Yazar Elif Şafak bugüne dek yazdığı 9 kitabından derlediği ´Kağıt Helva´yla hem sadık okurlarına hem de son romanı ´Aşk´ sayesinde tanıştığı geniş kitlelere bir hatırlatma yapıyor. Elif Şafak´la ´Kağıt Helva´yı konuşmak için buluştum ama edebiyattan aile olmaya geniş bir yelpazedeki sorularıma açık yüreklilikle cevap verdi ve keyifli bir söyleşi oldu.
GÜLAY ALTAN
- ´Kağıt Helva´ için ´Bu bir alıntılar kitabı, karın doyurmak için değil, tadımlık niyetine´ diyorsunuz; bir de bizim okurlarımız için anlatır mısınız, neden yaptınız bu kitabı?
Bütün kitaplarımın arasında bir köprü kurmak istedim. Hem beni öteden beri takip eden ve seven okurlar için özel hem de daha yeni keşfeden okurlar için ayrı bir lezzeti olacağını düşünüyorum. Benim için de özel bir yeri var.
- ´Kağıt Helva´ hangi ihtiyaçtan doğdu?
Kendi içimde, ´Aşk´ın o yoğunluğundan sonra, durup geriye baktım; nerelerden geçmişim, benim kalemimden neler çıkmış... Bir yol haritası gibi çünkü ben yazarken çok sarhoş bir şekilde, çok sezgilerimle yazıyorum.
- O zaman hem okur hem kendiniz için bir kitap diyebilir miyiz?
Tabii, hem okur hem de kendim için. Okurlar, imza günlerinde kendi kitaplarını getirdiklerinde belli satırların altını çizmiş oluyorlar, nereleri çizdiklerine çok dikkat ediyorum. Bir okur dedi ki ´Sizin ´Kağıt Helva´ya aldığınız bölümlerle benim altını çizdiğim yerler o kadar örtüşüyor ki, sanki bu kitabı ben hazırlamışım gibi hissettim´. Çok hoşuma gitti.
- Yazar gibi değil de okur gibi mi düşündünüz?
Okur gibi değil de okuru düşünerek... Okur benim için çok kıymetli. Enerjimin ve ilhamımın önemli kısmı okurdan geliyor.
- Alıntılar ´Aşk´la başlıyor. Akışı nasıl belirlediniz?
Hem kendi hayatımda hem kendi kalemimde tema olarak aşka önem verdiğim için ´Aşk´la başladım. Benim için yazmak, edebiyat da bir aşk. Yazmanın inanılmaz zorlukları var, bunu yadsımıyorum ama özünde yaptığın işi sevmeli, o duyguyu kaybetmemelisin. Bu nedenle de ´Aşk´ı başa koyduk. Ama söylemeliyim ki şimdiye kadar yazdığım kitaplar arasında bir favori kitabım yok. En son roman ´Aşk´ diye o, diğerlerinden daha üstün değil.
SÜREKLİ, BEN BUNLARI NASIL YAZDIM DİYORUM
- ´Yazarken sarhoş gibi yazıyorum´ dediniz. ´Kağıt Helva´ için diğer kitaplarınızı tararken ´Ben bunları nasıl yazmışım´ dediğiniz, şaşırdığınız satırlar oldu mu?
Ben bunları nasıl yazdım diyorum, sürekli... Bazen hatırlamadığım oluyor, mesela etkinliklerde okur hatırlattığında hatırlıyorum, onun dışında zihnimden çıkmış gitmiş. Ve benim öyle okurlarım var ki benim kitaplarımı benden daha iyi biliyor, daha iyi analiz ediyorlar.
- Bu kendinde olmadan yazma hali beni çok şaşırtıyor. Trans gibi mi? Nasıl yazıyorsunuz?
Açıkçası bir rasyonalite içinde yazmıyorum. Her şeyi önceden planlayarak bir mühendislik eseri gibi çıkmıyor kitap. Benim için o bir esriklik, sezgilerimle yazıyorum. Romancılıkta iki teknik var. Bugüne kadar rasyonalitenin hakim olduğu, karakterler, kurgu ve entrikaların, düğümlerin önceden belirlendiği, çözüldüğü tekniğin üzerinde çok duruldu. Bu tarzın çok güzel ürünleri de var dünya edebiyatında. Ama ikinci bir tarz var, o da sezgiyle yazmak. Akılla yazmak maddenin katı hali gibiyse sezgiyle yazmak da maddenin sıvı hali... Akışkan, her yöne gidebiliyor, yazarın ruh halini değiştirebiliyor. Yazarken ağladığım, güldüğüm, kendi kendime konuştuğum çok olur... Bunlar biraz akıl işi değil, başka bir iş bu.
- Okur da belki bu nedenle sizin kitaplarınızı okurken ağlıyor, gülüyor...
Yazarken, yazdığım metinle arama mesafe koymuyorum. Kendimi metnin üzerine yerleştirmiyorum, kendimi o metnin tanrısı zannetmiyorum. Bu önemli bir ayrıntı.
- Karakterlerden biri olup mu yazıyorsunuz?
Hayır, karakterlerin tümü oluyorum, hangisini yazıyorsam o oluyorum. O nedenle biraz aktörlük gibi bizimki, onun ruh haline bürünmem lazım ki anlayabileyim ne hissediyor. Edebiyat, oturup kendini anlatmak değil. Günümüzde hem Türkiye´de hem dünyada özellikle edebiyata meyleden insanların yazdıklarına bakıyorum, hep sanki kendini, kendi başından geçenleri anlatmak gibi.
- Son dönemde çok satanlar da böyle kitapların arasından çıkıyor.
Esas edebiyat, hayal gücünden beslenen bambaşka bir derya. Ben kendimle ilgilenmiyorum ki yazarken, tam tersine kendimden sıkılıyorum. Şu bedenden çıkmak ve bir başkasının bedenine girebilmek, sonra bir başkasının, sonra bir başkasının... Bence sanatın gücü orada. Edebiyatla tasavvuf arasında bir paralellik var. İkisinde de asıl olan, ´ben´ duygusunu aşmak. Yazarken o ´ben´ olmaktan çıkma halini seviyorum. O yüzden sanatın özünde empati yatıyor.
- Peki, siz bu tür kitapların olmasından rahatsız mısınız?
Hayır, bu tür kitaplara da saygım var. Hiçbir şekilde küçümsemiyorum, bir hiyerarşi de kurmuyorum. Esas sanat budur, öbürü değildir diye bir ayırım değil. Ben nasıl bir edebiyat yapıyorum dediğimde verdiğim cevap bu: Edebiyat kendini anlatmak değildir. Kitap dünyasında her türlü kitaba yer var. Yazarlar, daha çok sayıda yazar olmasından rahatsız olmamalı.
- Memnun musunuz, Türkiye´deki kitap piyasasından?
Belki her basılan ürün aynı nitelikte değil ve bunu eleştirebiliriz ama özellikle son 10 senede inanılmaz açılımlar yaşandı. Bir çoğalma yaşıyoruz ve bunun getirdiği bir toz duman da oluyor ama bu normal. Türkiye´de iyi bir edebiyat okuru olduğunu düşünüyorum. Hiçbir zaman gerçek sayıları bilmiyoruz çünkü bu ülkede ciddi bir korsan kitap sorunu var.
- Türkler kitap okumuyor tezine de katılmıyorsunuz öyleyse...
Çok katılmıyorum. Öyle duygusal bir okur var ki bizde, bir kitabı sevdiği zaman onu ailenin bir parçası olarak görüyor ve alıp aile fertlerine okutuyor, yurtdışındaki akrabalarıyla dahi paylaşıyor. Böyle bir şey başka yerde görmedim.
OKUR AYNADAKİ YANSIMAM
- Okurlarınızla yakın bir ilişkiniz var, iç içesiniz. Normal hayatta da böyle yakın mısınızdır insanlarla?
Gündelik hayatımda, normal insan ilişkilerimde çok yabaniyimdir. İçe dönük biriyim ama okurlarımla tam tersi bir ilişkim var. Onları ruhdaşım olarak görüyorum, biz bir kitapta buluşuyorsak manayı beraber yaratıyoruz. Roman sanatının, sanatın diğer dallarında olmayan çok özel bir yanı var; yalnızlık üzerine kurulu. Yazarken de okurken de yalnızsınız. Okurun yalnızlığıyla yazarın yalnızlığı arasında kurulan ruhsal bir bağ var. Bu nedenle okur benim aynadaki yansımam. Okura tepeden bakan, kendini okurdan daha bilgili zanneden, okura bir şeyler öğretmeye çalışan yazarlık tarzı bana uzak.
- Popüler bir yazarsınız; popüler olmak sizin için ne ifade ediyor?
Benim için hakiki, samimi edebiyat okuru çok kıymetli. Elitist bir yaklaşımla, topluma tepeden ya da okurlarıma uzaktan bakmıyorum. Popüler olan her şey basit olacak diye bir formül yok. Böyle düşünmek halkı küçümsemektir. Unutmayalım ki her yazar okunmak ister. Eser, yazar ve okur; her biri bu yapının sacayağıdır, üçü bir arada olursa yapılan iş tamamlanmış olur.
- Kitaplarınız Nobelli Orhan Pamuk´tan daha çok satıyor, bu nasıl bir his?
Türk edebiyatı o kadar zengin ve çok sesli ki! Yazarlarımızın, şairlerimizin ve çevirmenlerimizin ödüller almaları gayet sevindirici bir şey. Bence biz yazarların da birbirimizin başarısından mutlu olmayı, kıvanç duymayı öğrenebilmemiz lazım. Bir başka yazarın başarısı diğerinden çalınmış parça değildir.
´AŞK´IN FİLMİ İÇİN DOĞRU ZAMANI BEKLİYORUM
- ´Aşk´ın film olması projeniz ne durumda?
´Aşk´la ilgili, çok kıymet verdiğim yönetmenlerden, çok güzel teklifler geldi. ´Aşk´ın güzel bir filme dönüşmesini çok arzu ediyorum. Doğru insan, doğru ekip ve doğru zamanı bulmak çok önemli. Onun için paldır küldür bu işin içine girmedim. Zamanını bekliyorum; inanıyorum ki hayatta bazı şeylerin zamanı var, bakalım ne zaman gerçekleşecek?
- Yazılarınızda, söyleşilerinizde çok dikkatimi çeken bir ´kız kardeşlik´ metaforu var. Neden bu konuyu bu kadar önemsiyorsunuz? ´Kadın kadının kurdudur´ deyip geçiyor toplumun geneli ya da bu durumu izlemeyi tercih ediyor...
Bunu çok önemsiyorum. Belki kendi hayatımdan da izdüşümler var. Sonuçta, boşanmış bir anne tarafından büyütüldüm ve bütün çocukluğum boyunca tek başına bir kadının verdiği mücadeleyi, bazen en çok diğer kadınların önyargılarına maruz kaldığını gördüm.
- Ne demek kız kardeşlik?
Çok basit: Bir başka kadının mutluluğundan mutlu olabiliyor muyuz? İlk ayağı bu; ikincisi de bir başka kadının daha üretken, daha mutlu, daha başarılı olması için destek veriyor muyuz? Bunlarda maalesef sınıfta kalıyoruz.
Bir aileye sahip olmayı öğreniyorum
- ´Biz anneler oğullarımızı padişah gibi yetiştirdiğimiz için ataerkillik sürüyor´ diyorsunuz. Önce böyle diyen ama oğluna daha bebekken ´paşam, padişahım´ diye hitap eden kadınlar var çevrede. Sizin oğlunuz Emir Zahir´le ilişkiniz ne durumda?
İşi teoride eleştirmek başka bir şey, hayata geçirmek başka... Tabii ben, bu konulara ne kadar bilinçli yaklaşabileceğim, bunu zaman gösterecek. Şimdiden çok büyük laflar edemem, bizimkiler daha çok küçük. Toplumda oyuncaklardan başlayarak o kadar net bir ayrıştırma var ki. Başta çok direndim mavi- pembe ayrımına ama kızım beni fethetti. O nedenle fazla konuşmadan onları gözlemlemek lazım. Çocuklar kendi huylarını getiriyor. Ama bunun ötesinde toplumsal cinsiyet kodları var, inandığımız, maalesef içselleştirdiğimiz ve çocuklarımıza öğrettiğimiz. Asıl bunlarda eşitlikçi olmaktan yanayım. Kadınlar bu konuda bilinçlerini değiştirirse her şey değişir, yetiştiren biziz çünkü. Ataerkillik erkeğin kadına yaptığı bir şey değil. Kadınların birbirine uyguladığı ayrımcılığa dikkat etmeliyiz.
- Kız çocukları da babalarına aşık olur; 3 buçuk yaşındaki Şehrazat Zelda ile durum nasıl?
Bizde de aynen böyle. Niye böyle bilmiyorum? Ne yaparsanız yapın kızlar babaya aşık oluyor. Emir Zahir daha çok ufak, bilmiyorum kime aşık olacak. Bunlar benim için çok yeni şeyler, aile ortamlarını bilen bir insan değilim. Bunlar uzaktan gözlemlediğim şeylerdi. Ben de yeni öğreniyorum, öğrenci gibi hissediyorum kendimi.
- Emir Zahir ve Şehrazat Zelda´ya yeni bir kardeş düşünüyor musunuz? Bu sizin doğuracağınız bir kardeş olmayabilir...
Günün birinde bir de evlat edinmek istiyorum ama bu kararı eşimle, çocuklarla hep beraber vermemiz lazım. Evlat edinmiş yakın dostlarım var, onların yüreğine çok saygı duyuyorum. Kalbinden çocuk doğuran anneler onlar ve daha da çok olmalı.
- Çocuklarınıza masal anlatır mısınız? Belki o masallardan bir kitap olur...
Evet, evde sürekli masallar uyduruyorum. Bazen aynı masalın sonunu değiştiriyorum. Mesela bir cadının açısından yazıyorum hikayeyi, bir prensin açısından, bir yedi cücelerin açısından. Bunlar hoşuma gidiyor, çocuklar da çok keyif alıyor. Ama henüz yazıya dökmedim bu hikayeleri.
Sanatçı gettosunda yaşamıyorum
- ´İnsan kendisini ancak kendine benzemeyen birinin aynasında tam olarak görebilir. Eğer etrafımızdaki herkes bizim gibi düşünen insanlardan oluşuyorsa, bir gettoda yaşıyoruz demektir´ diyorsunuz. Sizin de belli sanatçılardan oluşan bir çevreniz var, yaşadığınız çevreyi gettolaştırmanın önüne geçebiliyor musunuz?
Akrep burcuyum, benim için dostluklar çok önemli ve bende çok derin bir vefa duygusu var. Ama aynı zamanda yalnızlık da önemli. Özellikle yazarken kendi iç evrenine çekilmek. Dolayısıyla birden fazla renk aynı anda bu tablonun içinde var. Bahsettiğiniz sanatçı çevresi benim dostlarım. Ben onları filanca sanatçı, falanca sanatçı olarak değil dostlarım olarak görüyor ve o paylaşım üzerinden bakıyorum. Kıymet verdiğim dostlarım var ama görüştüğüm insanlar, sadece bana benzeyen insanlar değil. Çok seyahat ediyorum, dolayısıyla yeni insanlar görüyorum. Konyada gördüğüm, Diyarbakırda gördüğüm, İzmirde gördüğüm insanlar... Her birinin benim için kıymeti, bende bir izi var.
- Arkadaş grubunuzla birlikte, yine o gruptan Nil Karaibrahimgil´in klibinde oynadınız, nasıl oldu anlatır mısınız?
Nil, çok sevdiğim, değer verdiğim bir dostum. Yüreğini çok sevdiğim bir insan. Sinan Çetin´in o muzip, yaratıcı dehasıyla, o kadar kendiliğinden gerçekleşti ki... Hakikaten planlanmış değildi, önceden hazırlanmış bir senaryo yok. Hepimiz bir arkadaş ortamında, yağmurlu bir günde kendimizi bir klibin içinde bulduk. Çok içten, doğal geliştiği için de içimize sindi. Bir anlamda kendimiz için çekmiştik bunu ama ortaya çıkan ürün hoşumuza gitti ve hem çeken hem de şarkıyı söyleyen kişinin emeklerine inandık; gözü kapalı evet dedim yayınlanmasına, hiç itirazım olmadı.
- Sizin şarkılarla filmlerle hep bir flörtünüz var...
Bir dizi senaryosu yazdım, bir film senaryosu hazırladım, Teoman’a şarkı sözü yazdım... Özellikle sanatın bu iki dalı, müzik ve sinema, benim için çok önemli; çünkü bunlardan besleniyorum. Yazarken çok görsel düşünürüm. Bütün romanlarımda müziğin muhakkak bir izdüşümü vardır. Edebiyat diğer sanat dallarından daha yüce bir sanat değil. Daha üstün bir kulede, sırça köşkte oturmuyoruz. Herkes gibiyiz.
Kürt açılımı süreci iyi yönetilemedi
- ´Demokrasi kültürümüzün pekişmesi, hırçın değil, huzurlu bir memleket ve dünya´ temenni ettiniz geçen yıl ama tam tersi demokrasi kültürümüz pekişmedi ve ayrıştık, ayrıca da huzurlu değiliz. Bu yıl olanlar için ne düşünüyorsunuz?
Ben bu tabloyu bu kadar siyah-beyaz görmüyorum. Geçtiğimiz sene içinde güzel şeyler de oldu. Ama milletçe kutuplaşma konusuna dikkat etmemiz lazım. Çok çabuk parlıyor, çabuk kızıyoruz. Birbirimizi tanımadan, dinlemeden yaftalıyoruz. Ayrılıklar üzerinde değil benzerliklerimiz üzerinde durarak ortak yaşama kültürünü geliştirmeliyiz.
- Geride bıraktığımız yıl, en iyi gelişme hangisiydi?
2009 yılı içinde Cumhuriyet tarihinin en önemli meselelerinden biri olan Kürt meselesinde önemli bir açılım başlatıldı. Belki henüz olumlu bir sonuç alınamadı ve süreç iyi yönetilemedi. Ama yine de atılan adımları önemsiyorum. Barışçıl yaklaşımlara ve birbirimizle sakin, sabırlı ve yapıcı bir dille konuşmaya ihtiyacımız var. Uzun vadede Türk demokrasisinin bu sancılı süreçten güçlenerek çıkacağına inanıyorum.
- Peki, 2010´dan beklentileriniz, hayalleriniz neler?
Kalplerimizin yumuşamasını, şiddet yerine muhabbet olmasını ve bir de aşkımızın ve aşk arayışımızın daim olmasını diliyorum. Türkiye´de daha çok kadının ´kız kardeşlik´ bilinci geliştirmesini umut ediyorum.
Eşim uzaylı ya da doğuştan feminist
- ´Erkekler ciddi meseleleri, derin felsefi konuları konuşmak için erkek arkadaşlarını tercih ediyor, eşlerini değil´ demişsiniz, bu genelleme eşiniz için de geçerli mi?
Pek geçerli değil çünkü benim eşim sıra dışı bir adam. Ya doğuştan feminist gelmiş dünyaya ya uzaylı. Benim yazmamdan, sanatçılığımdan mutlu oluyor, fikirlerime ve yeteneklerime saygı duyuyor, destek veriyor. Bunlar bir kadın yazarın hayatında o kadar önemli şeyler ki!
- Eşiniz gazeteci Eyüp Can ve adı uzun süredir Hürriyetin Genel Yayın Yönetmenliği için geçiyordu. Ertuğrul Özkök´ün istifasıyla yeniden bu konu ısıtılıp gündeme gelecek muhakkak. Eşinize böyle bir görev tevdi edilse nasıl yaklaşırsınız? Destekler misiniz?
Medya çalkantılı bir dünya. Ben bunlarla ilgilenmiyorum. Kendi hayal ve hikaye alemimde yaşamayı tercih ediyorum.
03 OCAK 2010
AKŞAM
|