Elif Şafak, “Aşk” adlı romanıyla 2009 yılına damgasını vurdu ve şimdiden Türk Edebiyatı’na adını altın harflerle yazdırdı… Genç, başarılı yazar Elif Şafak’la yazarlık serüvenine ve kitaplarına dair yaptığımız bu keyifli röportaj onu daha yakından tanımak isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat…
Yeni yıla geçmeden biraz 2009 yılından bahsedelim. Elif Şafak ve romanları için nasıldı geride bıraktığımız yıl, en iyi gelişme hangisiydi sizin adınıza?
Romanlarım ve romancılığım açısından güzel, verimli, muhabbetli bir sene oldu. Bundan dolayı şükran duyuyorum. Bilhassa okurlarla buluşmalar çok güzel ve sevgi dolu oldu. 2009’da edebiyatseverlerden, okurlardan o kadar çok ilham ve enerji aldım ki. Benimle sırlarını, hikayelerini paylaştılar. Çok önem veriyorum bu ruhdaşlık bağına.
Elif Şafak’la yeni tanışanlar Kâğıt Helva’yla sizi keşfedebilecekler mi sizce?
Kağıt Helva, beni daha az tanıyan okurlar için bakınca tadımlık bir kitap. Yormayan ama yoğun. Sade ama derin. Aynı zamanda öteden beri bilen okurlar için de ayrı bir buluşma demek. Benim gözümde ise bir harita adeta. Geçtiğim yolların haritası. Bu kitabı hazırlarken ilk romanım Pinhan’dan Aşk’a kadar uzanan bir edebi serüvenin ayak izlerini takip ettik. Aşk, inanç, yolculuk, zaman, kadınlık, göçebelik gibi edebiyatımda önde olan temalar etrafında dolaştık, çok çarpıcı, düşündürücü alıntılar seçtik. Sonuçta ortaya birden fazla kez okunabilecek, altı çizilebilecek, görseli de içeriği kadar özenli bir kitap çıktı.
Kitaplarınız birbirlerinden çok farklı. İlk kitabınız Pinhan’dan Kağıt Helva’ya kadar… Yazarlık serüveninizde siz de değişimlere uğradınız mı? Neden?
Her kitap farklı. Çünkü her kitabın yazılma aşamasında ben farklı bir insandım. Bir romana başladığımda daha farklıyım, bitirdiğimde ise roman beni de dönüştürmüş oluyor. Bazen okurlar Aşk’ı okumanın onları nasıl değiştirdiğini söylüyorlar. Anlıyorum bu hissi çünkü yazmak da beni değiştirdi. Öyle hissediyorum. Yazımın akışına kapılarak yazıyorum. Sarhoş gibi yazıyorum. On sayfa sonra ne yapacağımı, ne yazacağımı bilmeden o ritme kapılarak yazıyorum.
Bir yazarın kendini tekrar etmesi ne demektir sizce?
Öncelikle dilde, üslupta ve konularda tekrarların olması demek. Ama daha derinde bir yerde bence bir yazarın kendini tekrar etmesi, merak duygusunu kaybetmesiyle olur. Bir de elitizmle olur. Eğer yazar topluma tepeden bakarsa, okurlarına uzaktan bakarsa, hayata kenardan bakarsa içi kurur. Beslenemez. Bizim hep dinleyici olarak kalmamız lazım, hep öğrenci olmamız lazım ki hayattan beslenmeye devam edelim. Egolarımız bize perdedir yoksa.
“Sanatın farklı dallarından gelen insanların yarattıkları ortak sinerjiye inanıyorum” demişsiniz. Kitaplarınızdan birinin filme çekilme düşüncesi var mı? Birlikte çalışmak istediğiniz ya da size teklif getiren yönetmenler var mı?
Romanlarımı film yapmak için gelen teklifler var, özellikle Aşk’tan sonra çok kıymet verdiğim yönetmenlerden teklifler geldi. Bu beni tabi ki mutlu ediyor. Ama böyle bir konuda acele etmek istemiyorum. Zamanını bekliyorum. Doğru ekiple doğru enerjiyle yola çıkmak istiyorum. Çünkü bir Mevlana filmi yapmak ciddi bir sorumluluk. Hakkını vermek lazım.
Türk insanı kitap okumayı seviyor mu sizce? Ülkemizdeki korsan kitap sorunu için çözümleriniz var mı? Ya da neler yapılmalı korsanın önüne geçmek için?
Ben Türkiye’de iyi ve sahici bir edebiyat okuru olduğuna yürekten inanıyorum. Biz hiçbir zaman tam olarak ne kadar kitap satıldığını bilmiyoruz ki. Sahillerde, Güneydoğu’da, Anadolu’da, büyük şehirlerde... Her yerde korsan var. Kayıt dışı ciddi bir sektör var. Matbaa işçisinden yazarına kadar hepimizin emeğini çalmakta korsan kitap. Öte yandan okur sayısını artırmak için yazarların da yayıncıların da daha çok uğraşmaları gerektiğini düşünüyorum. Bizim de tembel olmamamız lazım, tabi okurların da. Hep beraber geliştireceğiz kültür ve edebiyat ortamını.
Müzik ve sinemaya verdiğiniz önemi, duyduğunuz hayranlığı biliyoruz. Nasıl besleniyor karakterleriniz, öyküleriniz bu iki sanat dalından?
Müzik ve sinema yazarken en çok beslendiğim iki alan. Sessizlikte çalışamam, hep kulağımda, çevremde müzik olur. Genellikle de ritmi hızlı şarkılar dinlerim. Sevdiğim bir şarkıyı üst üste dinleyebilirim. Bazen elli kez, belki daha fazla. Araf romanında bunu yapan bir karakter vardı, o biraz bende de var. O zaman müzik bir sarmaldır. İçine alır. Sinemanın yeri de çok özel. Zaten yazarken hep görsel düşünüyorum, çoğu zaman bir resmi kovalıyorum.
“Aşk” gibi kitaplarınızda derin bilgiler içeren bölümler yer alıyor. Bu bilgi edinimlerini danıştığınız bazı insanlar aracılığıyla mı sağlıyorsunuz yoksa tamamen kendi araştırmalarınız doğrultusunda mı kitaplarınıza uyarlıyorsunuz?
Okuyorum. Her yazarın özünde ve temelde iyi bir okur olması gerektiğine inanıyorum. Benim kendimi sürekli geliştirebilmem için sürekli okumam lazım. Akademisyenliğin de getirdiği bir araştırmacılık, disiplinler arası yaklaşım var. Ama bunun yanı sıra elbette hayatı da açık bir kitap gibi algılamaya çalışıyorum. İnsanlardan, sokaktan, yaşamın enerjisinden de muhakkak ki çok şey öğreniyorum. Ben kendimi hiç mezun olmayan bir öğrenci olarak görüyorum.
2010 yılı için neler planlıyorsunuz? MAG Okuyucuları için neler söylemek istersiniz?
Hepimiz için güzel ve huzurlu, aynı zamanda üretken ve verimli bir sene olmasını arzu ediyorum. Birbirimizi daha az hırpalarız umarım. Hırçın değil yapıcı bir üslupla yaklaşırız. Umarım daha pozitif enerji veririz hem kendimize hem etrafımıza. Kendi adıma okurların yorum ve görüşlerini dinliyor, önemsiyorum. Olumsuz görüşleri de dinliyorum. Benim için önemli olan yaptığım işi sevmek ve sevdiğim işi yapmak. Bence sanat kucaklayıcı olmalı. Dışlayıcı değil. Sanatçının, edebiyatçının Öteki’si olamaz diye düşünüyorum. Benim işim hikâye anlatmak. Ve hikayeler tüm insanlığın, hepimizin ortak değerleri.
Çok teşekkür ederim...
Röportaj: Uğur Özer
MAG Dergi, Şubat 2010
|