´Kâğıt Helva´ adlı yeni kitabında edebiyat yolculuğunun haritasını çıkaran Elif Şafak, başlarda kaleminin ´daha erkek´ olduğunu söylüyor: ´Kadınlığı yıllarca bastırdım. Duygusallığımdan utanmamayı öğrenebilmek çok zamanımı aldı. Aslında bana bu özgürlüğü ´Aşk´ verdi´
EFNAN ATMACA
İSTANBUL- Geçen yılın edebiyat dünyasında en çok konuşulan kitabı hiç kuşkusuz Elif Şafak’ın ‘Aşk’ı oldu. Kitap uzun zaman listelerde bir numarada kaldı ve satış rekorları kırdı. Önemi sadece bu değildi. Pek çok farklı kesimden insan ‘Aşk’ta buluştu. Bu süreçte Elif Şafak’ı da daha yakından tanıdık. Şafak aslında edebiyat dünyamızda ilginç bir yeri olan isimlerin başında geliyor. ‘Pinhan’la hayatımıza giren Şafak’ın tüm romanlarından onun değişimine tanık olduk. Önce “Sadece beyinim” diye ortaya çıkan Şafak sonra Türkiye’nin politik değişimlerinde karşımıza çıktı. 301’den yargılandı. Âşık oldu, evlendi, anne oldu, depresyona girdi ve sonra ‘Aşk’la anlatarak dünyayı karşımıza çıktı. Şimdi bu uzun serüvene ara verip geçmişe doğru bir yolculuğa çıkıyor Şafak. ‘Kâğıt Helva’ adını verdiği çalışmasında ‘Pinhan’dan ‘Aşk’a kadar olan edebi serüvenini kitaplarından cımbızladığı alıntılarla okurla paylaşıyor. Bir muhasebe, bir hatırlatma ve bir özet yapıyor. Bir araya gelip bu yolculuğu Şafak’tan dinledik.
‘Kâğıt Helva’ kitabının fikri nasıl doğdu? Neden böyle bir kitap hazırlamak istediniz?
‘Aşk’tan sonra, neler yazmışım, benim kalemimden neler çıkmış diye dönüp geriye bakma gereği duydum. Bu kitabın hem kendime yönelik bir hatırlatma hem beni epeydir tanıyan okurlara ayrı bir keyif katacağını umut ediyorum. Daha sonradan tanıyanlara da eski kitapları tanıtacak. Özetle bir süreklilik duygusu yaratmak istedim. ‘Pinhan’dan ‘Aşk’a kadar uzanan bir harita ‘Kâğıt Helva’. Ve bu anlamda benim için çok özel çünkü okuru yolculuğuma ortak ediyorum.
O yolculukta nerelerden geçtiğinizi gördünüz?
Aslında o yolculukta o kadar farklı yerlerden geçtiğimi gördüm. Her kitap birbirinden çok farklı olmuş. Bu planlanan bir şey değil ama gelişmiş. Her kitapta, yazma süreciyle ben de değişiyorum. Kitap bittikten sonra başka bir insanım. Dönüp baktığımda bunları gördüm ve bütün o parçaları bir yere koyup yolculuğun haritasını çıkardım. İlginç bir deneyim oldu çünkü pek çok şeyi unutmuşum. Mesela ‘Mahrem’de yazdığım bir paragraf, oradaki bir karakterin söylediği bir laf... Bunları ben yazmışım, geride bırakmışım ve sonra hiç okumamışım. Yazdığım hiçbir kitabı yazdıktan sonra dönüp okumuyorum. Çünkü her kitaptan sonra bir sonraki kitaba odaklanıyorum. Edebiyatı hep yolculuk olarak algıladığım için geriye dönüp bakmıyorum aslında. Eski dostlarım gibi düşünüyorum her bir kitabı. Eskiden çok sevdiğim ama uzun senelerdir görmediğim dostlarım gibi. O başka bir yere gitmiş, ben başka bir yere gitmişim. 15 sene sonra karşılaşıyoruz.
Özlediğiniz karakterlere rastladınız mı?
Hepsini çok özlemişim. Genelde benim romanlarım çok karakterli. En ufak bir karakterin bile orkestranın içinde bir rolü var. Dünya o kadar sonsuz ki kendimizi tekrar etmek anlamlı gelmiyor. Tasavvufta çok sevdiğim bir söz var. Diyorlar ki “Her an başka bir şan üzerine kurulu”. Her anın şanı başka bir şey.
Yazdıklarınızı gözden geçirirken, karakterlerinizde bir ‘eksiklik’ gördüğünüz oldu mu?
Bana geçenlerde Talat Halman, Bilkent Üniversitesi’nde yaptıkları bir çalışmada kullanılmak üzere bir soru yöneltti ki çok önemli buluyorum onların çalışmalarını. Daha önce Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da üzerinde durduğu bir nokta bu. Okuduğumda o zaman da kafamı çok kurcalamıştı. Halman, Rus edebiyatında kötülük temasının çok iyi işlendiğini ve Türk romanlarında o kadar işlenen bir şey olmadığını hatırlattı. Bu birçok romancıda olduğu gibi bende de eksik. Bir diğer fark ettiğim eksiklik de daha canlı erkek karakterler geliştirmem gerektiği. Kadın karakterlerim çok güçlü.
‘Aşk’taki erkek karakterler güçlü ama...
‘Aşk’ o anlamda benim için bir adım. Bu konuda eksiğim olduğunu düşünüyorum. Belki oğlan çocuğu annesi olduktan sonra önemini iyi görmeye başladım. Virginia Woolf “Bizim kalemimiz çift cinsiyetli olmalı” der, kesinlikle bu benim için önemli.
Gerçi uzun dönem kaleminiz daha erkeksi değil miydi?
Doğru, uzun bir dönem çok erkektim yazarken. Çok çelişkili bir şey, kadın karakterler yaratmayı seviyorsunuz ve onları erkeksi bir kalemle yazıyorsunuz. Edebiyatçılığımın ilk mevsimleri kalemimin daha erkek olduğu dönemler. Çünkü kadınlığı uzun yıllar bastırdım. Duygusallığımdan o kadar utandım ki uzun yıllar boyunca... Artık rahatladım duygusal olduğumu kabullendim. Ve bundan utanmamayı öğrenebilmek çok zamanımı aldı. Aslında ‘Aşk’ bana bu özgürlüğü verdi.
‘Siyat Süt’le kendinizi okura açmıştınız. Sonra ‘Aşk’ sizin de dediğiniz gibi sizi özgürleştirdi. Bu kitap da bunun devamı mı?
Bu kez romanları açıyorum. Çünkü şahıslardan daha çok romanın görünür olmasını istiyorum hep.
‘Aslonan kitaptır kâtibi değil’ demiştiniz ‘Araf’ı yazdığınız zamanlarda. Ama son dönem katip olarak biraz öne mi çıktınız?
Katip olarak öne çıkıyoruz ama bu bizim elimizde olan bir şey değil. Çünkü genel ortam bunu yanında getiriyor. Türkiye’de bütün edebiyat tartışmaları maalesef yazı değil yazar odaklı oluyor. Halbuki bizim yazı odaklı konuşmalara, yazılara ihtiyacımız var. Bütün yazarların buna katılacağını zannediyorum. Edebiyat eleştiri kuramlarına ihtiyaç duyuyoruz. Arzum kitabı ele alan, esere odaklanan yazılar ve bence buna çok ihtiyacımız var.
‘Kâğıt Helva’, ‘Aşk’ın yakaladığı başarıdan sonra bir an durup dinlenme ve bir muhasebe kitabı gibi. Bundan sonrası için endişeleriniz var mı?
Okurun ‘Aşk’ı sevme biçimine şükran duyuyorum. ‘Aşk’ beni de çok değiştirdi aslında.. ‘Aşk’ı yazmaya başlamadan önce daha farklıydım. Kendi romanımdan çok şey öğrendim. ‘Kâğıt Helva’yla bir duruyorum, toparlıyorum, içe dönüyorum. ‘Aşk’tan sonra o kadar dışa döndü ki enerjim biraz içe dönmek istedim. ‘Aşk’ aynı zamanda benim için çok zor bir kitap. Çünkü ondan sonra yazacağım endişesi var elbette. Bazen uykularım kaçıyor. Çıtayı öyle yükseltti ki ‘Aşk’, çok farklı kesimden insanlar çok severek okudular. Bu benim için çok kıymetli bir şey. Belki birbiriyle konuşmayan insanlar aynı kitabı okuyorsa, aynı filmde buluşuyorsa bu bana mutluluk veriyor. Elbette bu tip kitaplar yazmak istiyorum. Ama kendimi tekrarlamak istemiyorum.
‘Kâğıt Helva’nın sayfalarında dolaşırken her kitabınızın dönemin ruhuyla örtüştüğünü görüyoruz. Örneğin konjonktürel olarak ‘Baba ve Piç’, örneğin inanç tartışmalarının olduğu dönemde ‘Aşk’... Nasıl denk geliyor?
Çünkü toplumdan kopuk bir insan değilim. Yazarlar kendi çağının, toplumunun çocukları aynı zamanda ama bunu unutuyoruz. Çünkü kendimizi çok özel zannediyoruz. Hiçbirimiz o kadar özel değiliz. Hiçbirimiz yaşadığımız zamandan, andan ve çağın ruhundan kopuk değiliz. Toplumla, sokakla, toplumun çok farklı kesimleriyle sürekli etkileşim halindeyim. Ve buna kıymet veriyorum. Besleniyorum, öğreniyorum. İnsan kendi odasına çekilip uzaktan bakarsa, mesafeyle bakarsa dünyaya muhakkak ki kendini tekrar etmeye başlar.
‘Ben hep değişiyorum ve değişmeyi çok seviyorum’
‘Kağıt Helva’ sizin dün ve bugününüz arasında bağlantı kuruyor. Okur, ‘Pinhan’dan ‘Aşk’a değişiminize tanıklık etmiş oluyor bu kitapla.
Evet, aşama aşama tanıklık edildi. Ben değişiyorum hep. Değişmeyi de çok seviyorum. Kendimi öğrenci gibi görüyorum; kendini bir şey oldum zannetmemek, bir yere vardım zannetmemek, kendine nokta koymamak... tüm bunlar bana çok önemli geliyor. Yazarların öğrenci olarak kalmaları gerek, biz öğrenmeye, dinleyici olmaya devam etmeliyiz. İyi dinlemek lazım insanları, hikayeleri. Benim için önemli olan yolculuğun kendisi. Bir yere varmak bile o kadar önemli değil, hele de vardım zannetmek büyük bir hata. Devamlı oluş hali, değişmek, yenilenmek, tazelenmek ve kendini tekrar etmemek önemli. Ama bunlar zor sınavlar, çünkü başarılı olduğun zaman bir alanda ilk itkin onu tekrar etmek oluyor. Tekrar etmemeye, bu itkiden uzak durmaya dikkat ettim hep. Bir koyda mutlu oluyorsam bile o koydan çıkıp başka yerlere gidiyorum. Yazarların yenilenme riskini alabilmesi lazım çünkü uzun vadede kendini tekrar etmek daha büyük bir risk.
Bu değişimler nasıl etkiliyor sizi?
Yazarken farklı bir insanım. Çok değişiyorum, sanki beynimin başka alanlarını kullanıyorum. Keşke yaşarken de o şekilde kalabilsem daha farklı bir insan olurdum. Sadece yazarken açılan kapılar var bana. O yüzden ben mi yaratıyorum yoksa bir başka yerle bağlantı mı kuruyorum çok emin değilim. Bunlar çok mistik konular, inanmayan insanlara da çok saçma gelecek laflar ama böyle hissediyorum. Öte yandan kimseyle rekabet halinde değilim. Bir başkasıyla rekabet o kadar ağır bir yük ki ondan kurtulanca özgürleşiyorsun. Varsa bir rekabetim kendimle var. Benim yolculuğum hep kendi içime. Derdim de kendimle. Ama yazmayı seviyorum. Sevdiğim işi yapıyorum. Ne işi yaparsak yapalım sevdiğin için yapmak, onu bir külfet gibi taşımamak çok etkiliyor ortaya çıkan işin niteliğini.
Radikal
23/01/2010
|