Elif Şafak, kendi içindeki ´Sinik entel hanım´, ´Can derviş hanım´ ve ´Anaç sütlaç hanım´larla birbir tanışmış ve barışmış. Aslında, böyle bir Türkiye beklentisinde. Batılı ve modern, ama aynı zamanda Doğulu ve İslami yönlerini gerçekten tanımış ve onlarla barışmış bir Türkiye...
GÜLSEREN ONANÇ
Bir kadın hakları savunucusu olarak, Elif Şafak´ın kadın çalışmalarında master derecesi olmasını, bu konuda düşünen sorgulayan etkin bir yazar olmasını çok değerli buluyorum. Memlekette toplumsal cinsiyet eşitliği için yıllardır büyük mücadele vermiş aktivistlerimize son yıllarda katılmış biri olarak bu sürecin ne kadar uzun ve meşakkatli bir süreç olduğunun bilincindeyim.
Bu süreçte onun gibi yapıtları ile düşünsel dönüşümü etkileyebilecek bir yazarın varlığı bana güven veriyor. KAGİDER´e verdiği destek için de ona minnettarım. KAGİDER´in Brüksel ofisinin açılışında yaptığı konuşma ile hem bizi hem de Avrupalı dostlarımızı farklılıkların tamamlayıcı yönündeki çarpıcı konuşmasıyla çok etkilemişti. Onun, ´BİZ´i desteklediğini bilmek kendimizi iyi hissettiriyor. Ayrıca, onun kadınlararası dayanışmaya ve kızkardeş bağına ne kadar önem verdiğini hem bir okuyucusu hem de onu yakından tanıyan bir arkadaşı olarak yakından biliyorum, yaşıyorum. Onunla ´BEN´ ve ´BİZ´in türlü hallerini konuştuk.
• Gülseren Onanç: Sözcükler ile üreten bir romancı olarak ´BİZ´ sözcüğü sana ne hissettiriyor? Sence kadınlar ´BEN´lerinden ´BİZ´ yaratabilir mi? Bunu yapmalarının önünde sen herhangi bir engel görüyor musun?
Bence doğada olduğu gibi insan hayatında da bir ahenk, bir denge var. Bu denge bozulduğunda ifrat ve tefrit çıkıyor ortaya; yani aşırılık. Çok fazla BİZ vurgusu olan ortamlarda bireylerin kendi farklılıklarını ortaya koymaları zorlaşıyor.
Bir kolektif tanım altında bireyselliğin gelişmesi güç oluyor. Bundan en çok kadınlar zarar görüyor belki de.
Zaten kadınların kendilerini geliştirmeleri çok daha az teşvik edilirken, fazla ´BİZ´ci ortamlarda kadınların bireyselliklerini geliştirebilmeleri iyice zor. Öte yandan aşırı BEN demek de başka türlü bir egoistlik getiriyor. Bu sefer de ben-merkezcilik içinde kayboluyoruz. Bir ahenk gerekli BEN ile BİZ arasında.
• GO: Ülkemizdeki farklı kimlik eksenlerindeki kutuplaşmalar çok belirgin bir hal aldı. Laik, ulusalcı, dindar, milliyetçi kavramlar ile sürekli farklı kutuplar oluşuyor ve bizler saflarımızı seçiyoruz. Kadın olmak üst kimliğimiz ile bu kutuplaşmaların üstesinden gelemez miyiz? Memleketimizde barışın dilini geliştiremez miyiz?
Barışın, dengenin ve ahengin dilini geliştirebiliriz. Ne yazık ki gündelik hayatta birbirimize çok çabuk kızıyor, tanımadığımız insanlar hakkında bilmeden yaftalamalarda bulunabiliyoruz. Bunlar yüzeysel zanlar. Unutmayalım ki gene bu topraklarda aşkı kutsayan, hoşgörüyü önemseyen çok eski bir damar da var. İyi ki de var. Gündelik dilde, özellikle basında ve siyasette kullandığımız üsluplar ne yazık ki çok hırçın ve bencil. Çok da erkek egemen. Ama gene bu topraklarda hiç eskimeyen bir ´edep´ var ve ben bunu son derece önemli buluyorum. Türkçenin en sevdiğim kelimelerinden biri. Başka hiçbir dile kolay kolay çeviremiyorsunuz. Kendine has bir tılsımı var.
• GO: Türkiye´deki kimlik ya da aidiyet çelişkilerini nasıl değerlendiriyorsun? Kürt-Türk, laik-dindar, modern-geleneksel... vs.
Biz Batılılaşma serüvenine uzun zaman evvel başlamış bir toplumuz. Tüm Müslüman dünya içinde Türkiye gibi ikinci bir örnek yok. Kendine özgü bir toplum. Batılı ve modern ama aynı zamanda içinde Doğulu, İslami ve geleneksel damarlar olan, Osmanlı´dan kalma motifler taşıyan bir toplum. Tüm bunların yanyana olması bir eksiklik değil, tam tersine zenginlik. Bence sentezler insanlar için de toplumlar için de bir artıdır; eksi değil. Eğer biz sentezlerden korkmamayı başarırsak, hem Batılı hem Doğulu unsurlar taşımamızı bir zenginlik ve derinlik olarak değerlendirebiliriz. Hem kendine has hem kendine güvenen muazzam bir kültür birikimi yakalayabiliriz.
• GO: Hem feminist hem Mevlevi olmak olanaklı mı? Senin tarafından sentezlenmiş bir Mevlevi feminist manifesto yazmayı düşünüyor musun?
Ben kendime ´feminist´ demiyorum, illa da ´Mevlevi´ de demiyorum. Zaten bu kendi kendine demekle olacak iş değil ki. Sufilik bir uzun yol, varmak değil, yolda olmak aslolan. Ama şunu söyleyebilirim. Tasavvufla gönül bağım var. Nicedir vardı. Derken bu bağ, akıldan kalbe indi, aşka dönüştü, aşk oldu.
Öte yandan kadın çalışmaları literatürüne ve tüm dünyada kadınların eşitlik için gösterdikleri mücadeleye saygı duyuyorum. Boşanmış bir anne tarafından büyütülmüş biri olarak, ataerkil bir toplumda kendi başına var olan bir kadının verdiği mücadeleleri bilen biri olarak kadın sorunlarını küçümseyemem. Önemsiyorum.
• GO: Hepimizin içinde senin ´Siyah Süt´te söz ettiğin türlü çeşitli, kimi zaman birbiri ile çelişkili küçük kadınlar var. Bunların farkına varıp onlarla barışık yaşamak kolay mıdır? Yoksa farklı kimliklerin çelişkileri kaçınılmaz mı? Bunun için bir reçete var mıdır?
Hepimizin içinde mini ´ben´ler yaşıyor. Küçük kadınlar ve küçük erkekler. Birbirleriyle çatışan, çelişen sesler. Ben tüm bunlara samimiyetle yaklaşmaya çalıştım. Siyah Süt´ü böyle yazdım. Baktım senelerce kendi içimde bir monarşi kurmuşum. İçimdeki bazı sesleri bazı seslerden çok sevmişim ve bazı sesleri de görmezden gelmişim. Mesela daha entelektüel yanım ile tasavvufa bağlı yanımı hep baş tacı etmişim. ´Sinik entel hanım´ ile ´Can derviş hanım´ diyorum onlara. Ama anaç ve evcimen yanımı görmemişim. ´Anaç sütlaç hanım´ diyorum ona da. Bunun gibi hepimizin içinde çelişkili sesler var. Önemli olan o monarşi halinden demokrasi haline geçebilmek. Önemli olan insanın kendi içine demokrasi getirebilmesi. Kendi içindeki tüm seslerle tanışması ve barışması.
Milliyet
07 Aralık 2009
|