlana, ünlü, saygı gören, etrafında herkes tarafından sevilen ve sayılan biri; Şems ise adeta kendini hiçliğe gömmüş, hiç kimsenin sevgisine, saygısına perestiş etmiyor. Hiç olan biri nasıl oluyor da Mevlana’yı gerçek Mevlana yapabiliyor?


Mevlana ile Tebrizli Şems’i etle tırnak gibi ayrılmaz bir bütün olarak görüyorum. Kopmaz bir manevi bağ onlarınki. Ama karakter olarak o kadar farklılar ki. Kişilikleri bambaşka. Biri ateş ise diğeri su. Biri gece, diğeri gündüz. Biri poyraz gibi sert rüzgâr, diğeri meltem gibi sakin bir rüzgâr. Hem farklı hem “bir” olmak ne kadar önemli. Birbirlerine ayna tutuyorlar. O anlamda ikisi de birbirinin üzerinde dönüştürücü etkiye sahip.

Şeriat, kelime anlamı itibarıyla Allah’ın koyduğu kanunlara verilen isimdir. Siz, kitabınızda “Aşk Şeriatı”ndan bahsediyorsunuz. Dolayısıyla aşkı Allah’a bağlıyorsunuz. Hâlbuki günümüzde “Aşk” kelimesi çok farklı anlamlar için kullanılıyor. Nedir “Aşk Şeriatı”?


“Aşk Şeriatı” Mevlana’nın kullandığı bir tabir. Ben de bunu aldım, romanın içindeki romanın başlığı olarak kullandım. Beraber düşünmek istedim. Nasıl oluyor da bu iki kelime yan yana geliyor? Tasavvuf bence insanın içsel yolculuğunu yapabilmesi için muazzam bir mecra. O yol zaten “aşk yolu”. Ama tabii ki onun da kendi içinde damarlar var. Değişik mistik akımlar birer nehir gibi, ırmak gibi. Son tahlilde hepsi aynı denize akıyor.

Kitabınızda “Gönlü Geniş Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin 40 Kuralı” var. Bu kuralları çıkarırken nelerden etkilendiniz veya bu kuralları neye göre çıkardınız? Bu kurallar sizde nasıl bir aranış sonucu ortaya çıktı?


Bu kırk kuralı ben oluşturdum. Ama Mevlana ve Şems okumalarımdan, genel olarak mistisizm okumalarımdan çok beslenmişimdir. Yalnız şunu belirtmeliyim, bu kitabı oturup zihnimde ayrıntılarıyla önceden kurgulamadım. Kalpten yazdım. Ben sadece yazdım. Acaba nasıl bir roman olacak, şurası nasıl olsun diye düşünmeden. Yazı benden aktı.

Şems, Mevlana’nın gerçek aşkı bulması için en olmadık işleri yaptırıyor. Gerçek aşkı bulmak için bunlar gerekli mi? Aşkı bulmak için nelerden vazgeçilmesi gerekiyor?


Aşkı bulmak için insanın “ben”den vazgeçmesi gerekiyor. En zoru bu. En önemli kısmı da bu. Halbuki biz habire “ben” demeye o kadar alışmışız ki. Benim karım, benim sevgilim, benim nişanlım... Birbirimiz üzerinde mülkiyet iddia ediyoruz adeta. Halbuki aşk “ben”i onaylayan bir şey değil. Nefsanî değil. Tam da “ben”in erimesini gerektiren bir akış.

Kitabınızın “Boşluk” isimli beşinci bölümünde hayatta, varlıklarıyla değil yokluklarıyla bizi etkileyen şeyleri anlatıyorsunuz. Yok olan bir şey insanı niçin etkiler? Veya yok olup da insanı etkileyen şeyler nelerdir? Bir de insan yok olanın farkına nasıl varabilir?


Hayatımızda olmayan kimi şeyler yokluklarıyla bizi etkiliyor. Ben mesela babasız büyüdüm. Biliyorum ki “baba boşluğu” bende dönüştürücü bir etki bıraktı. Yani boşluk sadece bir “eksiklik” ya da “noksanlık” demek değil. Bir şeyden mahrum olmak demek değil. Boşluk da kendi içinde bir enerjiye sahip.
 
Kitabınızda sabah ezanını aşka benzetiyorsunuz. Bu gerçekten çok ilginç bir benzetme. Belki de şu ana kadar hiç kimsenin yapmadığı bir benzetme. Ezan niçin aşka benziyor ve niçin öğle, ikindi, akşam veya yatsı değil de sabah ezanı?


Sabah ezanının apayrı bir çağrısı olduğunu düşünüyorum. Sihirli, ürpertici. Eğer dikkatle dinlersek gecenin karanlığında insanın yüreğine hitap eden bir çağrıdır bu. Gün içinde hep koşuşturduğumuz için ezanı hep aklımızla duyar ya da belki hiç duymayız. Ama sabah ezanı bizi yalnızken yakalar. Sessizlikte. Gecenin gündüze dönüşümünde. En çocuk halimizle. Doğrudan kalbimizden yakalar. 

800 yıl sonra bütün dünyada Mevlana ve tasavvufa karşı büyük bir ilgi var. Bunu neye bağlıyorsunuz?


Bu çok dikkat çekici bir şey. Dünya bir yanıyla teknoloji ve bilimde ilerlerken bir yanıyla da maneviyata yöneliş hızlandı. Ama daha katı din anlayışlarından ziyade tasavvuf gibi insana kucak açan kaynaklara yöneliyor pek çok kişi. Kimileri bunu bir “moda” olarak görüp küçümsüyor. Ben böyle bakmıyorum. Kimin ne bildiğini, ne kadar anladığını ben bilemem ki. Baktığım yerden kimseyi yargılayamam. Bence tasavvuf özü gereği moda değildir ve olamaz. Ama velev ki popüler bir alan oldu, eğer beş bin kişi moda diye ilgileniyorsa ama bu insanlardan beş tanesinde hakiki bir uyanış oluyorsa bence o modada vardır bir hayır, bir güzellik.

Kitabınız insanı gerçekten etkileyip sarıp sarmalıyor. Bir şeyin insanı böylesine etkilemesi için yaşanmış olması gerekiyor. Siz kitapta anlattığınız Mevlana ve Şems arasındaki aşkı yaşadınız mı?


Onlarınki o kadar güzel bir bağ ki kaçımıza böyle bir can yoldaşlığı bulmak nasip olur bilemiyorum. Bir de ben galiba “bulmak”tan ziyade işin “aramak” kısmını seviyorum. Yani bu bir yolculuk... Bu sürekli oluş hâli beni cezbediyor.

Kitabınızı okuyunca önemli olanın İlahî aşk olduğu izlenimine kapıldım. Gerçekten öyle mi?


Sadece AŞK demek yeterli geliyor aslında. Belki de bu kategorileri biz zihnimizde derinleştiriyoruz. Dünya aşkla yaratıldı. Arayışımızın, yolculuğumuzun özü bu. Bütün suların, bütün nehirlerin aktığı denizin adı Aşk! Romanın ismi belki ilk bakışta çok basit bir kelime gibi duruyor ama o kadar uzun düşündüm ki üzerinde. Hiçbir tamlamaya, sıfata, artı bir kelimeye ihtiyacı yok ”aşk”ın. "Acaba dünyevi bir aşk mı yoksa manevi mi, Batılı mı Doğulu mu vs" diye sormak bile bir noktadan sonra belki gerekmiyor artık. Bizim kendi zihnimizin yarattığı kategoriler bunlar. Saf, som, bütün varoluşu etkileyen, dönüştüren, belki de varoluşun özü olan tek bir kavram var; o her şeyi anlatıyor, her şey onda buluşuyor.

Aşk varsa ne olur, yoksa ne olur? Aşk neleri değiştirebilir?


Bunu yaşayanlar daha iyi bilir, değil mi? (Gülüyor) Hani romanda Mevlana’nın konuştuğu bir bölüm var. Aşkı anlatmanın ne kadar zor olduğunu söylüyor. Yaşamayanlar bilmez, yaşayanlar da kolay kolay söze dökemez. Leyla’yı görebilmek içim dünyaya Mecnun’un gözleriyle bakabilmek gerekiyor herhalde...

 

 “Gönlü geniş ve ruhu gezgin sufi meşreplilerin kırk kuralı”ndan bazıları:

2. kural: Hak yolunda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!


4. kural: Kâinattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil, her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi, onu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa, sonsuza dek O’nda kalır.


8. kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği gizli bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.


15. kural: Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldür. Tek tek her birimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermek için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.


16. kural: Kusursuzdur ya Allah, onu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.


18. kural: Tüm kâinat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan, dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahlûk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara, dışında, başkalarında değil ve unutma ki nefsini bilen Rabb’ini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükâfat olarak Yaradan’ı tanır


21. kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hakk’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.


22. kural: Hakiki Allah âşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgâh olur. Ama Bekri aynı namazgâha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.


24. kural: Mademki insan eşref-i mahlûkattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.


27. kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır, şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.


32. kural: Aranızdaki perdeleri tek tek kaldır ki Allah’a saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yahut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!


36. kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri sana tuzak kuruyor, sana zarar vermek istiyorsa, Allah da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer. O’nun bilgisi dışında yaprak bile kıpırdamaz. Sen sadece buna inan!


37. kural: Allah kılı kırk yaracak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir âşık olma zamanı vardır; bir de ölmek zamanı.

 

Söyleşi: Kerem Altındağ

Moral Dünyası Dergisi, Sayı 65, Ağustos 2009


 

İzlenme : 40641
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us